Tayfun Timoçin

Feriştah Leydiler

5 Mart 2021
Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor ama anlamını ne kadar biliyoruz acaba?

Demet Akbağ'ın hafızalara kazınan karakteri Feriştah

Usta oyuncu, yazar, şair ve yapımcı Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı işleri yıllardır beğeni ile takip ederim. Ülkemizin saygın, üretken değerlerindendir. Özel hayatı ile ilgilenmedim hiç, tüm diğer sevdiğim sanatçıları olduğu gibi onu da ürettikleri ile değerlendiriyorum. Herkes gibi ben de onu 1993’te hayatımıza giren Bir Demet Tiyatro ile tanıdım. Ülkemizin en önemli oyuncularından Demet Akbağ ve daha pek çok değerli oyuncuyla bize çok güzel bir gösteri sunmuşlardı uzun süre. Demet Akbağ, bence gerçekten en önemli oyunculardan biridir, laf olsun diye söylemiyorum, gerçek bir yıldızdır ve bana sorarsanız “diva” sıfatını çoktan hak etmiştir. Akbağ’ın Bir Demet Tiyatro’da canlandırdığı karakterlerden biri de “Feriştah” idi, hatırlayanlarınız vardır. Bu sözcüğün anlamını bilmiyordum o yıllarda ama sokak argosunda, “Feriştahınız gelse bana bunu söyleyemez” gibi kullanılan bir laf olduğu için, az çok bir anlam sezinlemesi oluyordu. Başka pek çok önceliklerim nedeniyle, yıllar sonra aklıma geldi “feriştah”ın ne demek olduğunu öğrenmek.

ÖNCE HATIRLANMASI GEREKENLER

8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşıyor. Yine pek çok yerde kadınlara çiçek dağıtılacak, gül pahalı olduğu ve olayın ideolojik kökenine daha yakıştığı için karanfil tercih edilecek muhtemelen. Çiçek vermenin kötü bir tarafı yok elbette ancak çiçeğe sarılınca, olayın özü kaçıyor, belki de kadınlar gününün anlamı buhar olup uçuyor. Bu nedenle, pek çoğumuzca bilinse de, kadınlar gününün nasıl ortaya çıktığını bir hatırlamakta yarar var. Feriştaha döneceğiz sonra.

ERKEKLERİN EGEMENLİĞİ

Erkek işi diye bir şey yok. Herkes her işi yapıyor. Foto Kate Ferguson - Unsplash

Yazının Devamını Oku

Doğa Ana’yı utanmadan kirletiyoruz

26 Şubat 2021
Doğa bizim anamız. İnsan anasına bunları yapar mı?

Bu hızla yok etmeye devam edersek yakında aynen böyle tane tane satın almak zorunda kalabiliriz. Altın fiyatına. Foto Nikola Jovanovic - Unsplash

Tarıma ne kadar bağlı ve mecbur olduğumuzun ne kadar farkındayız dersiniz? Mesela, “Amaaan, ekip biçmekle uğraşacağımıza şuranın üstüne toplu konut yapalım” diyerek değersizleştirdiğimiz ve geçim derdimiz nedeniyle belki de zorunlu olarak imara açmak için yanıp tutuştuğumuz tarla var ya, hah, işte o olmazsa açız aç!
Diyelim tarlaların hepsinin üzerine ev yaptık, tarla bitti. Denize mi gideceğiz karnımızı doyurmak için? Denizi de bitiriyoruz! Çöpümüzü, lağımımızı, sanayi atıklarımızı doğrudan ya da dereler yoluyla denize boşaltıyoruz. Balığı bitmez mi zannediyoruz? 1970’li yıllarda 150’ye yakın balık türünün bulunduğu Marmara’da artık 5-6 tür var!

DOĞA HER ŞEY

Şu güzellikleri koruyabilsek ya. Yani dereler kurumasa, doğa çölleşmese. Foto Blake Richard Verdoorn - Unsplash

Tarla veya deniz yerine doğa diyebiliriz. Doğa, yani hayat. Doğa da tanımlanması zor kavramlardan biri. TDK Sözlüğü canlı ve cansız varlıkların bütünü demiş. Taş, cansızdır ama birinin kafasına atmadığın sürece kimseye zarar vermez, doğaldır. Pet şişe mesela, cansızdır, kimseye atmana gerek yok, çöp yerine doğaya attığın zaman zarar vermeye başlar ve bu nedenle hiç doğal değildir. Bizim anlamadığımız şu: Doğa, insana sunulmuş bir market değil! “Git istediğini al, etrafı da kirletip bırak, nasıl olsa biri gelir temizler!” Yok böyle bir şey. Yok çünkü biz de onun bir parçasıyız, biz de doğanın unsurlarından biriyiz. Biz doğanın sahibi, egemeni, müdürü falan değiliz yani. Bize doğayı “al bunu tepe tepe kullan” diye teslim etmedi kimse. Biz onun içinden çıktık. O yüzden doğa ana, toprak ana gibi tanımlamalar kullanırız. Gerçekten anamız o bizim ve biz kendi anamızı kirletiyoruz!

Yazının Devamını Oku

Boğanın çilesi

19 Şubat 2021
Hayvancıklar yükümüzü de çekti, dinsel kaprislerimizi de. Ne çektiler ama!

Geçmiş zaman kahramanlıkları bunlar. Düşün artık şu hayvancıkların yakasından. - AFP - Getty.

Neler çekti şu hayvancıklar! Yük çektiler, tarla sürdüler, gücü temsil ettiler, cesaretin ve yiğitliğin sembolü oldular, kutsal kabul edildiler, kavga ettirildiler ve ne hizmet vermiş olurlarsa olsunlar, mutlaka öldürüldüler! Hep öldürüldüler. İlla ki öldürüldüler. Hiçbir canlı sonsuza dek yaşayacak değil elbet ama garibim boğalar, güçlü olmalarının, kendilerine göre karizmatik ve yakışıklı olmalarının bedelini hep ağır ödediler be arkadaş!

BOĞA GÜREŞLERİ

Amerikan rodeoları, boğalar için daha iç açıcı görünüyor. Foto Ken Okum - Unsplash

Günümüzde, İspanya’daki boğa güreşlerine bakıp bakıp sinirleniyoruz ama aslında konu İspanyollarla çok da ilgili değil. Ne demek istediğim birazdan netliğe kavuşmuş olacak ama yeri gelmişken hemen söyleyelim, İspanya’da bölgesel yasaklamalar epeydir başladı, İspanya da artık bu geçmişte kalması gereken, artık eğlence değil vahşet olarak nitelenen etkinliği silmeye çalışıyor. Tabii, toplumların kültürel alışkanlıklarını hop diye değiştirmek kolay değil. (Bakın mesela biz hâlâ kulak mememizi çekerken havaya öpücük atıp ardından tahtaya iki kere vuruyoruz! En az 5 bin yıllık bir davranış bu!)

GÜZELİM DAĞLAR

Yazının Devamını Oku

Cayır cayır bir yazı

12 Şubat 2021
Tanımlaması çok zor olan ateşin bizim için değeri anlatmakla bitmiyor. Bitmedi nitekim.

 
Ateş nedir? Nedir ateş? Nasıl tanımlarsınız ateşi? Mesela suyu bir kaba koyabilirsiniz. Durur orada. Havayı soluruz, örneğin bir balonun içine koyar tutarız, iyi bağlarsak kaçmaz, kalır. Toprağı konuşmayalım bile, üzerinde yürürüz, bize besin verir vs. Bunların hepsinin bir hacmi, kapladığı bir alan var. Ateş başka bir şey. Hapsedemezsiniz söner. Kaba koyamazsın. Üzerine bastığınızı sansanız da bastığınız şey ateş değil, onu var eden kömür, odun filandır. Tutamazsınız ateşi. Ele gelmez ama göze görünür! Evet ateş başka şeydir ama nedir?

TANIMLAMASI BİLE ZOR


Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ateş, “Yanıcı cisimlerin tutuşmasıyla beliren ısı ve ışık” olarak tanımlanıyor. Yanmak ne peki? “Ateş durumuna geçmek, tutuşmak.” Ateşi yanmakla, yanmayı ateşle açıklıyoruz, pek güzel ama ateşin ne olduğunu henüz açıklayabilmiş değiliz.
Sözlük bir yere kadar. Ansiklopediye bakalım. Ana Britannica da şöyle tanımlamış ateşi: “Bir maddenin çevreye ısı yayarak ve genellikle alev çıkararak hızla yanması.” Karşımıza yine “yanmak” çıktı, buyurun buradan “yakın”. Latince “ignotum per ignotius” diye bir laf vardır. “Bilinmeyeni, daha da bilinmeyenle açıklamak.” Ona döndük! Gerçi sık yaptığımız şeydir bu topraklarda ama konumuz somut bir şey oluca, biraz daha net açıklamalara ihtiyaç duyuyoruz.
Ateş nedir? Bir kimyasal tepkime, bir fenomen… Her ne ise, sanırım asıl önemli olan, bizim için ifade ettikleri. Üstelik bu dosya, yani ateşin insan için ifade ettiklerinin listesi, öylesine kalabalık, öylesine uzun ki, bir tek yazıya sığması mümkün değil. Buna karşın oturup ateşle ilgili her şeyi burada anlatmaya da gerek yok. Bu nedenle, birkaç ateşli maddeyle yetinmeye çalışacağız. Yetinemezsek, ileriki zamanlarda yeniden yakarız fırın.

HEP VARDI

Yazının Devamını Oku

Booooza bozaaaaaa….

5 Şubat 2021
Bozanın aslında göründüğü kadar masum bir geçmişi olmadığını ve ta İngiltere’ye kadar adının bilindiğini biliyor musunuz?

Doğrusu benim bakarken bile canım çekiyor. Kıvamının sihiri olsa gerek.

“Murad Han kimi zaman elbise değiştirerek yaya olup dünyanın hâlini öğrenmek için Melek Ahmed Ağa ve bostancıbaşı ile yoldaş olup köşe köşe bazı eşkıyayı yakalayıp kellelerini kopardıktan sonra vücutlarını toprağa salıp ruhlarını gönderir ve başlarını sırıklar üzerine dikerdi. Bu padişahın ettiği kan dökücülüğü bir padişah etmemiştir. Kahvehaneleri, meyhaneleri, bozahaneleri ve tütünü yasak edip yüz binlerce insanı o bahane ile her gün yüzer, ikişer yüzer adamı öldürürdü.” (Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, YKY, 3. Baskı, 2004, I-1, s.187)

SULTAN MURAD’LA EMPATİ

Böyle diyor tatlı dilli Evliyâ Çelebi’miz. Ki, “tatlı dilli” Çelebi’mizin kaleminden bile kan döküldüyse, varın siz düşünün devrin şiddetini! Sözü geçen padişah, elbette IV. Murad. Sultan, aslında önce meyhaneleri ve kahvehaneleri yasaklamış. Evet IV. Murad biraz fazla sertmiş ama onu da biraz anlamaya çalışmak gerek. Çünkü Murad 1623’te tahta çıktığında Kanuni Sultan Süleyman öleli (1566) henüz 60 yıl bile geçmemesine rağmen devlet neredeyse tamamen çürümüş! Kapı kullarının isyanları, her dakika ayrı cülus bahşişi talepleri, kazan kaldırmalar, şehir içinde sivil vatandaşa karşı estirilen terör ve elbette Genç Osman’ın kapı kulları elindeki katli (1622). Hiç kuşkusuz tüm bu bozulmanın, Halil İnalcık’ın bize öğrettiği haliyle “tagayyür ve fesâd”ın başlıca nedeni, devlet yönetemeyen, sefahate dalan sultanlar. Murad, özellikle ağabeyi Genç Osman’ın katlini hiç unutamamış ve yüreğinde bu öfkeyle büyümüş. Halka yasakladığı şeyleri de kendisi bol bol tüketince, bünyesi de, sinirleri de, sağlığı da harap olmuş. Oysa Osmanlı’nın, Kanuni sonrası en önemli atılım zamanıdır ve düzen sağlanması için sert olmak şarttır. Ama bozulan sağlığı daha iyi şeylere izin vermemiş ve 11 yaşında çıktığı tahtta 17 yıl kalıp 28 yaşında, gencecik hayatını kaybetmiş.  Bugün, geçmişteki olayları incelerken, mesela IV. Murad’ı, aklı başında, durmuş oturmuş, olgunlaşmış bir adam gibi düşünerek yargılıyoruz ve yanlış yapıyoruz. Ağabeyi kapı kulları elinde katledildiğinde intikam yemini etmiş bir genç şehzade, dünyanın en büyük devletinin tahtına çıkar çıkmaz da annesi Kösem Sultan’ın ağır vesayeti altında kaldıktan kısa süre sonra bütün ipleri eline alınca, öfke, delikanlılık, ırsî gut hastalığı ve her şeyi daha da kötü hale getiren kötü alışkanlıklar, elbette çok mülayim bir insan çıkartmayacaktı ortaya. 

ÖYLESİNE BİR YAKLAŞIM

Eskinin bozacılarından

Yazının Devamını Oku

Biz Galyalılar

29 Ocak 2021
Bazılarımız, Asterix’le doğrudan akraba ve bunu bilmek çok güzel.

Öğrencilik yıllarımda okuduğum Bursa’dan, ailemin yaşadığı sılam Adana’ya giderken otobüs, Eskişehir Sivrihisar dolaylarında mola verirdi. Sivrihisar’da antik kent kalıntıları olduğunu duymuştum ama kimin kenti olduğunu bilmiyordum. Çok sonradan öğrendim. Meğer ne öyküler varmış ardında.

SAYGIN BÜYÜCÜ ŞAMANLAR: DRUİDLER

18'inci yüzyılda İngiltere kırlarında dolaşan iki druid. Zamanın büyücüleri.

Efendim, Batı edebiyatının tipik erkek büyücüleri vardır ya hani… Canlandırmaya yardımcı olmak için örneklendireyim, Hobbit’te büyücü Gandalf, Harry Potter dizisinde Dumbledore, eski İngiliz sözlü geleneğinin beyazperdeye de aktarılan ünlü Kral Arthur’un çevresinden büyücü Merlin… İşte öyle bir tip düşünelim lütfen. Yardımcı olması için sayfadaki “kırlarda dolaşan iki büyücü” resmine bakabilirsiniz. Yazımızın konusu olan toplulukta, bu büyücülere “druid” deniyordu. Druidler, Türklerin Orta Asya’daki şamanlarından pek de farklı değillerdi, aşağı yukarı aynı işleve sahiptiler.

SÜT YOLUNA BAKARAK…

Galiçya'da Kelt izi.

Yazının Devamını Oku

Biraz roman havası

22 Ocak 2021
Çingeneler, bin yılın ve çok sayıda kültürün izini taşıyor. Onlardan öğrenecek çok şey var.

Kendilerine has yaşam biçimleri eğlenceli ve barışçıldır Romanların.

Ayı oynatıcıları vardı eskiden. Burnundan zincirlenmiş bir ayı ve elinde tef ile baston taşıyan bir ayıcı, sokak sokak dolaşır, birlikte gösteri yaparlar, bahşiş toplarlardı. Ayılar, bayağı dans eder, göbek atarlardı. Ayı ile ayıcı, birlikte bir şey ifade ederlerdi. İkisinin birleşimiydi gösteri, hiçbiri tek başına anlam taşımazdı. Ne ayının performansı ayıcıya ne ayıcınınki ayıya üstündü. Ekipti onlar. Mevsimlerle birlikte ayılar da değişirdi, ayıcılar da. Ancak bir ortak yanları vardı, ince uzun yüzlü ve fazlaca esmerdi ayıcılar ve farklı insanlar olsalar bile ayılara söyledikleri şarkıları neredeyse aynıydı. Küçükken, onların bir tek Türkiye’de olduklarını zannederdim.Gün boyu sokaktan, seyyar arabalarda birşeyler satanlar geçerdi, her yerde olduğu gibi. Kulağımda hâlâ, “Seleee vaaar, sepeet vaaar” diyen kadın sesini. Nerede duysam tanırım. İşte o sele-sepet satan kadınlarla ayıcılar bir şekilde birbirlerine benzerlerdi. İnce, esmer… Kilolu olsalar bile bakışlarında bir incelik her zaman vardı. Farklılardı diğer satıcılardan. Mesela yoğurtçudan, dondurmacıdan, bicibiciciden…  Kimdi onlar?

AYILAR İYİLEŞTİ. YA AYICILAR?

1970'lerde Bulgaristan'da çekilmiş bir ayı ve oynatıcısı.

Büyümeye başlayınca onların kim olduklarını öğrendim. Meğer ayıcılar ve dans eden ayılar Avrupa’nın tamamında ve Asya’da da varmış. Ama sonra ayılar toplandı, rehabilitasyon merkezlerine kondu, esaret ve hunhar eğitim sürecinde gördükleri zulmü unutsunlar diye tedavi edilip ardından doğaya salındılar. Ayıcılık yasaklanınca, tek bildiği iş ayıcılık olanlara ne oldu, onları da rehabilite ettiler mi, bilmiyorum. Ama bazen, onlara benzeyen birilerine rastlıyorum. Sele-sepet falan da eskisi kadar kullanılmıyor artık. Plastik teknolojisindeki gelişmeler, hatta akışı değişen ev hayatımız, seleleri, sepetleri pek de gerekli kılmıyor. En azından şehirlerde böyle. Sepetçi de görmüyorum artık pek. Ama onlara benzeyenlere rastlıyorum bazen. Sahi… Kim bu Çingeneler?

ÇİNGENE DE OLUR, ROMAN DA

Yazının Devamını Oku

Kafayı afiyetle yiyoruz

15 Ocak 2021
En sevdiğimiz kış yemeklerinden biri değil midir kapuska? Ve ne ilgisi vardır lahananın, kabotajla?

Çok derde deva lahana. Foto C Drying - Unsplash

Geçenlerde sosyal medyada dâhil olduğum bir mezunlar grubunda bir arkadaşım sormuş, “Kışın en sevdiğiniz yemek hangisidir?” diye. Hiç düşünmeden “kapuska” diye yanıt verdim. Bayılırım kapuskaya. Lahananın en güzel ikinci halidir bence. Birincisi turşusu tabii ama o da ana kahraman değil, yan karakter. Harikadır kapuska bence. Üzerine de bol pul biber… De, ne biçim bir isimdir bu? Ne demek ki kapuska? Neden içinde “lahana” geçen bir isim koyulmamış?

HANGİ BİLGİ!

Tuğrul Şavkay’ın Osmanlı Mutfağı adlı eserinden anlıyoruz ki kapuska, Osmanlı’dan bu yana mutfağımızda. Ama 6 asırlık Osmanlı’nın hangi döneminde girdiğini bulamadım. (Sözcüklerin izini sürerek belki bazı ipuçları elde edebiliriz.) Basılı kaynaklar zaten sınırlı. İnternet ise sınırsız gibi görünse de, bizim kültürümüze ışık tutacak bilgiler açısından tam bir çöl! “Bilgi çağı” diyoruz ya, hikâye -bu konuyu başka bir yazıda detaylıca ele alacağız- kimsenin bilgi peşinde olduğu yok. Talep edilen bir şey olsa, arzı da olurdu. Çok fazla yemek tarifi var mesela nette. Ama yemeğin tarihi yok! Yok, çünkü kimse bunu bilmek de istemiyor, önemsemiyor da. Kimsenin umurunda değil. “Kapuska yerken, kaç yüz yıl önce Türk mutfağına girdiğini bilmek, yemeğin tadını mı güzelleştirecek kardeşim?” diye soran olursa, bunun sadece sığlık olduğunu, bu durumda yediği ottan en büyük zevki ineklerin alacağını söylemem de kabalık olmaz sanırım. Onlar da sadece otu talep eder, ot hakkında bilgiyi değil. Ama arkadaşımızın sorusuna da cevap vereyim: Evet yemeğin tadı daha güzel gelir, tarihini bilince.

NEDEN KAPUSKA?

Mis gibi bir kapuska.

Yazının Devamını Oku