Paylaş
Sidney’de çalıştığım otelden kazandığım bedava biletle Papua Yeni Gine’ye gittim. 90’ların sonuydu... Tropik, egzotik bir macera bekliyorum. Ama yemekler... Felaket. Yağlar garip, Hindistan cevizi her yemeğin içinde. ‘Survivor’ yarışmacısı bile bu kadar yememiştir.
Şikâyet ettim, kısa süre sonra oda telefonu çaldı. Türk bir çalışan arıyor. “Abi, senin ne işin var burada” dedim. Meğer gemiden kaçmış, sevgili yapmış, hayat ucuz, hava güzel diye kalmış. “Yemekler berbat” dedim, sağ olsun, ızgara tavukla patates püresi yolladı.
Dünyanın her yerinde bir Türk bulursun; bir de patates. İkisi de nerede olursa olsun ayakta kalır, uyum sağlar ama özünden de ödün vermez. Patates de bizim gibidir; güvenilir, dirençli, emekçi... Hem halk çocuğu hem dünya vatandaşı...
Fransa’da Paris mash olur, Hindistan’da aloo gobi, ABD’de hamburgerin yancısı, Almanya’da kartoffelsalat’la sosisin sırdaşı. Sadece bir kök sebze değil, mutfakların sırtını yasladığı emektar. Dünya mutfağının en iyi yardımcı oyuncusu.
Bu ‘dünya mutfağı’ lafına da ayrıca uyuz olurum, sanki başka gezegende mutfak var! Ama konu patatesse, o ünü gerçekten dünya dışına taşar. Ridley Scott’ın 2015 yapımı ‘Marslı’ (The Martian) filminde, Mars’ta mahsur kalan astronot neyle hayatta kalır? Tabii ki patatesle. Çünkü patates varsa umut da vardır.
O umut, yüzyıllar önce Peru’nun dağlarında başladı. İnkalar ona altın kadar değer verirken Avrupa ilk başta yüz vermedi. Ancak kıtlıklar başlayınca insanlar çiçekten çok köke yöneldi. Patates işte o günden beri açın dostu, sofranın sigortası.
Bizdeyse Osmanlı önce bir burun kıvırmış “Bu
ne şimdi; taş mı, pancar mı” demişler. Ama Tanzimat’la birlikte önce saraya, sonra halkın mutfağına girmiş. Cumhuriyet dönemindeyse yokluğun baş-
tacı olmuş. Musakkadan böreğe, çorbadan kızartmaya kadar girmiş her yere. Gizli gizli değil ha, apaçık başrolde bazen...
Püreyi sıcakken ezin
Bugün endemik bir patates türümüz yok belki ama Türkiye’nin dört bir yanında çeşit çeşit patates yetişiyor. Her biri başka huyda...
Agria: Kızartmanın sarışın starı. Dışı çıtır, içi lokum.
Marabel: Pürenin pamuk kalplisi. Tereyağıyla aşk yaşar.
Lady
Claire: Fırının zarif hanımefendisi. Zeytinyağıyla flört eder.
Hermes: Cipsin pop yıldızı. İnce, çıtır ve havalıdır.
Gala: Haşlamalık
görev adamı. Dağılmaz, ezilmez, patates oturtmaya can verir.
Ama bilin ki, patatesle mutfağa girecekseniz önce onun huyunu öğrenmeniz gerekir. Kızartma yapacağım deyip haşlamalık patatesle girerseniz, sonuç lastik gibi olur. Soğuk suda bekletin, nişastasını alın. Püreyi sıcakken ezin, sakın blendıra sokmayın; süner, sakız olur.
Özetle patates mütevazı ama vazgeçilmezdir. Türk mutfağının her köşesine sinmiş, her kuşakta kendine yer edinmiş, hemen her damakta iz bırakmış bir kahramandır. Kimbilir belki de onu bu kadar sevmemizin sebebi, kendimize benzetmemizdir.
Afiyetle...
Paylaş