New York Times’ın “evden işe en büyük göç” olarak tanımladığı bu dip dalgasının yüzeye çıkışı eşitlik ve özgürlük taleplerinin güçlenmesi şeklinde olacak.
NYT, özellikle internetin yaygınlaşmasıyla Endonezya’da, Pakistan’da, Mısır’da eğitimli birçok kadının internet sayesinde iş ağları kurduğunu örneklerle anlatıyor. Cakarta’da ‘hijup.com’ internet sitesi tesettürlü kıyafet konusunda moda tasarımları ve satış yapıyor, 1.5 milyon kadın izleyicisi ve müşterisi var mesela...
“Anneleri ve nineleri için ev dışında iş genelde imkânsızdı, fakat son 15 yılda 50 milyon kadın internet üzerinden veya piyasada iş sahibi oldu... Bütün İslam dünyasında çalışan kadınların sağladığı gelir 1 trilyon dolar.” (NYT, 25 Mayıs)
ANNELER VE KIZLAR
Hayatını evinde, ev işleriyle ve itaatkârlıkla geçiren nineler ve anneler yerine “eğitimli, hırslı, teknoloji kullanan, girişimci” genç kadınlar geliyor. World Economic Forum’un Yeni Ekonomi ve Toplum bölümünün başkanı Müslüman kadın Sadiye Zahidi “yükselen pazar” durumundaki İslam ülkelerinde STEM yani “Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Matematik” programlarında kızların erkekleri geçtiğini, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde “yeni girişimciler” arasında kadınların çoğunlukta olduğunu anlatıyor. “Silikon vadisinde kapüşonlu tişörtüyle genç adam, bir Müslüman tekno kentinde tesettürlü genç kadın” benzetmesi yapıyor.
Sadiye Zahidi’nin bence en önemli vurgusu, eğitimli ve girişimci bu kadınların “aileleri, toplumları ve ülkeleri için uzun vadede yol açacakları sonuçlar”dır.
Bu sonuçlar elbette eşitlik ve özgürlük taleplerinin artması olacak.
Suudi despotizmi, reformlara kadın haklarından başlama gereğini duydu değil mi?
Bunlar elbette milletçe sevinmemiz gereken haberlerdir; sadece sevinmeyip aynı zamanda analitik gözle de bakmalıyız.
İktisadi analiz ekonomistlerin işi. Ben siyaset ve ideoloji sorunlarına bakmak istiyorum.
EN BÜYÜK PAZARIMIZ
Döviz sorunu dünyada ve hele de Türkiye’de daha bir ciddiyet kazanırken ihracatımızın artması elbette olumludur.
Ocak-nisan döneminde AB dışındaki ülkelere ihracatımız yüzde 2.8 azalırken, AB ülkelerine ihracatımız yüzde 21.1 artmış; toplam ihracat artışımız ortalama 10.4’tür.
Madalyonun bir de öbür yüzü var: İthalatımız daha fazla artıyor, ihracatın ithalatı karşılama oranı geriliyor, döviz ihtiyacımız artıyor.
Görüyor musunuz, en iyi pazarımız Avrupa Birliği ülkeleri... Öyle “Haçlı ittifakı, Batı medeniyeti çöküyor, ekonomimize saldırıyorlar” deniliyor ama gerçek ortada...
Avrupa’daki bir kriz Türkiye’ye zarar verir, Türkiye’de bir ekonomik daralma Avrupa’ya zarar verir; gerçek budur.
Bu söylemde ekonomi, rasyonel bir rekabet alanı değil gizli güçlere karşı bir savaş alanı olarak tasvir ediliyor.
Bizim düzeltmemiz gereken hiç hatamız yok, dış güçler saldırdığı için dolar 4.9’a, faiz yüzde 16’ya tırmanıyor!
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun deyişiyle:
“15 Temmuz darbe girişimi başarısız olduktan sonra Türkiye’yi ekonomi ile nasıl yıkabiliriz çalışmaları başladı. Fakat biz aldığımız tedbirlerle ekonomimizin bu saldırılardan en az hasarla kurtulmasını sağladık. Bu işin içinde ülkeler de var, finans kuruluşları da var, faiz lobisi de var...” (30 Mayıs 2018)
EKONOMİ DİLİ
Fakat Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’le MB Başkanı Murat Çetinka’ya Londra’da “küresel kuruluşlar”la görüştüler. Merkez Bankası’na baskı anlamına gelen sözlerin “seçim modunda söylendiğini”, aslında MB’nin bağımsız olduğunu, faizi gerekirse yine yükselteceğini söylediler.
Dolar aşağıya yöneldi. Çünkü faiz arttırımı, dünyada da yükselen dolara karşı Türk Lirası’nı değerlendirmişti.
Halbuki Şimşek ve Çetinkaya orada da
Fakat bizde ölçüyü çoktan aştı, kaynak gösterilmeden ve enflasyonu nasıl olup da körüklemeyeceği anlatılmadan bol keseden vaatler yapılıyor.
Siyaset biliminde “müştericilik” (clientalism) denilen popülizm türü; oyları verin, devletten parayı alın.
Benim önemsediğim husus partilerin devlet ve hukuk konularında söyledikleridir.
YENİ ANAYASA
Dün Meral Akşener İYİ Parti’nin seçim bildirisini açıkladı. “Tüm kesimlerle uzlaşmalı, yönetme yetkisinin hem sebebi hem meşruiyet kaynağı olan yeni anayasa” vurgusunun altını çizdim.
Evet, anayasalar toplumsal uzlaşıya dayanmak zorundadır.
İktidardaki AK Parti ile ittifak yaptığı MHP ise bildirilerinde mevcut “cumhurbaşkanlığı yönetimi sistemi” ile Türkiye’nin daha iyi yönetileceğini savunuyorlar, yeni anayasa vurgusu yapmıyorlar.
Muhalefetteki CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi
Dış güçler ekonomimize saldırarak doları 4.9’a kadar çıkarmışsa, “bir gecede” niye indirdiler?
Dahası, 2002’den itibaren yılda 20 milyar dolara kadar Türkiye’ye adeta döviz yağdırmışlardı. Biz de bunu iyi değerlendirerek altyapı yatırımlarını geliştirdik, ihracatı 160 milyar dolara çıkardık.
Şimdi niye batırmak istesinler? O zaman kendi yatırımlarını, kendi ihracat pazarlarını batırmış olmazlar mı?
İKTİSAT DÜŞÜNCESİ
İktisat düşüncesinin rasyonelleşmesi olağanüstü derecede önemli bir zihniyet sorunudur. Temel sebebi geleneksel tarım toplumundan sanayi toplumuna geçmede en az iki asır gecikmemizdir: Tarla hayatının daha az hesap kitap, işletmeciliğin ise daha çok hesap kitap yani rasyonelleşme gerektireceği açıktır.
Prof. Ahmet Güner Sayar’ın ‘Osmanlı İktisat Düşüncesinin Çağdaşlaşması’ adlı eserini mutlaka ama mutlaka okumak lazım. Öyle ki 1880’lere kadar vezirler, nazırlar “hesap kitap ve istatistik işleriyle uğraşmayı kibarlığa aykırı görürdü.” Bunu esef ederek, eleştirerek söyleyen Abdülhamid’in rasyonel düşünceli Maliye Bakanı Mehmet Ziya Bey’dir. (Sf. 104)
O zaman “ilm-i servet” denilen modern iktisat bilimiyle tanışmamız Tanzimat’tan itibaren ve özellikle Abdülhamid’in açtığı “yüksek mektepler”le oldu.
Atatürk de 1936’da iktisat öğretimini 4 yıla çıkarmıştı.
Parlak diyorum, bunu Atatürk de takdir etmişti. 1930’da Serbest Fırka kapattırıldıktan sonra yurt gezisine çıkar Atatürk, Aydın’da Serbest Fırka kurucusu genç Menderes’le tanışmış, onu çok beğenerek partisine almıştı.
On altı yıl sonra Menderes yeni kurulan Demokrat Parti (DP) adına 13 Eylül 1946 Cuma günü Meclis kürsüsündedir:
“Bir Meclis seçmek ve hatta bu Meclis’te bir miktar muhalif milletvekili bulundurmakla demokratik bir idare kurulmuş olmaz. Demokrasi teminatlar rejimidir...”
Menderes temel hak ve hürriyetlerle birlikte basın hürriyetinin “teminat” (güvence) altında bulunmadığı rejimlere demokrasi denilemeyeceğini anlatarak otoriter Tek Parti rejimini eleştiriyordu.
YEDİ YIL SONRA
Tam yedi yıl sonra Menderes başbakandır, Millet Partisi sözcüsü Osman Bölükbaşı muhalefettedir.
1950 seçimlerinde Demokrat Parti (DP) yüzde 54 oyla Meclis’teki 487 sandalyenin yüzde 84’ünü alarak iktidara gelmişti!
Ülkede özgürlük ve kalkınma rüzgârları esiyordu.
14 Mayıs 1950 yılında Türkiye’de ilk hür seçimler yapılmış, Demokrat Parti (DP) yüzde 54 oyla, Meclis’teki 487 sandalyeden 408’ini almıştır; adaletsiz seçim sistemi sayesinde!
Bizim siyasi kültürümüzde hâlâ tam aşamadığımız iki hastalık vardır: Tarihten gelen derin kültürel yarılma... Demokratik iktidar ve demokratik muhalefet kültürünün gelişmemiş olması.
Bu toplumsal hastalıklar hemen kendini gösterdi, İnönü ve Menderes’in sert kavgaları başladı.
Daha Ekim 1952’de CHP Lideri İsmet İnönü’nün Manisa gezisinde olaylar çıktı. Balıkesir valisinin ricası üzerine İnönü 8 Ekim’deki Balıkesir gezisini iptal etti.
Daha bu ilk dönemde İnönü’nün Menderes’i “diktatör, ruh hastası” diye, Menderes’in de İnönü’yü “profesyonel cani soğukkanlılığı” ile suçlaması, on yılı zehirleyen siyasi çarpışmaların özetidir.
KAYNAK ESERLER
Bu konuda Altan Öymen’in ‘Öfkeli Yıllar’, ‘Ve İhtilal’ adlı kitapları ile yeni çıkan ‘Umutlar ve İdamlar’ adlı kitabını mutlaka okumak lazım. Gazeteci ağabeyimiz Altan Öymen CHP’lidir, oradan bakarak fakat objektif olgulara dayanarak ve dürüst değerlendirmelerle yazmıştır kitaplarını.
Öbür yanda, Menderes’in bakanlarından Rıfkı Salim Burçak’ın
Evet önce iktisatçı, sonra politikacı.
Keşke iktidarın hukukçuları da hukuku siyasetin önünde tutsalardı.
Dün Sayın Şimşek’i NTV’de dikkatle dinledim. Hem iktisadi gerçeklere bağlı kalarak ekonomimizdeki sorunları dürüstlükle dile getirdi, hem Türk ekonomisinin güçlü yönlerini mesela bankacılık sektörümüzün sağlamlığını teknik dille anlattı.
Ben Sayın Şimşek’in bahsettiği konulardan ikisi üzerinde duracağım: Biri Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, öbürü ülkenin yargı sorunu.
MERKEZ BANKASI’NA SAYGI
Şimşek “Merkez Bankası geç de olsa güçlü bir adım attı ve etkili oldu” dedi.
Sorun işte bu “gecikme” kavramında.
Dövizi frenlemek için faiz arttırmak gerektiğinde MB’nin her defasında