Paylaş
Dokumacı bir Hint. Foto Akhil Pawar - Unsplash
Hindistan, kültür oluşturan insanın ilk vatanlarından biri. Başka deyişle, tarih öncesinden beri insanların yaşadığı ve ortak bir kültür oluşturdukları bir vatan. Yeri de öyle güzel ki… Sağında bugün İran dediğimiz kadim Pers toprakları, solunda (ya da üstünde mi demeli?) devasa Çin uzanıyor. İndus Vadisi’nde (zaten Hindistan’ın “İndia” ismi de İndus Nehri’nden alır adını) can bulan ilk Hint toplulukları, yavaş yavaş güneye ve Ganj Nehri’ne ilerlerken, tarihin en köklü ve renkli kültürlerinden birini oluşturdular. Zamanla, Çin’le olan ilişkileri, güneylerinde onlara kucak açan Hint Okyanusu’nu kullanarak batıyla (kendi batılarından söz ediyoruz, Avrupa’dan değil. Mesela İran, Arap Yarımadası, Anadolu vs.) yaptıkları ticaret, Hint kültürünün hem tanınmasına hem kendisini geliştirmesine olanak tanıdı.
YOK ARTIK!
Çok eski uygarlıkların belirgin yanları vardır, bazı şeyleri çok iyi yaparlar. Hinduizm, yani o görkemli ülkede yaşayanların görkemli dini, bol ve çok renkli tanrılarıyla öne çıkan bir inançtır. İnançlarının çok renkliliği, ülkenin aşırı verimli toprakları, pamuğun bolluğu, ipeğin ulaşılabilirliği gibi unsurlar bir araya gelince Hindistan, dokuma işinde zirveye yerleşmiş. “Hint kumaşı” çok eskiden terimleşmiş bir laftır. Kendisini fazla önemseyen, kibirli kişiler için kullanılan “sanki bulunmaz Hint kumaşı” sözünde geçen kumaş, anlattığımız gibi çok eski köklere dayanan ticari üründür. Onu “bulunmaz” yapan ise İngiliz sömürgeci Doğu Hindistan Şirketi yetkililerinin, dokuma yapmasınlar diye Hint dokumacı ustalarının parmaklarını kestirmeleri öyküsü anlatılır ama Hint kumaşı, henüz İngilizler ortada yokken de çok değerliydi. Parmak kesme iddiaları, 18’inci yüzyıl sonu, 19’uncunun başına rastlayan dönemde, büyük olasılıkla gerçekten meydana gelmiş lokal bir olayın, yine İngiliz raportörlerinin ağzında şirket aleyhtarı metinlerde giderek abartılı hale gelmiş anlatımı olsa gerek. Ama bizim internette ararsanız (ki hiç önermem) karşınıza şu iddia çıkar: “İngilizler, Hint dokumacıların parmaklarını kesti ve ülkede dokumacı kalmadı, bu nedenle Hint kumaşı bulunmaz oldu!” Affınıza sığınarak bu iddiayı şöyle yanıtlamak isterim: Yok devenin nalı!
NEDEN TÜRKÇE’DE?
Bir dokuma, bir kumaş, bir belge... Foto Chris Chow -Unsplash
Dedim ya, Hint kumaşı, henüz ortada İngiltere yokken, İngiliz ulusu yokken bile değerli ve aranan bir üründü. Wilhelm Heyd, Yakındoğu Ticaret Tarihi isimli anıtsal eserinde durumu çoktan ortaya koymuştur. Daha 6’ncı yüzyıldan beri “batılı” toplumlar Hindistan’dan mal almak için uğraş veriyorlar. Bu arada şunu da ekleyelim: “Bulunmaz Hint kumaşı” sözü bir tek Türkçe’de var. İngilizler Hint dokumacıların parmaklarını kesince bu kumaş bulunmaz olsa, ne diye bir tek Türkçe konuşan Osmanlılar bunu dert edinsin? Lafın neden İngilizcesi, Fransızcası yok? Çünkü Hint kumaşının bulunmaz hale gelmesi, bir tek bu topraklarda sorun olmuş. Mantık yürütecek olursak bu durumun bir tek tarihi kesişme noktası var: Portekizlilerin Hindistan’a gitmesi ve giden başkalarına da engel olması! Yani Hint ve Arap gemilerinin ticari malları dağıtmak için artık seyre çıkamaması! Net olarak 1500 yılından hemen sonra! Osmanlı’nın, gelmiş geçmiş tek “haritacı-denizcimiz” olan Pîrî Reis’imizin idamıyla sona eren “Portekiz’e karşı hiçbir şey yapamayış” sürecindeki başarısızlığı (ilgilenenler için https://www.academia.edu/6519521/TT_DENIZCILIK_TARIHIMIZDEN) muhtemelen bunun en önemli nedenlerinden biri. Demem o ki, kendi tarihimizin kendi gerçekleri var, uyduruk İngiliz belgelerinden yapılmış uyduruk çevirilerle, kopyala-yapıştır yöntemiyle internet sözüm ona “bilgi” kaynıyor! Hep -mış’lar, -muş’lar… Asabiyetimize dur deyip yolumuza devam edelim.
KALİKONUN İLMİKLERİ
Hindistan’ın, peşinde koşulan kumaşlarından biri “kaliko” ismini taşır ve adını, Vasco da Gama isimli münasebetsiz Portekizli’nin 1498’de ulaştığı ilk şehir olan Kaliküt’ten alır. (Bugünkü adı Kojikod’dur ve Batı Bengal’deki Kalküta ile karıştırılmamalıdır.) 12’nci yüzyıl kayıtlarında adı geçer bu kumaşın. Ana Britannica, kaliko için gerekli tarihsel bilgileri verdikten sonra şöyle demiş: “Dokuma, atkı ipliği çözgü ipliğinin bir altından, bir üstünden geçirilerek yapılır. Kaliko genellikle pamuk lifinin doğal renginde dokunur. Büyük miktarlarda kaliko daha sonra beyazlatılır, boyanır ve üzerlerine her türlü ev ya da giyim eşyasına uygun düşecek baskılar yapılır. (…..)” Dokumanın tanımı açık burada. Elde örgü örenlerin zaten çok iyi bildiği, halı, kilim tezgahlarında çalışanların genlerinde bulunan mekanizma, çözgü denen dikine liflerin (ipliklerin) arasından mekik yardımı ile geçirilen atkı isimli diğer liflerin oluşturduğu “yapı”dır. Örgüdür. Bu işleme “dokuma”, ortaya çıkan ürüne de “dokuma veya kumaş” denir. Aslında ikisi de anı şeydir. Kumaş, dilimize Arapçadan gelmiştir, Aramcası da aynıdır. Dokuma ise Ana Türkçeden gelir. Hani biz Öz Türkçe dediğimiz, Türki dillerin atası olan… Hani, Sümerce ve Korece ile de akraba olduğu tezleri üzerinde tartışılan, yaklaşık 5 bin yıllık bir Altay dil ailesi mensubu. (Sümercenin Altay dâhil hiçbir dil ailesi ile ilgisi bulunamadı. Ancak Türkçeyle çok ortak yanı var. Tartışmalı konudur.)
TOKUDUK DOKUDUK
İşte bu çok eski dilin yani dilimizin içinde, en ilkel haliyle düşünebileceğimiz dokuma tezgahlarında, işlem sırasında tarak ve atkının çıkardıkları “tokı… tokı… tokı…” seslerinin, “tokıma” sözcüğüne kaynaklık ettiği, bunun da zamanla “tokuma” ve “dokuma”ya dönüştüğü kabul ediliyor. Çünkü dil zaten öyle bir şeydir, sesleri sözcüklere çevirmişizdir. Aksi halde mesela “gıcırdama” ne ola ki, değil mi? Ve bunu hâlâ yapıyoruz, mesela bir linkin üzerine “tık”lıyoruz.
TEKST VE TEKSTİL
Bir dokuma, bir kumaş, bir belge... Foto Chris Chow -Unsplash
Dokuma sözcüğünün Batı’daki tam karşılığı tekstil. İsterseniz “x” ile yazın, Latince kökenli Fransızcası olan “textile” sözcüğüne ulaşırsınız, fark etmez. Sözcük aynı. MÖ 3’üncü yüzyıla kadar Tiber Nehri dolaylarında yaşayan çok az sayıda “İtalyan” köylüsünün konuştuğu, ancak Roma İmparatorluğundan sonra dünyaya yayılan, Hint-Avrupa dil ailesinin ünlü fakat ölü üyesi Latince kaynağı “textilis”. Anlamı, bizim köklü dilimizdeki “dokuma”. Dokumayı hatırlayınız: Çözgü-atkı sistemi. Bir çeşit örme. Yani ipliklerin örülmesi. Örgü. Mutlaka duymuşsunuzdur, “yazı” veya “metin” için de kullanılır bu sözcük: Tekst. Tiyatrocular veya sinemacılar çok kullanır mesela: “Fazla teksti olan var mı ya? Ben kendi tekstimi evde unutmuşum…” gibi. Kumaşla metin için aynı sözcüğün kullanılması tuhaf değil mi? Hayır değil. Çünkü metin de kumaş gibidir, dokunur. Olayların, fikirlerin örgüsü vardır içinde. Bir yazı yazarken (benim şu an yaptığım gibi) satır satır, tıpkı dokuma tezgahındaki atkı gibi işlenir harfler. Tekst, yani metin, adını buradan alır. Elbette bir de yazının yazıldığı malzemenin, yani kâğıdın ve eskiden parşömen ve papirusun (hatta derinin), kumaşa benzemesinin de bunda etkisi var elbette.
PEKİ YA DOKÜMAN?
Her kâğıdın dokusu olduğu gibi, her kitabın, her tekstin de bir dokusu vardır. Foto Patrick Tomasso - Unsplash
Şimdiii… Bu bağlantılar ortadayken… Yani yazı için “dokuma”, yani tekst(il) demiş olan ortak insanlık kültürü, belge için “doküman” derken bu bağlantılardan yararlanmamış mıdır? İnanın günlerdir kaynak tarıyorum, bu bağlantı hiçbir yerde yok. “Doküman” sözcüğünü Latince “documentum”a bağlayıp bırakmış herkes. O da “doceo” kökünden geliyormuş. Doğrudur sözüm yok ama yıllardır burada söyleştiğimiz üzere, bütün kültürler birbirlerinden etkilenir, söz ve ses alışverişi yaparlar. Ama Latince sözlük, documentum maddesinde karşılık olarak kuma vs.nin yanında bir de “yapı”yı veriyor. Yapı! Yani, işte size “doku”. Latince, Hint-Avrupa dil ailesinin üyesidir. Avrupa’nın çıkıntı ucu olan İngiltere’de duyduğunuz bir sözcüğün kökü, binlerce yıl önceye ve binlerce kilometre doğuya uzanır, bir bakarsınız Hindistan’da da aynı ses çıkıyor insanların ağzından. Bu dil alışverişi, İngiltere’nin Hindistan’da sömürge kurmasından çok önceye gider.
TÜRK ETKİSİ
Diyeceksiniz ki, “Eğer dokuma sözcüğü Türkçeyse, Avrupa’ya ne ara, nasıl gitti?” Çok basit. Hindistan’ın batı kıyıları, batıya açılan ticari kapılardı, limanlardı. Hint gemileri malları batıya, Basra Körfezi’ne ve Kızıldeniz’e götürürdü. 16’ncı yüzyılda burada Türk egemenliği vardı: Babürlüler. Ticareti onlar yürütürdü. Ama bu bilgi, sadece Türk tarihini Osmanlı’yla başlatanlar içindir, onlar bununla yetinmeye çalışabilir. Oysa olay çok daha eskilere gider. İslâmiyet’ten önceye. Çinlilerin “Tukiyu” dediği Türkler, 6. (altıncı) yüzyılda Çin ile İran arasındaki geniş coğrafyaya egemendi. Çin’den ve Hindistan’dan gelip batıya gitmeye çalışan ticaretin, Türklerin kontrolünden geçmeden gerçekleşmesi olanaksızdı. Anadolu, o zamanlar Roma idi, yani Rum. İstanbul’da Ayasofya’nın yeni yeni yükseldiği yıllarda, net olarak da 568’de İmparator 2. Iustinianus, sarayına ticaret için doğu mallarını getiren Türk elçisine, İstanbul’da yapılan ipek imalatını bizzat göstermişti. Aynı yıllarda İstanbul’a (Konstantinopolis idi o zaman) yerleşmiş Türk tüccar sayısının bine yaklaştığı kayıtlıdır. Demem o ki, Hindistan, Çin, Türkler ve batı… Mal da dolaşır, laf da…Dediğim gibi, “dokuma” ile “doküman” arasındaki bağlantı, tamamen bana ait bir iddiadır. Zira hep söylerim, tarihte bu kadar büyük tesadüfler nadiren olur, hatta belki hiç olmaz. (Tesadüf olmayan bir başka ortak sözcük için öneririm: http://tayfuntimocin.blogspot.com/2014/03/avara-hun.html) Farkındasınızdır, “yazı”nın dokunması felsefesine hiç girmedim, müsaade ederseniz onu da başka bir yazıda şöyle yayıla yayıla yazarım. Ama bence, bilgisayarda bir Word belgesini “doc” uzantısıyla kaydederken, aklınıza çok eski zamanların dokuma tezgahlarının gelmesinde şimdilik hiçbir sakınca yok.
ÖNEMLİ NOT: Bu yazının son çalışmalarını yaparken Rusya Ukrayna’ya karşı harekata başladı. Çünkü Rus devlet başkanı öyle istedi. Tarih ne yazık ki böyle tatminsiz, kindar, açgözlü ve kibirli liderlerin hep “öyle istemesi” yüzünden acıyla dolu. Umarım çok az kayıpla ve çok tez vakitte biter bu saçmalık.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SAVAŞIN SIRASI MIYDI?
Pazar akşamı başlaması beklenen soğuk ve yağışlı hava öncesinde açık havanın tadını çıkartmak için iki günümüz var. Biraz serin, biraz kararsız bir rüzgâra sahip hava iyi gelir zira Pazar öğleden sonra/akşamüstü gibi batıdan Anadolu’ya girecek olumsuz hava, hem üşütecek, hem de eve kapatacak gibi görünüyor çünkü yağışların Marmara’da haftanın ilerleyen günlerinde kara dönüp bir süre kalıcı olacağı tahmin edilmekte. Tekneleri limanlarda bağlı Güney Marmara denizcileri de pazartesi akşamından itibaren tedbirlerini sıklaştırırlarsa iyi olur, zira yıldızdan karayele dönecek kuvvetli bir hava bekleniyor. Karayel bu mevsimde yanlış yapılmış Güney Marmara barınaklarında kayaları yerinden oynatır. Umalım da bu soğuk havada Rusya-Ukrayna krizi doğalgaz konusunda bizi sıkıntıya sokmasın. Sağlıcakla…
Paylaş