Paylaş
Bu kavram yalnızca askeri ya da ekonomik bağımsızlıkla sınırlı değildir.
Aynı zamanda teknolojik, diplomatik, enerji ve kültürel alanlarda da karar alma serbestisidir.
TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Toplantısı’nda kısaca değinilen bu başlık aslında dünya düzeninde derin bir dönüşümün sinyalidir.
Küreselleşmenin çözülmeye, çok kutupluluğun güç kazanmaya başladığı bu dönemde ‘stratejik otonomi’ bir lüks değil, zorunluluk haline gelmiştir.
BATI’NIN YÜKSELİŞİ VE İDEOLOJİK RÜYA
İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve liberal demokrasiyi merkezine alan yeni bir dünya düzeni inşa etmeye çalıştı.
Bu dönemde ‘küreselleşme’ adı altında ulusal sınırlar anlamını yitirmeye, sermaye ve bilgi özgürce dolaşmaya başladı.
Avrupa Birliği gibi yapılar ekonomik bütünleşmeyi siyasi birlikle tamamlamaya çalıştı.
Bu dönemin en iyimser yorumu Fukuyama’dan geldi:
‘Tarihin Sonu’ tezine göre artık liberal demokrasi nihai yönetim biçimi olmuştu.
ÇİN’İN YÜKSELİŞİ: STRATEJİK OYUNUN KURALLARINI DEĞİŞTİRMEK
Ancak Çin’in yükselişi bu iyimser anlatıyı kısa sürede sarstı.
Çin, Batı’nın ekonomik araçlarını (ticaret, yatırım, sanayi üretimi) ustaca kullanırken kendi otoriter ve merkeziyetçi sisteminden ödün vermedi.
Devlet güdümlü planlı ekonomi, ucuz iş gücü ve stratejik sabırla Batı’nın kurduğu düzenden faydalanarak onu zorlamaya başladı.
Çin, liberal kapitalizmin araçlarıyla otoriter bir modelin nasıl güç kazanabileceğini kanıtladı.
Serbest bölgeleri kapitalist merkezlere dönüştürürken, asıl kararlar partinin elinde kalmaya devam etti.
Stratejik planlama ve uzun vadeli hedefler Çin’i dünyanın üretim üssü ve teknolojik aktörü haline getirdi.
BATI’NIN GERİLEYİŞİ: SİSTEM YORGUNLUĞU VE İÇE DÖNÜŞ
ABD senyoraj avantajını aşırı kullanmaya, savunma harcamaları ve dış müdahalelerle refahını tüketmeye başladı.
Avrupa ise yaşlanan nüfusu, üretkenliğini yitiren ekonomileri ve siyasi bölünmeleriyle kırılganlaştı.
Brexit bunun sembolüydü.
Sonuçta, Batı'nın kurduğu düzen artık Batı’ya yeterli refah ve güç üretmemeye başladı.
Bu durum Batı’da korumacı, milliyetçi ve otoriter eğilimlerin yükselmesine zemin hazırladı.
Trump döneminde açıkça gözlemlenen ‘önce biz’ siyaseti, gümrük duvarları ve küresel angajmandan çekilmelerle kendini gösterdi.
Avrupa'da ise aşırı sağ yükselişe geçti.
DÜNYADA STRATEJİK OTONOMİ ARAYIŞI YAYGINLAŞIYOR
Bu süreçte ülkeler stratejik otonomi arayışına yöneldi.
AB, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ABD’ye olan askeri ve enerji bağımlılığını sorguluyor.
Savunma sanayi yatırımları, enerji çeşitlendirmesi ve teknolojide yerli üretim hedefleri bu çabanın parçaları.
Hindistan, hem Çin’e karşı denge politikası izliyor hem de ABD ile ilişkilerini sınırlı düzeyde tutarak çok yönlü otonomi geliştiriyor.
Latin Amerika ülkeleri, ABD etkisine karşı daha bağımsız ekonomi politikaları geliştirmeye başladı.
Afrika ülkeleri hem Çin hem Batı arasında denge kurarak kendi kalkınma gündemlerini ön plana çıkarmaya çalışıyor.
TÜRKİYE’NİN YERİ: KIRILGAN DENGEDE YERLİ VE MİLLİ HAMLELER
Türkiye de bu yeni çok kutuplu denklemde stratejik otonomi arayışındadır.
Suriye politikası, savunma sanayinde yerlilik oranının artırılması, enerji alanındaki dışa bağımlılığı azaltma çabaları (TANAP, Karadeniz gazı, nükleer enerji projeleri) bu eğilimin göstergesidir.
Ancak bu çabanın başarıya ulaşabilmesi için yalnızca teknik değil, kurumsal ve demokratik temellerin de güçlendirilmesi gerekir.
Gerçek bir stratejik otonomi sadece dışa bağımsızlıkla değil, içeride şeffaflık, liyakat ve hukukun üstünlüğüyle mümkündür.
YENİ TEHDİT: OTONOMİ KILIFINDA OTOKRASİ
Bugün birçok ülke stratejik otonomi söylemi altında aslında merkeziyetçiliği, hesap vermezliği ve otoriterliği artırıyor.
Güçlü liderler kendi kısa vadeli çıkarlarını ‘stratejik vizyon’ gibi sunarken, toplumlar evrensel değerlerden uzaklaşıyor.
Bu süreç diyalogdan uzak, öngörülemez, çatışmaya açık bir dünya yaratıyor.
Çin’in modeli taklit edildikçe emperyal talepler, bölgesel gerilimler ve iç baskılar artıyor.
Stratejik otonomi yanlış yorumlandığında dünyayı ortak akıldan uzaklaştıran bir kaosa sürükleyebilir.
SONUÇ: ORTAK GELECEK İÇİN DENGELİ OTONOMİ
Stratejik otonomi korumacılığa, milliyetçiliğe ya da otokrasiye kaymadan her ülkenin kendi kapasitesini artırarak daha adil ve dengeli bir küresel sistem inşa etmesidir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için bu kavram bağımlılığı azaltmak, ama dünyadan kopmamak anlamına gelmelidir.
Evrensel değerlere bağlı, yerli üretime dayalı, bölgesel barışı önceleyen bir stratejik otonomi anlayışı sadece ülkemizin değil, tüm insanlığın ortak çıkarınadır.
Paylaş