Paylaş
Herkes kendi tarafının kazandığı bir Türkiye özlüyor ama şu kesin ki, kim kazanırsa üç temel sorunla karşılaşacak.
Evvela kucağında ateşten bir top bulacak, bu ateşten topun adı ekonomidir.
İkincisi, muhtemelen Meclis’te muhalefetin çoğunluk sağlaması durumunda yürütme ile yasama ilişkilerinin nasıl işleyeceğidir.
Üçüncüsü Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen yönetim tarzının işleri kolaylaştıracağı mı, zorlaştıracağı mı konusudur.
DOLAR SORUNU
Evvela ekonomi... Ağırlıklı olarak iç tüketime dayanan büyümemiz arttıkça döviz açığımız da artıyor: İktisatçı İbrahim Kahveci’ye göre, 12 aylık dönemler itibarıyla cari açığımız bir yılda 35 milyar dolardan 57 milyar dolara çıkmış.
Böyle büyüdüğümüz için, 2002’de 129 milyar dolar olan toplam dış borcumuz, bugün 453 milyar dolar.
Kaldı ki artık dünyada dolar bolluğu yok, AB sürecinde olduğu gibi yılda 20 milyar dolar yabancı sermaye de gelmiyor.
Peki ne olacak?
Sayın Mehmet Şimşek’in dediği gibi, “Büyüme 2018’in ikinci yarısından itibaren dengelenecek, iç talep yumuşayacak, fiyat istikrarı yakalanacak, cari açık makul düzeye düşürülecek.” (12 Haziran)
Bu kemer sıkma demek, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını güçlendirerek yüksek faizle piyasadan para çekmek demek, ithalatı düşürmek demek...
Özetle ekonomi ameliyata alınacak, zorlu bir süreçten geçeceğiz.
SİSTEM NASIL ÇALIŞACAK?
O zorlu dönemde sistem nasıl çalışacak? Yeni sistemin müelliflerinden Mustafa Şentop, arkadaşımız İpek Özbey’e diyor ki:
“Bu sistem en iyi, cumhurbaşkanının siyasi partisinin çoğunlukta olduğu bir parlamento yapısıyla işler.” (Hürriyet, 12 Haziran)
Doğru fakat parlamenter sistemde de böyledir; başbakanın yetkilerini cumhurbaşkanına aktarmak için bunca siyasi mücadeleye, sistem değiştirmenin sorunlarına gerek var mıydı?
Kaldı ki, yeni sistemde Meclis’in yetkileri budandı; nitekim yürütmenin işlemlerini denetleme konusunda Amerikan Senatosu’nun sahip olduğu yetkiler bizim “Gazi Meclis”e verilmedi...
Bu tabloda, hele de ekonomik ameliyat döneminde cumhurbaşkanının Meclis’le ilişkileri nasıl olacak?
DEMOKRASİ STANDARTLARI
Partisinin milletvekili adaylarını belirleyen, seçildikten sonra onlara talimat vererek yasa çıkarttıran ya da reddettiren liderlik geleneği Türkiye’de zaten var.
Bunun “kurumlara güven” faktörünü zayıflattığı apaçık ortadadır: Merkez Bankası’nın ve yargının bağımsızlığı, kurumların etkinliği gibi konularda iç ve dış sermaye çevrelerinde tereddütler bulunmaktadır.
Ali Babacan ne diyordu?
“Biz ekonomi alanında ne yaparsak yapalım, eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olmasıyla ilgili ciddi soru işaretleri oluştuysa, bu başlı başına bir problem.” (14.5.2015)
Mehmet Şimşek de şöyle diyor:
“Bizim de hukuk devletini güçlendirmemiz, demokratik standartlarımızı iyileştirmemiz, kurumsal kaliteyi yükseltmemiz açısından ne güneyde ne doğuda ilham alacağımız kimse yok, Avrupa Birliği bizim hâlâ ilham kaynağımız.” (23.4.2018)
Netice; seçimlerden sonraki ağır sorunların altından kalkmamız için “daha güçlü, daha güçlü” değil, yeterince güçlü yani mutlaka kuvvetler ayrılığına bağlı, mutlaka uzlaşmacı nitelikte yürütme-yasama ilişkisine ihtiyacımız var.
Sermaye ve krediyi Batı’dan getireceğimize göre Batılı demokrasi standartları ekmeğimiz için de şart.
Paylaş