Avrupa ülkeleri yahut ABD ile Kanada arasında ya da Güney Kore ile Japonya arasında böyle bir şey düşünülebilir mi?
Aradaki farklar gelişmişlikle az gelişmişlik arasındaki farklardır: Gelişmiş ülkelerde devlet kişisellikten çıkıp kurumlaşmıştır, din ve mezhep kavgaları tarihte kalmıştır, sınırlar oturmuştur, toplumsal enerji toprak kazanmaya değil eğitime, bilime, teknolojiye yönelmiştir...
Ortadoğu’da ise tersine...
YEMEN’DE NÜFUZ SAVAŞI
Doğu Afrika, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu kavşağındaki konumuyla Yemen daima önemli oldu. Portekizli sömürgecilerle Osmanlı arasında 16. yüzyıldaki Hint Okyanusu mücadelesinin odak noktalarından biri Yemen’di.
19. yüzyılda Yemen aşiretlerinin isyanları binlerce Anadolu çocuğunun kanını emdi, “giden gelmedi” maalesef.
Günümüzde, Suud sınırına bitişik Yemen’in kuzey bölgesinde Şii Husilerin 2004’ten beri isyanı devam ediyor.
İran Husileri destekliyor.
YÖK Başkanı Prof. Yekta Saraç’ın açıklamasında okudum; Türkiye’de üniversitede okuyan öğrencilerin yüzde 73’ünün anne ve babası üniversite öğretimi görmemiş, lise ve daha alt düzey eğitimli aileler.
Üniversite öğrencilerinin yüzde 34’ü de “maddi durumu müsait olmayan” ailelerin çocukları...
Sayın Saraç “önümüzdeki dönemlerde Türkiye’de ebeveynlerinden farklı, yeni bir nesil yetişecek” diyor.
Evet, anne ve babaların Türkiye’sinden farklı bir Türkiye geliyor.
‘BİLGİ’DEN DE ÖNEMLİ
Türkiye’de üniversite öğrencilerinin sayısı 7 milyonu geçti. Her üniversitenin kalitesi farklıdır, diplomalı işsizlik sorunu vardır...
Ama eğitim toplumları değiştiriyor.
Akademik eğitimde verilen
Adalet Bakanı ve HSK suskun!
Siyasi tweet atan Danıştay yargıcı, önce Cumhurbaşkanı tarafından HSYK’ya avukat kontenjanından üye olarak atandı. 2017 referandumunda sistem değişince, bütün üyeleri siyasi organlarca belirlenen yeni HSK, bu avukatı Danıştay üyeliğine atadı.
Aynı süreçte Pendik Belediyesi’nin AKP’li meclis üyesi ve milletvekili adayı olmuş bir avukatın da HSYK’ya üye atandığını hatırlamak gerekir.
Önemli olan şudur: Yüksek yargıçlığa giden bu yolun her kademesinde siyasi tercih belirleyici oluyor.
YARGI KİMDEN YANA?!
Türkiye’de yargı sorunu çok eskidir, köklüdür. 27 Mayıs’ın yargıda yaptığı ideolojik tasfiye ve kadrolaşma yargının doğal evrimini bozdu.
1970’lerdeki ağır kutuplaşmanın sorumlularından biri uzlaşamayan politikacılar ise, öbürü yargının tarafsız hakem olamayıp taraf haline gelmiş olmasıydı.
Nitekim merhum Ecevit, 1970’te yayımladığı
Bu çağrı çok olumludur. Yastık altında, sandıklarda, kollarda ve gerdanlarda tutulan altınlar, evde saklanan dolarlar bankalara, tahvil ve hisse senetlerine gitmelidir.
Önce sorunun büyüklüğüne bakalım.
BOLLUKTAN KITLIĞA
Son yıllara kadar dünyada döviz bolluğu vardı, iktidar böyle çağrılara ihtiyaç duymuyordu. Bu bolluk AB sürecinde iyi değerlendirilmiş, yılda kabaca 20 milyar dolar sermaye gelmişti.
O bolluk döneminde döviz arttırıcı teknolojik yatırımlara ağırlık verilmediği için, işte şimdi dünyada dövizin kıtlaşma döneminde ekonomimiz yeterince döviz üretemiyor, bu yüzden döviz dünyadan daha fazla bizde yükseliyor.
Yastık altındaki altınları bankaya getirmek için hükümet 2017 ve 2018’de yüzde 2.4 faizli “altın tahvili” çıkardı. Bu yolla 2.5 ton altın yastık altından çıktı, “tahvil”e giderek finansman havuzuna girdi.
Altınını buraya yatıran vatandaş hem altının değerlenmesinden kazanıyor hem yüzde 2.4 faiz alıyor.
Burada
Seçim sonuçlarını bilmiyoruz ama kim kazanırsa kazansın iktidarla muhalefetin konumlarının eskisinden daha “dengeli” olacağı görülüyor.
Demokrasilerde elbette iktidarların dengelenebilir ve denetlenebilir olması, muhalefetin de dengeleyebilir ve denetleyebilir olması rejimin selameti için gereklidir.
Bizim tarihimizde de Avrupa tarihinde de görülmüştür ki tek başına yargı bu işlevi yapamaz...
AKŞENER’İN SÖZLERİ
Önceki akşam Fox TV’de İYİ Parti Lideri Meral Akşener’i izledim. Bütün politikacılara yaptığım gibi polemiklerine değil, asıl hukuk ve idare konularında ne dediğine baktım. Şu sözlerinin altını çizdim:
“Güç yoldan çıkarır, hepimizi yoldan çıkarır. Bana bile bırakılmaması gerekiyor... İnsanın özellikleri başka, kurumsal özellikler ve kurallar başkadır...”
Evet, kişi çok ahlaklı olabilir ama “güç” kullanımı arttıkça tutkuya dönüşebilir, “güç” faktörü başlı başına bir belirleyici haline gelebilir. Bütün tarih bunu gösteriyor.
Onun için
Ama işte Avrupa’daki otoriter popülist akımlar da bu duyguları körükleyerek yükseliyor. Macaristan’da Orban, Polonya’da Kaczynski “göçmen saldırılarına” ve “Brüksel’in komplolarına” karşı ülkelerini aslanlar gibi savunma pozlarıyla iktidara geldiler. Trump da dünyanın, hele de Çin’in Amerika’yı sömürdüğünü söyleyerek...
TÜRK’ÜN DOSTU?
Kadir Has Üniversitesi’nin dün açıklanan araştırmasına göre “düşman” algımız artıyor: ABD’yi birinci tehdit olarak görenlerimizin oranı 2015 yılında yüzde 35 iken, 2018’de yüzde 60’a çıkmış.
İsrail konusundaki rakamlar yüzde 46.6’dan yüzde 54.4’e çıkmış.
Avrupa’yı tehdit görenlerin oranı düşük; yüzde 10’dan yüzde 26’ya gelmiş.
Tek dostumuz Azerbaycan, elbette kardeşimiz Azerbaycan.
Kamuoyundaki bu tehdit algısının tabii ki reel sebepleri var: ABD’nin YPG’yi silahlandırması, Kudüs sorunu gibi...
Zaten sorunlar, sürtüşmeler arttıkça bu duygular yükselir.
İktidarın ve Genelkurmay’ın ülke yararına başarılı her hareketini takdir etmek gerekir. Aynı zamanda ordunun üzerine siyaset gölgesi düşürmekten de sakınmak gerekir.
MENBİÇ BAŞARISI
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ABD gezisinde mevkidaşı Mike Pompeo ile yaptığı görüşme iyi sonuçlar verdi.
Üç aşamalı plana göre YPG Menbiç’ten çekilecek:
“İlk aşamasında iki taraf hazırlık toplantısı yapacak. İkinci aşamada YPG bölgeden çekilecek. Üçüncü aşamada ise bölgeyi kimin yöneteceğine ve güvenlik birimlerinde kimlerin yer alacağına karar verilecek.”
Kesin bir takvim yok ama “altı aydan az” bir süre öngörülüyor.
YPG’nin çekileceği yerlerde, etnik kimliği ne olursa olsun, halka dayalı yönetimler kurulacak, genel güvenliği Türk ve Amerikan askerleri sağlayacak...
Çavuşoğlu’ndan bir kaç saat sonra Reuters, terör örgütünün
Öncelikle şunu kaydetmek isterim: Bu seçimlerde beni gelecek için umutlandıran husus, eski keskin ideolojik çatışmanın bir ölçüde yumuşamış, onun yerine siyasi polemiklerin ön plana geçmiş olmasıdır.
Hatırlayın din ve laiklik kavgalarını. Reel sorunlarımızın üstünü örten böyle ideolojik söylemlerden yavaş da olsa sıyrılıyoruz.
Sistem meselesini daha rasyonel konuşabileceğiz diye umutlanıyorum.
KURUMLARIN ÖNEMİ
Hiçbir siyasi sistem sihirli değnek değildir. Türkiye şu son beş altı yılda iki sistemde de Merkez Bankası’nın hırpalanmasını yaşadı; iyi sonuç vermedi. Demek ki sistem meselesi değil “kurumlar hukuku” meselesi önemli.
Kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı zayıfsa sistemin adı ne olursa olsun, orada adalet ve özgürlükler alanında sorunlar yaşanır.
Türkiye yüz on yıllık parlamenter tarihinde de son iki yıllık bilfiil başkanlık sisteminde de yargı bağımsızlığına ulaşamadı. Sırasıyla vesayet, cemaat ve siyaset yargılarını yaşadık.
Dönüm dolaşıp geldiğimiz yer, Meral Akşener’in sözleriyle, şudur: