Tabii ki iktisatçı değilim, iktisadi analiz yapmayacağım.
“Siyasi” düşünmekle “analitik” düşünme arasındaki farkı ele almak istiyorum.
Dünya gazetesinde Özcan Kadıoğlu’nun yazısında okudum: Son bir yılda Türk Lirası dolar karşısında yüzde 19.5 değer kaybetmiş.
Halbuki Endonezya ve Güney Afrika paralarının değer kaybı 1.8 ve 2’den ibaret!
Ama haksız olarak hapis yatan masum insanlar da var.
İnsanı “Ey adalet!” diye feryat ettiren husus, normal hukuk düzeninde soruşturma konusu bile olmayacak davranışların, mesela bir restoranda karşılaşmanın suç delili sayılıp aylarca süren tutuklamalar yapılmasıdır.
Gazeteci, yazar, akademisyen, kamu görevlisi, işadamı ve esnaf tahliye edilmek veya mahkemeye çıkmak için aylarca hapishanelerde bekliyor.
Kamuoyunda terörist, darbeci, casus diye “lekelenmeleri” ayrı bir adaletsizlik.
BÖYLE ZAYIF DELİLLERLE
Böyle haksız suçlama ve tutuklamaların bulunduğu dosyaların istinaf veya Yargıtay’da bozulması, önemle üzerinde durulması gereken bir sorundur.
İşte Enis Berberoğlu casus diye çeyrek asır ağır hapse çarptırıldı; istinaf bozdu; casusluk yok diye karar verdi...
Barbaros Muratoğlu
Dava veya devrim uğruna insanlardan mutlak itaat ve fedakârlık istenir. Böylece “güç savaşı”nın beşeri ve maddi kaynağı sağlanır.
Dahası, büyük fedakârlıklar istenen insanların hiç denetim hakkı yoktur.
Bireysel özgürlük ve çoğulcu demokrasi kültürünün yeterince gelişmediği toplumlarda hem sağda hem solda yaygındır bu.
‘DAVA’ UĞRUNA
Zaman zaman ele aldığım bu sorun, FETÖ’yle ilgili bir haberde tekrar dikkatimi çekti: Cemaate safça bağlı küçük memurların bankadan aldıkları promosyon paralarının “haram” olduğuna hükmeden FETÖ, bu “haram paralar”ı onlardan alıp el koyuyormuş.
Kişiye haram, ama örgüte helal!
Niye?... Tabii dava uğruna.
Herhangi bir gaye, ister dini ister seküler olsun, çok
Ama kitapta “Demokrat Parti’nin hataları” diye bir bölüm de var.
Siyasi kültürümüzdeki sorun “taraflar”ın olması değildir. İyi ki hepimiz programlanmış robotlar gibi değiliz, farklı tercihlerimiz var.
Tarafsızlık hukuki bir kavramdır. Siyasette ise taraflar olmadan demokrasi ve çoğulculuk olmaz.
Bizim sorunumuz “objektif” olamamaktır, taraftarı olduğumuz hareketlerin “hatalarını” görememektir, gördüğümüzde söylememektir.
Söyleyenleri “hain” ilan etmektir.
MERKEZ SAĞ
Her milliyetçi-muhafazakâr gibi Cinisli’nin de bir tarih ve Osmanlı hassasiyeti var. Milletvekili olduğu sırada Hanedan üyelerinin Türkiye’ye dönebilmesi için kanun hazırlamış, çıkmasında etkili olmuş. Yurda dönen Osmanoğlularını karşılamış...
Ankara’yı gezdirirken Anıtkabir’e götürmüş.
İnönü paralardan Atatürk’ün resmini kaldırdı söylemi bunun tipik bir örneğidir. 1950’lerdeki Demokrat Parti’den beri söylenir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da 10 Kasım konuşmasında aynı görüşü ifade etti.
Daha ziyade solun bir kesiminde yaygın olan diğer bir söylem, Atatürk’ün ölümüyle İsmet İnönü’nün emperyalizme kapıları açtığı iddiasıdır!
Çünkü İnönü 1939’da İngiltere ve Fransa ile ittifak imzalamıştı.
Evet, ama bu diplomasiyi başlatan Atatürk’tü, vefat ettiği için imzayı İnönü atmıştı.
Aslında o ittifak anlaşmasını, nedenlerini ve sonuçlarını araştırmak gerekmez mi?
PARALARDAKİ RESİMLER
Sağcı ya da solcu bu bakışları yanlış buluyorum. Tarihe
PISA sınavlarında verilen Türkçe bir metni ne kadar anlıyorsak okuduğumuz bir tarih kitabını, dinlediğimiz bir hitabeyi de o kadar anlıyoruz.
Duygusallıklar ağır basıyor; hayranlık veya husumet duyguları “bilgi”yi, “anlama”yı ve tabii sonuçta “muhakeme etmeyi” zaafa uğratıyor.
Miting meydanlarındaki taşkın konuşmalar oy getirmekten başka neye yarıyor?
‘MİLLİ KAHRAMANIMIZ’
Milli Mücadele, bütün tarihimizde en önemli birkaç belirleyici başarıdan biridir; bugünkü varlığımızı sağlayan, Milli Mücadele’dir. Hamasi duygularımızın olması tabiidir, hatta olmaması eksikliktir.
Fakat duygularımız “bilgi” ihtiyacını ortadan kaldırmamalı. “Coşku”larımız “muhakeme” yeteneğimizi zaafa uğratmamalı.
Bu açıdan, Mustafa Kemal Paşa’nın Sakarya Harbi devam ederken AP ajansına verdiği mülakattan bahsetmek istiyorum. İstanbul gazetelerinde 2 Eylül 1921’de yayımlanmıştı.
Ben başından beri Berberoğlu’nun casuslukla suçlanmasını ve çeyrek asır ağır hapse çarptırılmasını kökten yanlış buluyorum.
Elbette sonunda bu suçtan beraat edecektir, en geç AİHM onu aklayacaktır.
Böyle sonuçlanmazsa “ben hukuk okumamışım” diye yazacağımı tekrar beyan ediyorum.
Bugünkü yazımda “esas” denilen suçluluk, suçsuzluk açısından değil, “usul” denilen adil yargılanma hakkı açısından olaya bakmak istiyorum.
Çok teknik bir konuyu çok basitleştirerek anlatacağım.
Berberoğlu davası bir emsaldir; kim bilir kaç vatandaşımız usul ve esas sorunları yüzünden hapishanelerde adaletin tecellisini bekliyordur.
ÇEYREK ASIR HAPİSLİK
Berberoğlu hakkında Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği casusluk mahkûmiyetini Bölge Adliye Mahkemesi yani
İlk dikkat çeken husus şu: “Yolsuzluk” suçlamasıyla tutuklanan prenslerin ve bakanların milyar dolarlık servetleri var. Güzel mankenlerin eşliğinde yat sefalarıyla ünlenen 17 milyar dolar servet sahibi Prens Velid bin Tallal da bunlar arasında.
Otokratik hükümdarlık rejimlerinde kraliyet ailesine mensup olmak insanlara böylesine servet kazandırıyor. Çünkü kamu kaynakları Kral’ın “mülk”ü sayılıyor; tarihte buna “patrimonyalizm” denilirdi.
Bütün klasik imparatorluklar gibi çağımızdaki otokratik hükümdarlıklarda da böyledir.
BAŞSAVCIYA BAKIN
Suudi Başsavcısı Şeyh Suud el Mucib “Bu daha başlangıç” diyor, tutuklamalar sürecekmiş.
Kendisi de Suud Ailesi’nin bir mensubu olan bu Sayın Başsavcı, yolsuzlukları ne zaman fark etti?
Kral Selman, oğlu Veliaht Prens Muhammed’i güçlendirmek için bir gece “Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu” kuruverdi.
Komisyonun yasal dayanağı ve yetkileri meçhul... Çünkü parlamento yok.