Yeni Türkiye

Haberin Devamı


 Toplum hayatını dini kurallardan destek alarak düzenlemeye kalkıştığınızda çok tartışmalı bir süreci yaşamak durumunda kalırsınız.
 Türkiye, Osmanlı geçmişi de göz önüne alındığına Birinci Tanzimat’dan itibaren yönünü Batı’ya çevirmiştir.
 Bu yönelim kendisini en fazla “laiklik” ilkesinde ifade etmiştir.
 Laiklik, toplumu düzenleyen kuralların ihtiyaçlara göre değişebilmesinin imkanını sağlamıştır.
 Beri yandan toplumun tamamına yakının Müslüman olması, Müslümanlığın kapsamlı bir sosyal, siyasal, ekonomik bir düzen öngörmesi, tercih seçmene bırakıldığında laiklik ilkesinin esnetilmesi sonucunu doğurmaktadır.
 Türkiye, bize göre 1830’lı yıllarda başlayan ve yaklaşık 180 yıl süren yönelimini, demokrasinin vesayetsiz hale gelmesine paralel yeniden gözden geçirmektedir.
 Toplumsal dinamikler artık Batı’yı rol model olarak benimsememekte, ancak yerine ikame edilecek modeli de çağa uyumlu, refaha tavırlanmayan bir şekle tam oturtamamaktadır.
 Ancak, bilinen, toplum ve devlet düzeninin daha muhafazakarlaşacağıdır. İslam dininin kutsal metni olan Kuran’da 6666 ayet olduğu ifade edilir.
 Başta hadis ve sünnet olmak üzere icma-i ümmet ve kıyas-ı fukuhadan oluşan ikincil kaynaklarla çok geniş bir külliyata sahiptir.
 Referanslar bu denli geniş olunca yorumlarda doğal olarak çeşitlenmektedir. (Yorumlar ne kadar çeşitlense de hemen hepsi eskidir. Keşke İslam da Bab-ı İçtihad Kapısı kapanmasaydı, Mecellenin “zaman değiştikçe,hüküm değişir” kuralı İslam coğrafyasında işleyeseydi, belki de özlenen sentez bugünlerde oluşmuş olacaktı.)
 Dolayısıyla din adına hareket ettiğini söyleyen, bir yandan tartışılmazlık zırhına bürünürken, öte yandan geniş külliyatın ona sağladığı argümanları seçip, buradan hareketle kendine uygun önerilerde bulunabilme imkanına kavuşmaktadır.
 Demokrasilerde din ve dinin kendince yorumuyla siyaset üretirken çok hassas olunmalıdır. Şüphesiz, ideal olan, din üzerinden siyaset yapmanın “haksız rekabet” rantına tenezzül etmemektir.
 Türkiye bundan böyle daha dindar bir toplum olacaksa, dine dayandığını ifade ederek “serbest atış” yapanların oluşturacağı handikapları yaşacağı çok muhtemeldir. Ancak bir hususta “kral çıplak” demenin yararı vardır. Vesayetsiz demokrasiyi öğrenmeye çalışan yeni Türkiye’de, ‘Devlet-Toplum-Siyaset’ üçgeninin dinle olan ilişkisi, o eski ürkek hallerinden sıyrılacak, “inanç” yaşamın her alanında ağırlığını daha fazla hissettirecektir.
 Şüphesiz doğru olan, İslam dinini hemen her konuya karıştırmamaktadır.
 Bu konuda başta medya ve siyaset olmak üzere herkese büyük sorumluluk düşer.
 Bu bağlamda, kürtaj meselesinde Diyanet’in bir açıklama yapması bize göre iyi olmamıştır.
 Diyanet devlet kuruluşudur, STK değildir.
 Esasında dünyevi bir konu olan kürtajla ilgili, basından izlediğimiz kadarıyla mezhepler arasında bile tam bir mutabakat yoktur.
 O sebeple Diyanet açıklamasında dinden ziyade sosyolojik gerekçeler kullanmıştır.
 Diyanet’in ilave uzmanlık gerektiren konularda fetva makamı pozisyonuna heveslenmesi bu kurumu yıpratır.
 Diyanet 21. yüzyılda kendini vicdani ve kişisel konularla sınırlı tutabilmelidir. Dünyevi düzenlemelere doğrudan etki başkalarının işi olmalıdır.
 Siyasetten gelen çağrılara mesafeli kalınmalıdır.
 Anlaşıldığı kadarıyla Yeni Türkiye’ye hepimizin alışması zaman alacaktır.
 Muhtemelen önümüzdeki on yılları şekillendirecek bu yeni dönem, tıpkı Batı’da olduğu gibi, “doğruya yanlışları ayıklayarak” ulaştığımız bir süreç olacaktır.
 Toplumsal sağduyumuz ve oldukça güçlenmiş laik kültürümüz, bu sürecin çok da sancılı olmayacağı izlenimini bize vermektedir.
 Tecrübeler, batı toplumlarını “Sezar’in hakkı Sezar’a, İsa’nın hakkı İsa’ya” getirmiştir. Bu anlamıyla, din ve vicdan hürriyeti temin eden ve bu tarifiyle muhafazakarları da tatmin edecek “laiklik” ilkesi toplumun her kesiminin güvencesidir.

Yazarın Tüm Yazıları