Nitekim Fransa’da iktidardaki Sosyalist Parti 2012 seçimlerinde 1. turda yüzde 29 oy almış, ikinci turda sol oylar birleştiği için yüzde 41 oyla iktidara gelip hükümeti kurmuştu.
16 Nisan’daki yüzde 51.4 gibi bir oy oranının buna göre hayli yüksek olduğu açıktır.
Öyleyse niye “az” olduğu söyleniyor?
Bu karara muhalefet itiraz ediyor. AGİT raporunda da “kanuna aykırı” olduğu belirtiliyor.
Seçim Kanunu’ndaki 98. maddeye göre “üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan... zarflar geçerli değildir.”
101. Maddeye göre de “arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan... oy pusulaları geçerli değildir.”
Kanun çok açık değil mi?
Bu, parlamenter sistemde olduğundan çok daha kesin bir kuraldır.
16 Nisan referandumunda çok az oy farkıyla da olsa kabul edilen metinde bu yönde düzenlemeler yoktu.
Şimdi, siyasi partiler ve seçim kanunlarında yapılacak değişiklikler bunu sağlayacak yönde mi olacak, yoksa kuvvetler ayrılığı sözde mi kalacak?
Önümüzdeki en önemli sorun budur.
YÜZDE 10 BARAJI
Evvela yüzde 10 seçim barajı başkanlık sisteminde ya sıfırlanmalı veya sıfıra yakın bir düzeye indirilmelidir.
12 Eylül darbesinin getirdiği yüzde 10 barajı büyük partileri “aşırı” ödüllendirdiği için iktidarlar tarafından hep muhafaza edildi.
AK Parti de böyle yaptı.
YSK’ya yapılan itirazlar mahfuz kalmak kaydıyla, hukuken meşru ve geçerli bir sonuç. Fakat siyaseten bir o kadar tartışmalı bir sonuç... Evvela Sayın Başbakan Yıldırım’ın Anayasa değişikliği konusundaki şu sözleri doğrudur ve son derece önemlidir:
“Toplumun yüzde 100’ü değilse bile büyük bir kesimini, kahir ekseriyetini kapsaması lazım, onların kabul edebileceği bir metin olması lazım. Bunu da tek başına yapamayacağımız aşikâr; onun için bütün partilerle çalışmamız gerekiyor.” (25 Temmuz 2016)
Tam aksine bir sistemi yürütmek için gerekli toplumsal onay 16 Nisan’da çok küçük bir farkla ortaya çıkmıştır.
İKİ REFERANDUM
Hafızalarda “Yetmez ama evet” sloganıyla kalan 2010 referandumu “daha fazla demokrasi, bağımsız yargı” kavramlarıyla yürütülmüştü. AB’nin en saygın hukuk kuruluşu Venedik Komisyonu, önerilen düzenlemeleri “ileri bir adım” olarak nitelemişti.
Moral zemini yüksekti.
Ülkedeki sağ ve sol liberallerden de ciddi destek almıştı.
16 Nisan referandumunun ise odak noktası, Başdanışman Sayın Mehmet Uçum’un ifadesiyle
Referandum propagandalarında muhalefet çok gündeme getirmedi ama iktidarın kuvvetle vurguladığı konulardan biri “bağımsız ve tarafsız yargı” kavramı oldu.
Anayasa’nın 9. maddesindeki “bağımsız mahkemeler” kavramına “tarafsız” da eklendi. İyi oldu elbette ama bu mahkemelerin “bağımsız ve tarafsız” olmasının garantisi değildir.
Çünkü mahkemelerin “bağımsız ve tarafsız” olması, HSYK’nın “bağımsız ve tarafsız” olmasıyla mümkündür. Halbuki...
MESELA YARGI
Yeni metinde HSYK’nın “Yüksek” sıfatı nedense kaldırıldı!
13 üyeden 4’ünü artık “partili cumhurbaşkanı” atayacak. Yine onun atadığı adalet bakanı kurulun başkanı olacak, müsteşar da üye...
Diğer üyeleri ise Meclis’teki nitelikli çoğunluk seçecek.
Tamamen siyasi...
“Bizi hedefe yaklaştıracak olan bir adımı daha ‘evet’ diyerek atmak, farz olanı tamamlayan ve ona yaklaştıran her fiil farzdır’ kuralının çerçevesine dahildir.”
Başka bir ilahiyatçı Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun tweet’i ise şöyle:
“Evet demek de hayır demek de farz falan değildir, politik bir tercihtir. Ortaçağda Emeviler döneminde yaşamıyoruz. Uyanalım derin uykudan!”
Kırbaşoğlu “dinin politikada bu kadar araçsallaştırılması” karşısında uyarı yapmayan Diyanet’i ve “ulema”yı da eleştiriyor.
YANLIŞ ÇIKARSA...
Şimdi bir başka açıdan bakalım: Ya önerilen sistem sandıkta kabul edilir de olumsuz sonuç verirse... Prof. Şükrü Karatape’nin deyişiyle “3 sene 5 sene; baktık olmuyor, Parlamento’nun toplanıp tekrar değiştirmesi” gerekirse, “farz”ın yeri ne olacak?!
Dini siyasallaştırmanın riskini görüyor musunuz?!
İslami kesimin vicdanlı ve irfanlı kalemlerinden Ahmet Taşgetiren de dünkü yazısında, sandıktan evet çıkarsa bunun
“Uygularız 3 sene 5 sene; baktık olmuyor, toplanır parlamento tekrar değiştirir.”
CNN Türk’te Ahmet Hakan’a söyledi.
Prof. Karatepe’yi eleştirecek değilim, aksine tebrik ediyorum çünkü çok önemli bir sorunu bu sözlerle gündeme getirdi: Sistemlerin başarısı neye bağlıdır?
MÜZAKERE VE KATILIM
Toplumsal bir ihtiyaç ve talep olmadan, enine boyuna müzakere edilmeden, geniş kesimlerin katılımına imkân verilmeden bir sistem değişikliğine gidiyoruz.
Konjonktürü değerlendirmek için alelacele.
Sayın Devlet Bahçeli de camiasında müzakereler yapmadan, başkanlık sisteminin faziletlerine bir gecede karar verdi.
Partisi de ‘Tek Parti’ydi. Milletvekillerini de Atatürk ve İnönü belirlerdi.
Dahası, önemli siyasi davalarda İstiklal Mahkemelerini yönlendirmişti.
Normal hukuk düzeni değildi, “ihtilal hukuku” dönemiydi; “kuvvetler birliği” ilkesi ve “parti devleti” modeli geçerliydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nden şunlar geçer, bunlar geçemez diyor muyuz? Bizde tarafsızlığın daniskası var” diyor ya, “Parti devleti”nde de “demir ağlardan şunlar yararlanır, bunlar yararlanamaz” denilmedi. Verem, sıtma ve trahomla mücadelede ayırımsız bütün vatandaşlara ulaşılmaya çalışıldı.