Komplo teorileri iddianameye dönüştürülmüştü.
Siyasi iktidar dışında kimseyi ikna etmeyen iddialarla tutuklamalar yapılmıştı.
“Hainler, ajanlar, casuslar” diye yürütülen siyasi propaganda tutuklamalara eşlik etmişti.
İç politikada neye yaradı bilmem ama bu yüzden kendi elimizle diplomatik sorunlar yarattık.
Almanya ile ilişkilerin bozulmasında karşılıklı hatalardan bizim tarafın hatalarına bir örnektir bu: Sorunları diplomatik kanallar içinde tutarak küçültüp çözmek yerine iç politika kampanyalarıyla büyütmek...
Ama Büyükada davasında bütün tutuklananlar tahliye edildi, dava çabucak çöktü.
‘YURTDIŞINA ÇIKMAK’
Mahkemeler niye bazen
30 bin asker savaştan kaçmıştı! Milli Ordu Afyon’u, Kütahya’yı ve Eskişehir’i Yunan ordusuna bırakıp Sakarya’nın doğusuna çekilmişti!
Evet, Milli Mücadele tarihinde peş peşe zaferler vardır: Doğu cephesinde Kazım Karabekir’in Kars, Ardahan ve Sarıkamış’ı kurtararak doğu sınırımızı çizmesi... Batı cephesinde Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet Paşaların kumandasında Birinci İnönü Savaşı, 2. İnönü Savaşı’nda zafer, Sakarya’da muazzam bir zafer ve nihayet Büyük Zafer...
TARİHE NEDEN LAZIM?
Bu zaferler gibi Temmuz 1921’de Kütahya-Eskişehir muharebelerindeki mağlubiyetimizi de öğrenmeliyiz.
Millet olma şuuru tarihteki zaferler kadar mağlubiyetlerin de bilincine varmakla oluşur.
Boş hamaset veya özgüvensizlik kompleksi yerine, sorunlar karşısında doğru davranış ve milli özgüven bilinci ancak tarihe bütün yönleriyle bakarak gelişir.
Onun için, Kütahya, Eskişehir muharebelerindeki mağlubiyetimizi de zaferler kadar iyi bilmeliyiz.
Hem askeri hem bütün siyasi ve diplomatik yönleriyle.
İki açıdan bakıyorum; nasıl bir tabana dayanabilir? Tüzük ve programında öne çıkan kavramlar neler?
Kamuoyu araştırma kurumu ANAR’ın Genel Müdürü İbrahim Uslu, referandumda AK Parti’den ve MHP’den soğuyan “beyaz sağ seçmen”den bahsetmişti, bunların “hayır” diyeceklerini söylemişti; öyle de oldu.
Sayın Uslu, bugün seçmenlerin yüzde 30’unun mevcut partilerden memnun olmadığını, İyi Parti’nin bunlara hitap edeceğini, fakat ne kadarının oylarını alacağı hususunun “performansına” bağlı olduğunu söylüyor.
Uslu’nun tahlili bana gerçekçi görünüyor.
Doğu-Batı kültürü ayrımı da yapılabilir ama Doğu’da demokrat Güney Kore ile totaliter Kuzey Kore ne kadar farklı, değil mi
Sovyetler dağıldıktan sonra sıklıkla akla gelen otoriter, daha doğrusu totaliter rejim örneği faşizmdir.
Benim bugün yazımın konusu komünist Çin’in yeni lideri Xi Jinping’dir.
MAO’NUN KARİZMASI
Çin asırlardan beri bireysel özgürlüğün gelişmediği ‘cemaatçi’ yani ‘komüniter’ kültürün geçerli olduğu toplumlardan biridir.
Mao’ya hem de mistik anlamda korkunç bir itaat vardı, adeta taparlardı. Onun “Kızıl Kitap” adlı broşürü adeta kutsal kitaptı; Hitler’in “Kavgam”ı gibi.
Fakat iktisaden büyüyen Çin’de ister istemez uzmanlık bilgileriyle donanmış bürokrasi ve üniversiteler gelişiyor, yeni sanat eğilimleri ortaya çıkıyordu.
Mao, karizmalara daha kolay kapılan
Bağdat’taki Şii yönetimi ve Şii Başbakanı İbadi’nin İran’la sıkı işbirliği biliniyor. Tahran her fırsatta Irak’taki Şii iktidarı destekliyor. “Vekaleten örgüt” niteliğindeki Haşdi Şabi Irak coğrafyasında ordu gibi bir güçtür.
Amerika, Irak’tan yabancı güçlerin yani Tahran uzantılarının çekilmesini istediğinde İbadi “bizim içişlerimize karışma” diye tepki gösterdi.
Fakat ABD tavsiyesiyle kurulan “Koordinasyon” toplantısını da ihmal etmiyor.
Ortadoğu’daki Sünni-Şii siyasi kutuplaşmasına Suudi ve İran rejimleri öncülük ediyor. Ama İbadi 10 bakan ve 40 müsteşarla Riad’a gidiyor, başta petrol, “önemli anlaşmalar” imzalıyor.
Bu tür gelişmeler mezhep kutuplaşmasını yumuşatırsa bütün bölge için iyi olur; temennim bir ortaçağ karakteristiği olan kanlı mezhep kavgalarının aşılmasıdır.
GELELİM TÜRKİYE’YE...
Türkiye ‘aşiret devleti’ olmadığı için, Ortadoğu’ya uzun tarihin tecrübe birikimiyle bakıyordu. Bu bakışın özeti şöyleydi: Her bir Ortadoğu ülkesiyle iyi ilişkiler geliştirmek, işbirliği organizasyonlarında yer almak, Filistin’i desteklemek...
Fakat Araplar arası ihtilaflara karışmamak, ‘Osmanlı’ imajı yaratacak davranışlara girmemek.
Sorunlarımızın “beka” yani “varlığını sürdürme” derecesinde önemli olduğu doğrudur: Ortadoğu coğrafyasında etnik ve mezhepsel dip dalgalarıyla sınırlar sarsılıyor, ‘büyük devletler’ bu dalgalar üzerinde kendi çıkarları yönünde sörf yapıyorlar!
Türkiye’nin sorunları sıradan değildir. Üstelik ordu, emniyet ve yargı ağır yaralar aldığı gibi bir de darbe teşebbüsü felaketi yaşandı.
‘MÜZAKERE İHTİYACI’
İrdelenmesi gereken asıl husus, “beka sorunu” karşısında iktidarın politikalarının isabetli olup olmadığıdır.
Bu konuda iktidar samimiyetle bir “müzakere” süreci açabilmelidir. Çünkü hatalar bu yolla düzeltilirse ülke de iktidar da kazanır.
Ama eleştirisiz, müzakeresiz, denetimsiz gidiş, hataların da sürüp gitmesi demektir.
Prensibi, yani terör örgütünü silahsızlandırma amacı doğru olan “çözüm süreci”nde PKK’nın silah depolamasına göz yumulması, “eyalet sistemi”ne övgüler dizilmesi, Barzani’nin referandum yapmasını Irak’ın içişleri sayacağımızı ilan ederek adeta yeşil ışık yakılması, Suriye politikasının “Esad gitsin”e kilitlenmesi, Ortadoğu’da dostlarımızın bu kadar azalması...
Nasıl bir “bakış açısı” bize bu hataları yaptırdı, diye ciddi bir düşünce egzersizi gerektiği açıktır.
Onun içindir ki, seçimlerin hukuka uygun olarak yapılması zorunludur.
Hukuk milli iradeden üstün olduğu içindir ki, Meclis’in çıkardığı kanunların, yeni sistemde Cumhurbaşkanı’nın yayınlayacağı kararnamelerin Anayasa’ya uygun olması lazımdır.
OHAL kararnameleri de Anayasa’ya uygun olmalıdır.
Belediye başkanlarıyla ilgili konuları da hukuk çerçevesinde düşünmeliyiz.
SIKINTILI KONU
Melih Gökçek istifa edecek ama günlerdir istifasını açıklamıyor, hizmetlerini anlatarak çekilmeyi planladığı söyleniyor; böyle yapacaksa bu bile bir tavır olur.
Balıkesir Belediye Başkanı Edip Uğur, “Veda da var, vefa da var; en son İrade-i Külliye ne derse o olur” diyor.
Buradaki
Bilgisizliğimiz az merak eden, az okuyan bir toplum olmamızla ilgili.
Bakış açılarımızdaki çarpıklıkların sebebi ise yeterli bilgimiz olmadan keskin duygusal önyargılara sahip olmamızdandır.
Ortak değerimiz olması gereken Milli Mücadele’ye bakışımız da sonraki siyasi kutuplaşmaların etkisi altında. Tek Parti devrinde Kazım Karabekir ve Rauf Orbay gibi muhaliflerin Milli Mücadele’deki hizmetlerini küçümseyen, hatta yer yer olumsuzlayan bir resmi tarih egemendi.
Gerçekleri araştırmak yerine özellikle muhafazakârlar, tam aksi yönde bir tarih önyargısını işliyorlar. Bir “resmi tarih”imiz vardı, bir de “öbür resmi tarih” söylemi gelişiyor!