Meselenin derin kültürel yönleri vardır...
Başta Sayıştay denetimi olmak üzere demokratik denetim kurumlarıyla ilgili yönü vardır.
‘ARABA SEVDASI’
Evvela Sayın Başbakan’ın sözlerini hatırlayalım:
“2018 yılı tasarruf yılı. Şaşaa, debdebe bitiyor. Hiçbir şekilde güvenlik ve acil konular dışında devlete, belediyelere, oraya buraya yeni araç alımı yok, dükkânı kapattık.”
Tanzimat devrinde Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası” romanını hatırlamamak mümkün mü?
Aynı devirde saraylıların israfı yüzünden devletin iflasa sürüklendiğini Cevdet Paşa yazmadı mı?
Cumhuriyet devrinde de
Muhafazakârlar bunu Müslüman ülkelere karşı soğukluk zannettiler. Arap Baharı’nın Müslüman Kardeşler gibi dost iktidarlar çıkaracağı heyecanıyla Ortadoğu siyasetine daldılar.
Neredeyse Ortadoğu kavramını bile kutsadılar, “bataklık” denilmesine kızdılar.
Bugün gelinen nokta gösteriyor ki, bu kadar heyecanlı olmamak, aksine tarihi doğru okuyarak ihtiyatlı, hesaplı, dengeli davranmak lazımmış.
Barzani hakkında, Bağdat yönetimi hakkında, Tahran’ın Irak ve Suriye politikaları hakkında, Esad rejimi hakkında dünkü ve bugünkü davranışlarımız diplomaside olması gereken “esneklik”ten ziyade, olmaması gereken savrulmaları gösteriyor.
RUSYA VE İRAN
Irak ordusu ve Haşdi Şabi örgütü Kerkük’e girdi, Peşmergeler çekildiler. İyi ki etnik bir savaş çıkmadı.
Barzani’nin referandum kararının da ne kadar gerçekçilikten uzak olduğu görüldü.
Hele de Kerkük’ü almaya kalkması rasyonellikten uzak Kürt milliyetçisi bir davranıştı.
Halbuki müftü nikâhını isteyenler de istemeyenler de Türkiye Cumhuriyeti’nin “eşit” haklara sahip vatandaşlarıdır.
Kutuplaşma yerine demokratik kültür ve teamüller geçerli olsaydı, bu konuda bir ön komisyon kurulur, taraflar dinlenir, izah edilir, ortak bir metinde uzlaşma olmasa bile tansiyon bu kadar yükselmezdi.
MEDENİ KANUN GEÇERLİDİR
En önemli gerilim konusu, müftülere nikâh yetkisi verildiğinde eski fıkıh kitaplarındaki gibi 18 yaşından küçük çocukların evlendirilebileceği, çokeşliliğin mümkün hale gelebileceği yolundaki endişelerdir.
Halbuki bu konular nikâhı kıyan yetkilinin belediye memuru veya Diyanet memuru olmasıyla ilgili değildir.
Medeni Kanun’da düzenlenmiştir. Müftü de Medeni Kanun’u uygulayacak, çokeşlilik ve evlenme yaşı gibi eski âdetler kesinlikle hukuken geçerlilik kazanamayacaktır.
Eski fıkıh kitaplarında, dini bir hüküm olarak değil, eski çağların anlayışı olarak 9 yaşındaki kızla, 12 yaşındaki erkek çocuğunun nikâhlanmasının mümkün olduğu yazılıdır. Osmanlı zamanında 1917 tarihli “Aile Hukuku Kararnamesi”nde bu yasaklanmış ve 4. maddesinde kızın 17, erkeğin 18 yaşını tamamlamış olması “şart” koşulmuştu.
Tek başına bu örnek bile neden Tanzimat’tan itibaren adım adım fıkıhtan modern hukuka geçildiğini anlamak için yeterlidir.
Savunmada Rusya’ya bağımlı olmaktan sakınmak gerektiğini düşünüyorum. İşin bu yönleri bir tarafa...
Bir sistemi alacaksak teknolojisine erişmek istememiz elbette doğrudur. Fakat ilgili Rus direktör Sergei Chemezov, Türkiye’nin S-400’lerdeki ileri teknolojiyi alacak bilimsel ve teknolojik potansiyele sahip olmadığını ima ederek şöyle diyor:
“Bunun için yetişmiş kalifiye personel ve teknolojik eğitim bulunması şarttır. Bütün bunlar onlarca yıl alır.”
Dalga mı geçmiş? Öyle değil ama Türkiye’nin yüksek teknoloji potansiyeline sahip olmadığını söylüyor, daha doğrusu bahane ediyor. (www.kommersant)
PATENT GÖSTERGESİ
Çağımızda milletlerin en belirleyici güç ölçüsü, bilim ve teknoloji olsa gerek, ekonomide de böyle...
Bu konular açıldığında sürekli hatırlatmaktan kendimi alamıyorum: İran, uluslararası indekslere giren bilimsel yayınlarda 2011 yılında bizim önümüze geçti; halbuki çok gerilerimizdeydi.
Geçenlerde ekonomi yazarı Özcan Kadıoğlu’nun gönderdiği istatistikte gördüm: 2015 yılında bir milyon kişiye düşen patent başvurusu sayısı Türkiye’de 68’dir. Almanya’da 500’ün, Güney Kore’de 300’ün üstünde olmasından geçtim, İran’da ne kadar?
- Bu satırlar yazılırken, Türk Silahlı Kuvvetleri “Gözetleme ve Keşif Timi” yetkisiyle Suriye’de İdlib’e girmişti, PYD’ye karşı da mevzileniyordu.
- Kerkük’te durum çok gergindi. Peşmergelerle Irak ordusu ve Şii Haşdi Şabi güçleri karşı karşıyaydı.
Bunlar kısa sürede çözümlenemeyecek, uzun süre muhtemelen büyüyerek devam edecek ateşli ve tehlikeli sorunlardır.
İDLİB’DE PKK SORUNU
İdlib’de TSK’nın bir görevi Astana mutabakatlarına göre Nusra gibi terör örgütlerinin etkisiz hale getirilmesidir.
İdlib’in kuzeyinde Afrin bölgesinde PKK-YPG’nin 23 km boyunca mevzileri vardır. TSK elbette buna karşı da İdlib’de güç yığınağı yapıyor, askeri sevkıyat devam edecek.
Amerika destekli YPG’nin kurmak istediği “terör koridoru”na karşı Türkiye Fırat Kalkanı’ndan sonra İdlib’de de tedbir alıyor.
Böyle bir dönemde ABD ile ortaya çıkan vize krizini tırmandırmak yanlıştır. Sessiz diplomasi ile tansiyonun düşürülmesi, Türkiye ile Amerika arasındaki büyük ortak menfaatlerin diplomaside öne çıkarılması lazımdır. Ankara bu faktörü diplomatça bir ustalıkla kullanmalıdır.
Ankara’daki Meclis “Büyük Millet Meclisi” adıyla açılmıştı fakat Meclis’teki konuşmalarda yoğunlukla “Türkiye” kavramı kullanılıyordu.
Yeni devlet anlamında ve anayasal metinlerde “Türkiye devleti” tabiri ilk defa 1921 Anayasası’nda yer aldı.
SOL KAVRAMLAR
1921 Anayasası’nın tasarısı Mustafa Kemal imzasıyla 13 Eylül 1920 günü Meclis’e sunuldu, uzun müzakerelerle önemli değişiklikler yapılarak 20 Ocak 1921’de kabul edildi.
Metnin ilk halinde solcu kavramlar dikkat çekicidir. Giriş bölümünde vatanı ve hilafeti kurtarmanın yanında, iki defa “kapitalizm ve emperyalizmle mücadele” vurgusu vardı. 3. maddesi de şöyleydi:
Madde 3: Türkiye halk hükümeti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve ‘Büyük Millet Meclisi hükümeti’ unvanını taşır.
Bu sol hava Bolşevik Rusya’dan yardım alma stratejisinin bir uygulamasıdır. Meclis’teki solcuların desteğini alma konusunda da çok yararlı oldu.
YENİ DEVLET
- PKK’nın Suriye kolu YPG, Türkiye sınırına yakın Ayn İsa yöresinde eğittiği militanlar için tören düzenledi. Öcalan posterleri ve örgüt flamaları açıldı, üniformalı militanlar silahlarıyla gösteri yaptı.
Tabii, ABD’nin YPG’yi binden fazla TIR dolusu silahla donattığını hatırlamak lazım.
- Esad’ın Dışişleri Bakanı Velid Muallim, DAİŞ’i yendikten sonra Suriyeli Kürtlerle yani YPG ile özerkliği konuşabileceklerini açıkladı.
Tabii, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un “Suriye’de halk federasyon isterse Rusya bunu destekler” dediğini hatırlamak gerekir. (14 Mart 2016)
Lavrov’dan iki gün sonra YPG adına Nawaf Halil federasyon açıklaması yapmıştı.
SURİYE’DEKİ PKK
Suriye sınırımıza bitişik bir ‘PKK federe devleti’nin ön işaretleridir bunlar. Üstelik, gerçekleşirse demokratik bir özerk yönetim olmaz, KCK totalitarizminin yapılanması olur.
KCK’nın Stalin-Kaddafi karması bir sistem olduğunu defalarca yazdım.
Yine de Türkiye’nin bir hukuk geleneği var, yargı organlarının ‘kurum kültürü’ var. Bunlar yok olmadı.
Hukukun üstünlüğüne örnek iki kararı yazmak istiyorum.
- Enis Berberoğlu hakkındaki casusluk mahkûmiyetini bozan İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin kararı.
- Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin “örgüt üyeliği, örgüte yardım, darbeye teşebbüs, suça iştirak” kavramlarına açıklık getiren kararı.
BERBEROĞLU KARARI
Enis Berberoğlu hakkında çeyrek asır hapis cezası verildiğinde şöyle yazmıştım:
“Berberoğlu hakkındaki casusluk ve örgüt suçlaması, Yargıtay’ı bilmem ama AYM’den, en fazla AİHM’den dönecektir; öyle olmazsa ‘ben hukuk okumamışım’ diye burada yazacağım.” (16 Haziran)
Çünkü