Barzani 2015 Mayıs’ında Amerika’da bağımsızlık referandumundan bahsettiğinde “Bu Irak’ın içişleridir” diyerek bizi ilgilendirmeyeceğini söyledik. (23 Mayıs 2015)
Şimdi İbadi ile el ele Barzani’ye karşı hareket ediyoruz. Üstelik “Barzani efendi”ye karşı söylemlerimiz Bağdat ve Tahran’ın söylemlerinden daha ağır.
İyi netice almanın yolu daha ağır konuşmak mıdır?
Politika, hele de diplomasi elbette esneklik gerektirir, şartlara göre söylemler de revize edilir.
Fakat savrulmak başka bir şeydir.
2011 yılına kadar AB’yi “en büyük medeniyet projemiz” ilan edip son yıllarda “Haçlı ittifakı” olduğunu söylemek böyledir.
ANKARA NE YAPMALI?
Barzani’nin bağımsızlık referandumuna tepki göstermek tabiidir. Türkiye'nin yaklaşık yüzyıllık endişesidir bu.
Hatırlarsınız, büyük bir heyecanla “Fatih Projesi” başlatılmış, okullara tabletler, akıllı tahtalar dağıtılmıştı.
Proje ilan edildikten sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilen Prof. Ömer Dinçer’in bilişim, maliyet ve organizasyon altyapısını hazırlamak için istediği “bir buçuk yıl” çok uzun bulunmuş, “Gecikmeyelim” denilmişti.
Bilişim programları proje sürerken geliştirilecekti.
Bir bakıma ‘göç yolda düzelecek’ idi.
Muhakkak faydası oldu fakat hayal edilen sonuçlar alınamadı; izlenip ölçümler bile yapılmadı.
TANZİMAT FABRİKALARI
Bakanlıkta “izleme değerlendirme birimleri”nin 2010 yılında kurulması, “sonuçları ölçme” düşüncesindeki gecikmemizin bir örneğidir.
Halbuki
Sayın Erdoğan yaklaşık bir yıl önce de Borsa İstanbul’daki konuşmasında yine “özeleştiri” diyerek eğitim, kültür ve faiz alanlarında başarısız olduklarını belirtmişti. (24 Kasım 2017)
Faiz ayrı bir konu.
Eğitim alanında tarihten gelen başarısızlığımızın sebeplerini ararken, sanırım şu soru çok önemli bir cevap anahtarıdır: Bu bir yılda eğitim sistemini reforme etmek ve eğitim zihniyetini iyileştirmek konusunda bir tek geniş kapsamlı bilimsel çalışma yapıldı mı, bilimsel rapor hazırlandı mı?!
TEMELDEKİ SORUN
Sadece eğitim değil birçok alanda temel sorunumuz bu olsa gerek: Bilimsel veriler ve uzmanlık bilgileri gereken alanlarda bilimsel araştırmalara ve uzmanlık bilgilerine değil, siyasi ve ideolojik önceliklere göre davranmak!
Tipik örnek TEOG sınavının kaldırılmasını Milli Eğitim uzmanlarının ve eğitimcilerin değil, siyasi iradenin istemiş ve yapıvermiş olmasıdır.
Biz-siz gözlüğünü atalım, gerçeği görelim: Atatürk ve İnönü dönemlerinde, Menderes döneminde, darbelerde ve AK Parti döneminde üniversitelerdeki akademisyen tasfiyeleri ve siyasi iktidarların özerklik yerine üniversiteleri siyasi iradeye bağlama uygulamaları da “bilim”e nasıl siyasi tercihlerle baktığımızın örnekleridir.
“Müfredat”
Başbakan dün TV’lerdeki açıklamasında bunun ne kadar karmaşık ve gergin bir dönem olacağını anlattı:
“Sınır kapıları, havaalanları, petrol boru hatları, iletişim hatları, enerji nakil hatları merkezi hükümetin sevk ve idaresindedir... Burada zorluklarımız var, bunlardan bir tanesi sınır kapılarında fiilen şu anda Peşmerge yönetimde. Irak onlardan sınır kapılarını teslim almak istedi. Bunlar o teslimatı yapacaklar mı, yapmayacaklar mı, onu da takip etmemiz lazım.”
Başbakan konuşmasında “Bağdat ile daha sıkı bir diyalog” içinde olacaklarını da birkaç defa vurguladı.
Bu konular hayati derecede önemlidir ve çok karmaşıktır, çatışmalara yol açabilir.
KERKÜK SORUNU
Herkesi alarme eden diğer bir konu başta Kerkük olmak üzere, Irak Anayasası’nın 140. maddesindeki “ihtilaflı bölgeler”in durumudur. Bu bölgeler etnik olarak çok karmaşık olduğu için çözüme bağlanamamış, geleceğe ertelenmişti:
- Kerkük vilayetinden sürgün edilmiş olanlar geri dönecek, sonradan yerleştirilenler eski yerlerine gönderilecekti.
-
İktisattaki ‘kötü para iyi parayı kovar’ kuralı gibi...
Hangisini sayayım?
WEF raporuna göre, ortaöğretimin kalitesi konusunda Türkiye uluslararası sıralamada 2008 yılında 91’inci sıradaydı. 2016-2017 raporunda 105’inci sıraya düştü!
SJR indekslerine göre bilimsel yayın sıralamasında İran 2011’den itibaren bizi geçmiş bulunuyor.
Uluslararası Eğitim Enstitüsü’nün (IIE) kurduğu Scholar Rescue Fund (Bilim İnsanı Kurtarma Fonu) direktörü Sarah Willcox başvuruların yüzde 65’inin Türkiye’den geldiğini söylemişti. “Yetişmiş beyinlerin yurtdışına gitmesi” çok konuşulan bir sorundu, artık ajanlarda haber oluyor...
YEKTA SARAÇ’IN SÖZLERİ
YÖK Başkanı Sayın Yekta Saraç’ın son açıklamalarını bir umut ışığı olarak görüyorum. Mesela diyor ki:
“Yükseköğretimde üzerinde iyi çalışılmayan büyük radikal değişikliklerin bazen yıkıcı tesirleri olabilir.”
Amerika’nın baskısıyla Barzani ile Bağdat arasında bir görüşme süreci başlar da yüksek ateş referandumun ertelenmesiyle biraz düşer mi acaba? İnşallah, ama dikkat ettiniz mi, “ateşi düşürmek”ten bahsediyorum, “çözüm”den değil!
‘DÖRT PARÇA’
Çeklerle Slovaklar gibi tokalaşarak ayrılmak veya İsviçreliler gibi birlikte yaşamak Ortadoğu’da mümkün olsaydı bu sorunlar böyle kanlı ve tehlikeli olmazdı zaten.
Ortadoğu bir kan gölüdür, mevcut sınırlardaki bir değişme bütün çevreyi içine alan bir kan deryasına yol açabilir. Kürt milliyetçileri arasında PKK, KDP, KYB gibi ayrı ve ihtilaflı hareketler var ama “dört parça” kavramıyla ifade ettikleri “PanKürdizm”de beraberler.
Referandumun yarattığı endişeler kesinlikle haklıdır. İsrail’den başka doğru bulan yok zaten.
Ama Kürt hareketlerinin 21. yüzyılda siyasi bir aktör olarak giderek etkinleştiği de bir gerçek.
1926 SINIRI
Türkiye-Irak sınırı 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması’yla çizildi, hemen 7 Haziran’da Meclis’te müzakeresiz onaylandı.
“Gerçekte Türkiye’ye ne kalacak? En zengin ve en verimli bazı bölümleri de dahil eski Osmanlı İmparatorluğu’nun yarısı ellerinden alınacaktır. Boğazlar Müttefiklerce işgal edilecek ve bunun da parası Türklerden alınacak. İstanbul Padişah için bir gelir kaynağı olamayacak çünkü bu gelir Müttefik işgal kuvvetlerinin giderlerini karşılayacaktır...”
SEVR’İ UYGULAMAK İÇİN
Ama Türkler buna itiraz ediyor, Anadolu’da Milli Mücadele “kongreler”le örgütleniyordu.
Buna değinen Lloyd George sözlerine şöyle devam ediyordu:
“Türklerin akıllarını başlarına toplamaları için önüne geçilmez bir kuvvet gösterisinde bulunmamız gerekiyor.”
Bunun için 19 Mart 1920’de İstanbul’u “resmen” işgal edecekler, İzmir’deki Yunan ordusunu Eskişehir’e doğru saldırtacaklardır.
Misak-ı Milli’yi ilan eden Osmanlı Mebusan Meclisi’ni basıp dağıtacaklardır.
Fakat
Bin yıllık devlet geleneğimizin olduğu doğrudur ama modern “kurumlaşma”mız o kadar köklü değildir.
Onun için devlet kurumlarımız siyasi rüzgârlardan, yöneticilerin mizaçlarından çok etkilenir. Göreve girmek, görevden atılmak, terfi etmek gibi idari işlemlerde “liyakat”tan ziyade kayırmalar etkilidir.
TEOG’A ÖVGÜLEREski Milli Eğitim Bakanı Sayın Nabi Avcı, SBS’den TEOG’a geçilmesini 4 Eylül 2013 günü basın toplantısında şöyle anlatmıştı:
“Bu uygulama, ilgili bütün tarafların katılımıyla birlikte oluşturuldu. 16 ilde çalıştaylar düzenlendi, bütün paydaşların katkısıyla şekillendi.”
Evet TEOG böyle uzun ve geniş katılımlı “kurumsal” çalışmalarla oluşturulmuştu.
Bugünkü Bakan Sayın İsmet Yılmaz daha bir ay önce, 16 Ağustos 2017’de eğitim editörlerine TEOG’u “başarı olarak gördüğünü, fırsat eşitliğini sağladıklarını ve bundan gurur duyduklarını” söylüyordu.
Sayın Bakan’ın bu sözleri hâlâ MEB’in internet sitesinde mevcuttur.
Fırsat eşitliği... Tunceli’nin Çemişgezek ilçesinde fırsat buldukça çobanlık yaparak ailesine yardım eden 14 yaşındaki Habib Bitkin TEOG ikincisi olmuştu.