TFF Başkanı, ‘şimdilik’ notunu düşerek, Süper Lig, TFF 1. Lig, 2. Lig, 3. Lig ve Bölgesel Amatör Liglerimizin 12 Haziran haftasında tekrar start alacağını kamuoyuna duyurdu. Ancak, akabinde bazı kulüplerin ve otoritelerin aksi yöndeki görüşleri ve ortaya koydukları sorular, ciddi tartışmaların başlamasına sebep oldu. Acaba futbola yeniden start verilmesi doğru bir karar mıydı? Bizim görüşümüz; kısmen ‘evet.’ Kovid-19’la mücadelede başarılı olmuş, sosyal ve ekonomik hayatta normalleşme adımları atan ülkemizin, futbolda da normalleşmeye geçmesi gayet normaldir. Ve doğru bir karardır. Tıpkı, benzer şekilde bu salgın konusunda başarılı olmuş Almanya hükümetinin futbola start kararı vermesi gibi.
TÜM LİGLERDE KALAN MAÇ SAYISI 839
Ancak bugün, Süper Lig’den BAL Ligi’ne, toplam 277 takımın mücadele ettiği ve 2019-20 futbol sezonunu tamamlamaları için önlerinde oynamaları gereken tam 839 müsabakanın olduğu bir yerde ‘tamamen normale dönmek’ pek mümkün görünmemektedir. Süper Lig ve 1. Lig’deki profesyonel kulüplerden beklenen ‘duyarlılık ve hassasiyeti’ BAL Ligi ve hatta onlara benzeyen amatör zihniyetteki 3. Lig ekiplerinden beklemek... Her ne kadar profesyonel olsalar da birçokları hâlâ ‘amatör zihniyette’ olan ve çoğu ilkel şartlarda mücadelelerini sürdüren 3. Lig kulüpleri için “Kalan 179 maçınızı da oynayabilirsiniz” demek.... BAL Ligi’nde kalan 408 maçı oynatarak tamamlamak... Kısaca bu 241 takımı, Süper Lig ve 1. Lig kulüpleriyle aynı kefeye koyup kalan 708 müsabakalarını tamamlamalarını istemek, yeniden revize edilmesi gereken bir karardır.
LİDERLER ÇIKSIN VE PLAY OFF OYNANSIN
Peki, çözüm nedir? B planı ne olmalıdır? Mevcut şartlarda, kalan 708 müsabakanın tamamını oynamaları pek mümkün görünmeyen bu alt ligler için (2. Lig, 3. Lig ve BAL) çözümümüz, bu sezon ortaya konan emeklerini de boşa çıkarmamak adına kısıtlı müsabakalarla sezonu tamamlamaları olmalıdır. Bu da bahsettiğimiz liglerde, lig statülerine uygun bir şekilde mevcut haliyle üst lige çıkma durumu bulunan takımları -liderleri direkt, diğerlerini de play-off oynatarak- üst lige almak ve bu sezon için bu liglerde küme düşmeyi kaldırmak olmalıdır. Önümüzdeki sezon da istenirse 21 takımlı olan bu ligler küme düşecek takım sayısı artırılarak normalleştirebilir.
KÜME DÜŞME OLMASIN
Bir başka deyişle, Süper Lig’de kalan maç sayısı 72. TFF 1. Lig’de ise play-off’la birlikte 59 maç var. İki gruptan oluşan 2. Lig’in tamamlanması için önlerinde 108’i Lig ve 13’ü play-off olmak üzere 121 müsabaka bulunuyor. Üç gruptan oluşan 3. Lig’in tamamlanması için ise önünde 164’ü lig ve 15’i de play-off olmak üzere toplam 179 müsabaka duruyor. BAL Ligi 11 gruptan oluşuyor. “Sezonu tamamlayayım” demeniz 340’ı lig ve 68’i kademe maçları olmak üzere 408 müsabaka daha oynamak demek. Dediğimiz gibi çözüm, Süper Lig ve 1. Lig dışındaki liglerde sezonu sonlandırarak play-off ve kademe maçlarını oynatarak kısmi normalleşmeye geçmek olmalıdır. Bunun için biz de diyoruz ki; futbolda kısmi normalleşmeye ‘evet.’ Kısmi normalleşme, ülkenin futbol yüzü ve markası olan Süper Lig ve bir altında bulunan 1. Lig maçlarını oynatarak sezonun tamamlanmasıdır. Bu da her iki lig için toplam 21 ilde müsabaka oynanacağı anlamına gelir ki, 21 şehir denetlenebilir ve kontrol edilebilir bir alandır.
3. LİG'İ 15 PLAY-OFF MAÇIYLA BİTİREBİLİRSİNİZ
Kulüplerimizin klasiği haline gelen başlıca konulardan biri de hakem hatalarıyla kaybedilen puanlardır... Her ne hikmetse, onlar için başarısızlığın her daim bir numaralı sorumlusu, maçlarında yapılan hakem hatalarıdır. Ve bunu da sık sık düzenledikleri basın toplantılarıyla, barkovizyon gösterileriyle dile getirmeye çalışırlar, “Şu kadar puanımız hakem hatalarından uçup gitti” diyerekten. Öyle ki; hakem hatasından kaybedilen bir maç yüzünden ömrünü bitirdikleri, düdüğünü astırdıkları hakemler dahi olmuştur geçmişimizde.
BECERiKSiZLiK VE iHMAL
Peki ya hatayı hep dışarıda arayan o kulüp yönetimlerinin yanlışları yüzünden kaybedilen puanlar? Onları ne yapacağız? Hiç onları alt alta koydunuz mu? Zamanında yapılmayan teknik adam ve futbolcu ödemeleri yüzünden kulüplerine kaybettirdikleri onca puanlar. Sözleşme şartlarına ve talimatlara uymadıkları için FIFA’dan ve TFF’den gelen eksi puan cezaları. Kendi beceriksizlikleri ve ihmalleri yüzünden silinen puanları... Gelen transfer yasaklarıyla kulüplerini uğrattıkları zararlar...
O komik komik ihmal ve yanlışlıkları yüzünden hem kulüplerine hem de uluslararası arenada ülkelerine kaybettirdikleri itibar... Onları ne yapacağız? Hakemin bir hatalı kararıyla giden bir puan için ortalığı yakıp yıkan o kulüp yönetimleri, acaba bu kendi ihmal ve beceriksizlikleri yüzünden uçup giden puanları da terazinin diğer kefesine koymayı düşündüler mi hiç? Düşünmezler, asla! Ama biz düşündük... Hazır fırsat bu fırsat, ‘onlar’ için de biz bir barkovizyon hazırlayalım istedik... ‘Onların’ hemen hemen her sezon ‘hafta hafta hakem hatalarından derledikleri’ barkovizyon gösterilerinden esinlenerek(!) sezon sezon son 10 yılda yönetim hatalarından kaybedilen puanları sizler için derledik. Biz susalım, bundan sonra rakamlar konuşsun. Ne dersiniz?..
SON 10 YILDA FIFA VE TFF’DEN PUAN SiLME CEZASI ALAN KULÜPLER
2019-2020 SEZONU
Eskişehirspor: - 15 puan (- 12 FIFA) + (-3 TFF KLK ‘Kulüp Lisans Kurulu’)
Osmanlıspor: - 3 puan (TFF KLK)
Derler ya bir konuştu pir konuştu diye... Bizim Yusuf Başkan’ın (Namoğlu) açıklamaları da aynen öyle oldu. Adeta çarşı pazar karıştı. Bence sözlerinin en can alıcı ve enteresan olanı; “VAR’ın teknik ekibinde Fenerbahçe TV’den gelen görevliler vardı” cümlesiydi.
Dikkatinizi çekerim... “VAR odasındaki teknik ekipte daha önce Fenerbahçe TV’de çalışmış bir arkadaş vardı” denmiyor. “VAR odasındaki teknik ekipte Fenerbahçe TV’den gelen görevliler vardı” deniyor. İkisi çok farklı şeyler. İddia edilen cümlenin açılımı şu... Birincisi; ‘görevliler’ dendiğine göre, bunlar bir değil birkaç kişiymiş VAR odasında.
İkincisi de VAR sisteminde çalışan o görevliler aslında Fenerbahçe TV’nin elemanlarıymış, oradan gidip geliyorlarmış. Sizce de bu cümleden bu anlam çıkmıyor mu? Peki, bu iddia doğru mu? Hayır! Zaten böyle bir şeyin olması da mümkün değil. Peki, doğrusu ne, söyleyelim.
Birincisi; VAR’daki teknik ekibin Futbol Federasyonu’yla bir ilgisi yok. Bu ekip Türkiye’de olduğu gibi Avrupa’nın yaklaşık yüzde 80’inin VAR sistemi teknolojisini yürüten Hawk-Eye firmasının yeminli operatörlerinden oluşuyor. 2001 yılında kurulan bu uluslararası firma IFAB akreditasyonlu ve sektörünün lideri. Hawk-Eye çalıştırdığı bütün elemanları kendi seçmekte ve kendi bordrosunda yer vermekte. Ülke federasyonları karışamıyor. Yanılmıyorsam dünya genelinde bu firmanın operasyonları yürüten bu operatörler dâhil 571 personeli var.
KAMUOYUNUN MERAK ETTiĞi SORULAR VE CEVAPLARI...
VAR operatörleri nasıl seçiliyor?
VAR operatörü olmak için IFAB’ın o kişiye yetki belgesi vermesi gerekiyor. Bunun için de aday kişiler İngiltere’de ‘IFAB Operatörlük Eğitim Belgesi’ alıyor. Bununla beraber birçok ülkede hizmet verildiği için Hawk-Eye operatörleri dünyanın her yerinde görev almakta. Bu nedenle birçok yabancı operatör de Türkiye’deki maçlarda görev alıyor. Yani burada görev alanların tamamının Türk olması gibi bir zorunluluğu yok. Firma, bu operatörlerini ülkeler arası dönüşümlü olarak kullanıyor.
Dedik ya, bu talimatlar bir gazeteci için tam bir derya diye... Gerçekten öyle. Geçen hafta ‘Futbol ailesinin üvey evlatları hakemler’ başlıklı yazımızda da değindiğimiz gibi, bireyden bireye, kurumdan kuruma farklılık gösteren, çelişkilerle dolu bir futbol talimatımız var, ne yazık ki önümüzde. Tabii sık sık, hatır gönül işi yapılarak gelinmiş bugünlere! Mesela teknik adamlığa kabul şartının ‘zamanında’ birileri adına revize edilmesi gibi! Hemen hemen futbol ailesinin her kesimine ‘kabul için’ aranan o ‘sicil’ şartının teknik adamlığa kabulde ‘aranmamasında’ olduğu gibi! Bir futbolcunun, profesyonel futbolculuk hayatında ne kadar men cezası almış, sicili ne kadar bozuk olursa olsun (müsabaka sonucunu etkileme ve bahis dışında) bu durumun, onun teknik adamlığa kabulü için bir engel taşımaması gibi...
HiÇ ŞAŞMAMAK LAZIM
Daha önce teknik adamlık kurslarına katılmak için aranan ‘TFF yargı organları tarafından bir defada altı ay hak mahrumiyeti cezası almamış’ ve ‘kesinleşmiş doping cezası bulunmamak’ şartlarının, arkası sağlam bir teknik adam adayımız için, bir hokus pokusla ortadan kaldırılması gibi... Tabii ki yine ‘görülen lüzum üzerine!’ Yine kişiye özel bir talimat değişikliği ile... Şaşmamak lazım. Yoksa o antrenör arkadaşımız, talimat revize edilmese bugün yedek kulübesinde oturabilir miydi?
65’LiK FEDERASYONA 70’LiK EĞiTiMCi!
Tuhaflıklar, çelişkiler elbette birkaç şeyle sınırlı değil talimatımızda. Mesela TFF yönetim kurulu üyesi olmak için ‘2 yıldan fazla hak mahrumiyeti cezası almamak’ şartının arandığı bir yerde; MHK Başkanı ve üyeliği için bu yönde hiçbir şartın aranmaması normal midir, Allah aşkına? Hele hele gözlemci, eğitimci, mentör, bölgesel veya il hakem kurulu üyesi olabilmek için ‘TFF yargı kurulları tarafından 45 gün ceza almamış olmak’ şartının konduğu bir yerde.
ÇARPIKLIK DEĞiL DE NE?
Yine TFF Tahkim Kurulu Başkanı ve üyesi olmak için aranan ‘6 ay hak mahrumiyeti cezası almamış olmak’ şartının bulunduğu bir yerde TFF’nin diğer yargı organları için aynı şartın konmaması. Çarpıklık değil midir, peki? Tabii konu ‘kişiye özel talimat değişiklikleri’ olunca mentörler için yapılan değişikliği de es geçmek olmaz. Klasman gözlemcisi, il gözlemcisi, il eğitimcisi ve klasman temsilcisi gibi tüm alanlarda maksimum 65 olarak konan yaş sınırının, yine bir hokus pokusla sadece mentörler için 70 yaş olarak revize edilmesini. Neden mi? Vardır bunun da bir hikmeti!
SINIR VAR AMA KiME?
Birileri Netflix’te, bazıları ekran karşısında, biz de talimatlar arasında sörf yapıp duruyoruz bu aralar... İnanın bir gazeteci için tam bir derya TFF talimatları! Mesela son takıldığımız yer MHK Talimatı, Madde 38, ‘Disiplin Hükümleri’ kısmı. Gelin önce Disiplin Talimatımızda yer alan ve hemen hemen her hafta karşılaştığımız “Futbol camiasını küçük düşürecek tutum ve davranışlar sergilemek” ihlalini ele alalım.
MESLEK HAYATININ SONU
· Ve sonra da bu ihlalin futbol ailesindeki bireylerine karşı yaptırımı nelermiş ona bir göz atalım...
· Futbolculara; 1 ila 3 maç men.
· Yöneticilere; 21 ila 60 gün hak mahrumiyeti.
· Teknik adamlara da; 1 ile 3 maç yedek kulübesine ve soyunma odasına giriş yasağı.
· Başkanlar, yöneticiler, teknik adamlar ve futbolcular için bu ihlalin yaptırımı böyle. Peki ya; bir hakem için, aynı ihlalin yaptırımı ne, hiç merak ettiniz mi? Mesela bir futbolcu için maksimum ‘3 maç men olan’ bu ceza hakemler için nedir? Söyleyeyim; ‘Meslek hayatının bitirilmesi.’ Evet... Aynen öyle. Aradaki farkı görebiliyor musunuz?
GİDEN SADECE DÜDÜKLERİ OLSA İYİ
Dün ‘az’ diyerek çoğaltılan sayının, bugün ‘çok’ bulunup tekrar azaltılmak istenmesi gibi. Birkaç ay önce kulüpler ile TFF arasındaki zirvede bir kez daha gündeme gelen yabancı sayısı, 2020-21 sezonu öncesi yeniden değişim sürecine girmiş ve Kulüpler Birliği Vakfı’ndan, TFF Yönetim Kurulu’na sunulmak üzere bu konuda bir çalışma yapması istenmişti. Burada arzulanan; kulüplerin kadrolarındaki yabancı oyuncuların sözleşmeleri dikkate alınarak, sayının kademeli olarak azaltılmasıydı. Ve bugün, Kovid-19 salgınının tüm dünyada olduğu gibi Türk futbol ekonomisinde ciddi bir tahribata yol açacağı aşikardır. Her ne kadar Avrupa Ligler Birliği, bu salgının kulüplerin gelirlerinde yüzde 30’luk bir azalmaya yol açacağını belirlese de, ülkemiz futbolu açısından zararın döviz kurundaki artışla birlikte yüzde 50’leri bulduğu varsayılmaktadır. Bu da haliyle kulüplerimizi ivedilikle yeniden yapılanmaya ve radikal kararlar almaya mecbur kılacaktır. Belki de bu kriz, ülkemiz futbolu açısından yeni bir sayfa açmamıza yeni bir başlangıca yapmamıza vesile olacaktır.
YUSUF YAZICI VE OZAN KABAK’I NASIL KAZANDIK, HATIRLAYIN
Bu kriz, futbolumuz adına fırsata dönüştürülebilir. Hatta dönüştürülmelidir de... Örneğin; kulüplerimizin geçmişte yaşadıkları o ekonomik ve benzeri krizlerde altyapılarına sarılmaları gibi. Krizlerin zaman zaman kulüplerimiz açısından bir fırsata dönüştürülerek sürpriz yeni genç oyunculara sahip olmamız gibi... Zamanında Mehmet Ekici krizini yaşayan Trabzonspor’un, altyapısının ürünü olan o genç Yusuf Yazıcı’ya A takım kadrosunda yer verme mecburiyetinde kalması ve bunun sonucunda ülke futbolunun yeni bir star kazanması gibi... Keza Galatasaray’ın savunmasında yaşadığı yokluk sonrası Ozan Kabak gibi bir yıldıza sahip olmamız gibi... Bu ve bunun gibi sayabileceğimiz onlarca örnek vardır futbol tarihimizde.
TAMAMEN TÜRK FUTBOLCULARIN FORMA GiYDiĞi BiR ORGANiZASYON
Biz de hazır bu yabancı meselesini tartışırken ve bu konuda da yeni bir çalışma içindeyken, kendi öz evlatlarımıza daha fazla fırsat sağlayacak bir sistemi başlatalım istedik... En azından ekonomi normale dönene kadar, sahaya sürdüğümüz o yabancı sayısını, yerli sayımızla eşitlemek gibi. Fırsat bu fırsat, kendi değerlerimizi değerlendirelim, onlara şans verelim düşüncesindeyim. Naçizane bu konudaki tavsiyem de; adını Türkiye Kupası diye belirlediğimiz şu kupanın bir başlangıç olarak en azından belli bir süre tamamen Türk futbolcuların forma giydiği bir kupa haline getirilmesidir. Hem de eşitlik ilkesi adına... Bugün kadrolarının yarısı yabancı olan üst lig takımlarının, hiç yabancıları olmayan o alt lig takımlarıyla mücadelesini biraz daha adil hale getirmek adına... Fena mı olur; Keçiörengücünü, İstanbulspor’u, Tuzlaspor’u, Kırklarelispor’u, Eyüpspor’u ve Vanspor’u, kadrolarının çoğu yabancı oyuncularla dolu büyüklerimizle karşılaştırırken biraz daha hakkaniyetli davransak. En azından büyüklerimizin alt liglerdeki bu takımlarla mücadelesinde (eşleşmelerinde) onlar gibi sahaya sadece yerli oyuncularımızı sürsek. Tıpkı Avrupa’ya çıkan ve boynu bükük dönen o takımlarımızın, yabancı sayısından dem vurarak, kendilerine mazeret ürettiklerinde verdiğimiz o hakkı, şu kupada alt liglerdeki takımlarımıza da versek. Türkiye’nin kupası Türk’ün kupası olsa, fena mı olur? Sponsoruyla ve sahaya süreceklerimizle, şu kupayı, yerli ve millî bir kupa haline getirmek hiç de fena olmaz bence. Peki ya sizce?
Bizim Erman hocadan (Toroğlu) ve Ahmet hocadan (Çakar) bahsediyorum... Bugünkü mevcut Futbol Disiplin Talimatı’na göre, Toroğlu da Çakar da ihlal niteliği taşıyan söylemlerinden dolayı TFF tarafından bal gibi de PFDK’ya sevk edilebilir. “Olur mu böyle şey?” diyen, açar talimata bakar, ‘tff.org’ orada! Meraklısı filan da değilim ayrıca sevk edilmeleri için... Ama talimat bunu söylüyor!..
“Nasıl mı?”dan önce, durup dururken nereden bu noktaya geldik, izah edelim... İşimiz ‘yazmak’ olunca önceliklerimizden biri de ‘okumak’ oluyor haliyle. “Bir şeyler okuyayım” dediğimde ise aklıma gelen ilk şey, TFF Talimat kitapçığı oluyor! En çok haşir neşir olduğum iş de Futbol Disiplin Talimatı olunca - ki sürekli revizeye uğradığından her üç ayda bir bakmak gerekiyor- fırsat bu fırsat diyerek önceki gün açtım o talimatı, başladım okumaya...
‘DiĞER KiŞiLER’, PEKi YA KiMLER?
Daha 3. madde!.. ‘Kapsam’ kısmının ‘g’ bendi takıldı hemen kafama... Bu talimatın kimleri kapsadığı ‘g’ bendinde kadar tek tek sıralanmış... Başkanından futbolcusuna, görevlisinden taraftarına. Futbol ailesinden aklınıza kim geliyorsa. Tek tek sınıflandırılarak yazılmış. Ve en son ‘g’ bendinde de, ‘futbolda görevli diğer kişiler’ ibaresi kullanılarak bu kişilerin de (!) bu talimat kapsamın içinde olduğu ifade edilmiş. Edilmiş edilmesine ama yazılanlardan geriye kalan, o ‘diğer kişiler’ sınıfına koyacağımız aklımıza gelen kimse yok! Ben bulamadım açıkçası, Bu kişiler takımları statlara getiren otobüs şoförleri veya stadın çevresinde köfte ekmek satanlar olamayacağına göre, peki kimler? Düşünüyorum, düşünüyorum aklıma tek gelen ve burada yazılı olmayan en mantıklı kişiler, ‘Futbol Federasyonu delegeleri’ oluyor. Hani o, futbolun yönetimi konusunda karar mercii makamına sahip olan TFF Genel Kurulu delegeleri. Çünkü onlardan bahsedilmemiş ilgili maddenin hiçbir yerinde.
ONURSAL BAŞKANLAR BiLE CEZA KAPSAMINDA
Bakın ilgili madde ne diyor?
“Aşağıda sayılan kişiler bu talimat hükümlerine tâbidirler.”
(a) Kulüpler, başkanları, onursal başkanları, yöneticileri ve çalışanları,
Malum gündemimiz ‘sağlık’ ve üstüne bir de ‘dayanışma’ olunca; gündeme paralel, enteresan bir hatıra geldi hemen aklımıza. Beraberinde de o meşhur ‘tam yerine rast geldi, manzara koyduk’ repliği!.. Sırası gelmişken biz de bir ‘manzara’ koyalım istedik! Evet... Futbol ailemizin sağlık ve dayanışma konusundaki duyarlılığını (!) gösteren, enteresan bir manzara şimdi anlatacaklarımız. Bakmayın üzerinden 6 yıl geçmesine, sanki dün yaşanmış gibi, hafızalara kazınacak bir hatıra aslında...
ALS FARKINDALIĞI İÇİN
2014 yılının kasım ayıydı. Milli Takımımız’ın İstanbul’da Brezilya ile oynayacağı özel karşılaşma öncesi, dönemin Futbol Federasyonu, ülkemizde sayıları 8 bini bulan ALS hastaları için bir ‘farkındalık’ projesi yapılmasına karar vermişti. Kampanyanın ilk adımı da TFF’nin
Riva’daki merkezinde, futbol ailemizin ünlü isimlerinin katılımıyla gerçekleştireceği tanıtım toplantısıyla atılacaktı.
MEDYA İLGİSİZ KALINCA
Ve o tanıtım günü geldi. Kürsüde futbol dünyamızdan birbirinden ünlü isimler vardı ama koca salon bir-iki kameraman dışında adeta bomboş kalmıştı... Belli ki konu spor medyamızın pek ilgisini uyandırmamıştı! Yetkililer çareyi Riva’da bulunan Genç Milli Takım hocaları ve eğitimcilerini (o dönemin) salona çağırmakta bulmuştu. Bu da salonda enteresan manzaralar yaşanmasına yol açmıştı.
Salonun kapısından içeri giren antrenörler, soluğu ALS Derneği Başkanı İsmail Gökçek ve ailesinin yanında alıyordu. Çünkü birçoğu İsmail Gökçek’le aynı dönemde top oynamış, hatta bazıları aynı takımda forma giymiş birer eski futbolcuydu.
BUNLAR ARKADAŞ OLACAK ÖYLE Mİ?