Emir Kusturica Nâzım Hikmet’le akraba olabilir mi

Nâzım Hikmet’in Polonyalı kökeni bilinir ama Sırp kökeni bilinmez. Büyükdedesi Ömer Lütfi Latas, Ortodoks Sırp’tır. Müslüman olunca Osmanlı ordusunda Rumeli Müşirliği’ne kadar yükselmiştir. Bosna’nın ıslahatında görevlendirilmiştir. Nobel ödüllü yazar İvo Andriç “Ömer Paşa”nın Saraybosna günlerini romanlaştırmıştır. Peki Kusturica ailesi, astığı astık kestiği kestik Ömer Paşa’dan korkup mu Müslüman olmuştur? Tarih sayfalarını geriye doğru çevirdikçe bakın ne tür gerçeklerle yüzleşiyorsunuz...

Haberin Devamı

EMİR Kusturica’yla ilgili ne biliyorsunuz:
1954 Saraybosna doğumlu.
Çağımızın en önemli yönetmenlerinden; iki kez Cannes olmak üzere, Berlin, Venedik, Chicago ödüllerini aldı.
Sosyalist. Yugoslavya’nın bölünmesine hep karşı çıktı.
Etnik olarak kendini “Sırp” diye tanımlıyor: “Ortodoks Sırp idik; canımızı Türklerden kurtarmak için Müslüman olduk.”
Bu tez ne derece doğru?
Öncelikle Kusturica “Türkler” derken Osmanlı’yı kastediyor. Oysa Türklerin Balkan coğrafyasına göç etmeleri Osmanlı’dan bin yıl önce!
Keza Boşnakların Müslüman olmaları da Osmanlı’dan önce!
En iyisi en başından alalım...
Kusturica Türk olabilir mi
Öncelikle bu meseleye girmeden önyargılara yol açmamak için şunu yazmalıyım: Kişi kendini ırki ve dini hangi aidiyette/kimlikte hissediyorsa odur./images/100/0x0/55ea9f5ff018fbb8f88c1188
Şimdi gelelim Kusturica’nın kökenini yazmaya:
Sırplar Slav kökenlidir. Adları, Latincede “köle”, “hizmetçi” anlamındaki “servus”un çoğulu “servi”den gelir.
Ortaçağ köle düzeninin en değerli esirleri boylu boslu, güçlü Sırplar idi. Örneğin, Müslüman Endülüs’teki Arap ordusunun içinde 13 bin 750 kişilik Müslüman olmuş Sırp vardı.
Türkler ile Sırpların karışmasının miladı 9 Ağustos 378’de Büyük Hun İmparatoru Attila’nın, Bizans’ı yenip Avrupa Hun İmparatorluğu’nu kurmasıyla başladı.
Hunlardan sonra bölgeye Avar Türkleri geldi. (Bugün Sırpçadaki “bayan” anlamına gelen “boyan” sözcüğü Avar Türklerinden geçen onlarca sözcükten biridir.)
Avarlardan sonra Peçenekler ve sonra da, Kusturica’nın fiziğine benzeyen, beyaz tenli, mavi gözlü, uzun boylu ve sarı saçlı Kumanlar (Kıpçaklar) Balkanlar’a göç eden Türk kavimlerindendi.
Bu Türk kavimleri zamanla Hıristiyanlaştılar.
Kusturica kendini Sırp sanırken zamanla Hıristiyanlaşmış Türk olabilir mi? Tarihte ne sürprizler vardır böyle.
Gelelim dinsel meseleye...
Sarı Saltuk’u tanır mı
Evet Balkanlar’ın Müslümanlaşması sanıldığı gibi Osmanlı’yla başlamadı. Bu coğrafyada Müslümanlaşma 7’nci yüzyılda İslam misyoner hareketiyle filizlendi. Bu misyoner hareketin en büyüğünü 1261’de Horasanlı Sarı Saltuk gerçekleştirdi; nüfusu 10 bine yaklaşan 40 Türkmen kabilesiyle bölgeye/Dobruca’ya yerleşti.
Keza eklemek gerekir; Bizans da, Balkanlar’daki egemenliğini sağlamlaştırmak için Türkmen ailelerini bölgeye yerleştirdi. (Yani Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri 1071 Malazgirt Savaşı’ndan çok önceye dayanır. Savaş “kurumsal” anlamda ilk gelişin miladıdır.)
Fakat Balkanlar’ın Müslümanlaşması 1354’teki Gelibolu fethiyle hız kazandı. 1624’teki Papalık kayıtlarına göre, Bosna-Hersek’te 900 bin Müslüman, 300 Katolik ve 150 bin Ortodoks vardı.
Burada karşımıza Kusturica’nın söylediği çıkıyor: Bu Müslümanların ne kadarı Türk idi?/images/100/0x0/55ea9f5ff018fbb8f88c118a
Osmanlı vergi kayıtlarına göre, Müslümanların çok azı Anadolu’dan bu coğrafyaya gelmişti.
O halde Kusturica haklıydı!
Peki, buradan bir başka soruya geçelim: Müslüman olanların önceki inançları/mezhepleri neydi?
Somutlaştırırsak, Müslümanlığı seçen Kusturica ailesi Katolik ya da Ortodoks kökenli miydi? (Ki Bosna’da ayrıca Yahudi nüfusu da vardır; fakat konumuz olmadığı için bu meseleye girmiyoruz.)
Soruya soruyla yanıt verelim:
Kusturica ailesi Bogomil olabilir mi? Bu da nereden çıktı demeyin...
Kusturica Bogomil olabilir mi
10’uncu yüzyılda ortaya çıkan bu mezhebin kurucusu Bogomil adında Bulgar Ortodoks bir papazdı. Dünyayı İyi (Allah) ve Kötü (Şeytan) olarak ikiye ayıran bu mezhebe göre, Hz. İsa ölümlüydü ve tekrar dirilmeyecekti. Kutsal Ruh Üçlemesi doğru değildi. Haç kullanmıyorlar, et yemiyorlardı ve ibadetleri için kiliseye ihtiyaç duymuyorlardı. Sembolleri altı köşeli Davud yıldızıydı.
Sorumuzun yanıtına dönersek: Kusturica ailesinin Bogomil olma olasılığı düşüktü; çünkü Bosna’da çok az Bogomil vardı.
Bunu yazmamım nedeni, Bosna’da Hıristiyan olarak sadece Ortodoks ve Katolik olmadığını göstermektir.
Bitmedi.
Ayrıca Bosna’da Ortodoks ve Katoliklerden ayrı hayli güçlü bağımsız Bosna Kilisesi vardı.
Ruhban sınıfını kabul etmeyen; Hz. İsa’nın Tanrı değil yaratılmış bir varlık olduğunu düşünen bu kiliseye göre, varlık ve teklik sadece Allah’a aitti. Yani “Oğul Tanrı”ya inanmıyorlardı.
Bosna’da genellikle Müslümanlığı benimseyenler, Bogomiller mezhebine ve Bağımsız
Bosna Kilisesi’ne mensup Hıristiyanlardı.
Bu arada yazmak gerekiyor:
Bosna tarihine baktığınızda, Kusturica’nın “Ortodoks’tuk, korktuk Müslüman olduk” sözleri biraz abartılıdır.
Fatih Sultan Mehmed’in “Bosna Fermanı”nı anımsatmaya gerek yok. Ayrıca tarihi gerçektir ki, Osmanlı stratejisi gereği, Katoliklere karşı hep Ortodokslarla işbirliği yaptı. Sanıyorum bir tek örnek bunun ispatıdır: Peç Patrikliği’nin başındaki Makkariye, Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın öz kardeşiydi!
Bakın nereden nereye geldik.
Hadi ayrılıkları değil kardeşlikleri ortaya çıkarmaya çalışalım. Manşetimizdeki soruyu yanıtlamaya çalışalım. Bakalım Emir Kusturica, Nâzım Hikmet’in akrabası mı?
Nâzım Hikmet’in büyükdedesi
İvo Andriç (1892-1975) Yugoslavya ülküsüne inanmış, Nobel edebiyat ödülü sahibi Bosna-Hersek doğumlu bir yazardı.
Romanlarından “Ömer Paşa” gerçek bir hayat hikâyesine dayanır.
Mihaylo-Miço Latas, Sırp bir babayla, Polonyalı bir anneden 1806’da doğdu.
Matematik ve resimde
çok başarılıydı. Avusturya’da 4 yıldır öğrenim gördüğü harp okulundan kaçarak Osmanlı’ya sığındı. Yıl 1826.
Dinini değiştirip Müslüman oldu; Ömer Lütfü Paşa adını aldı. Osmanlı ordusunda hızla yükseldi.
Bir dönem öğrencisi olan Abdulmecid’in padişah olmasıyla yıldızı parladı. 1848’de Rumeli Ordusu Müşiri oldu; 2 yıl sonra da Bosna’nın ıslahatıyla görevlendirildi. İvo Andriç, Ömer Paşa’nın Saraybosna’daki işte o günlerini romanlaştırdı.
İşte Sırp kökenli Ömer Paşa, Nâzım Hikmet’in büyükdedesiydi.
Ömer Paşa’nın ilk evliliğinden dünyaya gelen kızı Saffet Hanım, asıl ismi Konstantin Borzecki olan Polonya kökenli Mustafa Celaleddin Paşa’nın eşiydi.
Bu evlilikten dünyaya gelen Hasan Enver Paşa ise, asıl adı Karl Detrois olan Müşir Mehmed Ali Paşa’nın kızı Leyla Hanım’la evlendi.
(Leyla Hanım’ın annesi Ayşe Sıdıka kimdi bilir misiniz; “İslami Calvinizm”i savunan Prof. Sabri Ülgener’in büyük teyzesiydi. Hepsi Nakşibendi Gümüşhanevi Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin müridiydi. Bu tür akrabalık ilişkilerini merak edenler, “Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı” kitabıma bakabilir.)
Leyla Hanım-Hasan Enver evliliğinden Ayşe Celile Hanım dünyaya geldi; yani Nâzım Hikmet’in annesi.
Nâzım Hikmet’in Sırp kökeni pek bilinmez.
Kendini Sırp sayan Kusturica, hayatı boyu kendini Türk gören Nâzım Hikmet’in akrabası olabilir mi?
Bilinmez. Olup olmaması da önemli mi?
Önemli olan  akrabalık/hemşerilik değildir.
Önemli olan düşünce akrabalığıdır.

Haberin Devamı

ALİ BULAÇ ALİ EKREM ERKAL’I TANIR MI

Haberin Devamı

EMİR Kusturica “Boşnak-Müslüman” olmadığını, “Sırp-Ortodoks” olduğunu söylüyor.
İlginçtir Kusturica’ya “destek” Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç’tan geldi!
Müslümanların Müslüman olmayanlarla birlikte aynı toplumda dışlamadan ve dışlanmadan, çatışmasız bir şekilde yaşayabilmeleri için sürekli “Medine Vesikası”nı referans gösteren Ali Bulaç, Balkanlar’dan Anadolu’ya gelenlerin Türk olmadığını yazdı.
“‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ formülünü kabul edip kolayca ‘resmi Türk kimliği’ni -resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini- benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.” (20 Eylül 2010, Zaman)
Ali Bulaç’ın bu yazdıkları basında tartışılırken aklıma hep “adaşı” bir başka yazar, Ali Ekrem Erkal geldi.
83 yaşında.
Söke doğumlu.
İzmir’in tarihi Kemeraltı Çarşısı’nın en eski sarraflarından.
Kore Savaşı gazisi.
Kendini hep, Giritli Türkoğlu Türk gördü.
Ali Bulaç gibi göçmenler konusunda kafa karıştıranlara yanıt vermek için, 81 yaşında “Geleneksel Kültürüyle Türk Girit” kitabını yazdı.
Karşınızda kuyumcu bir yazar var yani!
Girit kitabını bir solukta okudum; Girit tarihi konusunda çalışma yapanların çok yararlanacaklarına inanıyorum. Ben çok yararlandım.
Sadece Girit’i araştırıp yazmadı Ali Ekrem Erkal.
İzmir’in “Kızlarağası Hanı”nı da kaleme aldı. (1996)
Kore anılarını ise 2005’te yazdı.
Kitaplarındaki bilgi-belge çokluğuna şaşırıp kalırsınız.
Nakilci tarihçilerin bol olduğu ülkemizde nice belgeleri gün yüzüne çıkaran alaylı tarihçilerimiz de var. (Örneğin, Bosna tarihi konusunda çalışmalar yapan -ve çok yararlandığım- H. Mirgül Eren Griffe de bu tarihçilerden biridir.)
Çalışmalarındaki azimleri, titizlikleri her türlü övgüyü hak ediyor.
Bu nedenlerle kitaplarını okurken 83 yaşındaki bu ihtiyar delikanlı yazarla gurur duyuyorsunuz. Heyecanını her satırda hissediyorsunuz.
Bugünlerde fırsatını bulursam İzmir’e gideceğim, çayını içeceğim.
Ama önce onun hasta yatağından kurtulması gerekiyor.
Daha yapacak, araştıracak çok konumuz var.
Ali Bulaç’ın göçmenler Türk değil derken sizce neyi kastediyor; bir türlü kabul edemedikleri Balkanlar’daki Bektaşi, Mevlevi, Melami, Halveti tarikatlarını mı?

Haberin Devamı

SAYIN BAKAN İMANIN ŞARTI KAÇ

SORU absürd mü?
Hiç değil.
Konumuz, din dersleriyle ilgili...
Devlet Bakanı Faruk Çelik’i tanımıyorum. Yazın Madımak Oteli’nin satın alınmasıyla ilgili olarak sıcak bir telefon görüşmesi yaptık.
Alevi Çalıştayı da düzenleyen Bakan Çelik’in iyi niyetli olduğunu düşünüyorum.
Ancak bazı konularda farklılıklarımız var.
Bakan Çelik diyor ki, “Aleviler niye din derslerine karşı olsun”.
Klasik söylem var: “Sünni’nin de, Alevi’nin de Allah’ı, peygamberi, kitabı bir; o halde bu ayrılık niye?”
Doğru bu konuda bir ayrılık yok.
Ama işte salt bu inanç benzerliği sorunu çözmüyor. Üstelik bu sadece Alevi meselesi de değil.
Bakın bunu bir örnekle açıklamalıyım:
Önce size bir soru:
İmanın şartı kaçtır?
Devlet Bakanı Faruk Çelik’in yanıtıyla okullarda öğretilen din bilgisi öğretmenlerinin yanıtı aynı olacaktır; imanın şartı altıdır:
Allah’a İman, Meleklere İman, Kitaplara İman, Peygamberlere İman, Ahret gününe İman ve Kaderin Hayır ve Şerrin Allah’tan Olduğuna İman.
Bakınız:
Gazali’den tutun İmam Birgivi’ye kadar bu sorunun yanıtı hep aynıdır: İmanın şartı altıdır.
Peki...
Bırakınız sadece Alevileri; Mutezile’den doğan tüm mezheplere, görüşlere göre de imanın şartı altı mıdır?
İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Ömer Hayyam, Farabi, İbn-i Arabi, Ömer Sikkini, Hamza Bali, Hallac-ı Mansur, Baba İlyas, Şeyh Bedreddin’e göre de imanın şartı altı mıdır? Değildir!
Bu İslamcı düşünürlere, mezheplere imanın altıncı şartını kabul ettiremezsiniz
Onlara göre Allah sadece yönetir; hayır ve şer Allah’tan gelmez. Allah yarattıklarına niye eziyet etsin?
Kabul edin etmeyin onlar buna inanıyor.
Ayrıca...
Kuran-ı Kerim’de imanın şartı filan buyurulmaz. Yoktur böyle bir şey.
Bu şart 10’uncu yüzyılda ortaya çıktı.
“İmanın şartı altıdır” diyen kimdir:
Bağdat merkezli akılcı Mutezile felsefesine karşı çıkan, Eş’ari’dir.
Sadece Eş’ari felsefesine inananlar için imanın şartı altıdır. Diğerleri için değildir.
Bu sadece bir örnek.
Yani öğretmen sınavda imanın şartı kaçtır diye sorsa, hangi öğrencinin yanıtı doğru kabul edilecektir!?
Örnekler çok.
8’inci sınıflara öğretilen “kader” konusuna hiç girmeyelim.
Sayın Bakan kimsenin din dersiyle bir sorunu yok. Buna ateistler de dahil; kim Dinler Tarihi’ni öğrenmek istemez?
Mesele, çocuklara sadece bir mezhebin öğretilmesidir.
Asıl sorun buradan çıkmaktadır.

Yazarın Tüm Yazıları