Paylaş
Cumhuriyet’i kuran irade bahse konu ideolojik tutumunu 1924 Anayasası’nda belli etmiş ve bu tarihten itibaren hayata geçirmiştir.
Oysa, Bağımsızlık Savaşı esnasında toplanan kongrelerde katılımcıların terkibi, bilindiği üzere geniş paydalıdır ve çoklu denge politikaları yürütülmüştür.
Özellikle de 1921 Anayasası’nın 11’inci maddesinde, vilayet halkınca seçilecek vilayet şuralarının yetkisi dahilinde, eğitim, sağlık, ekonomi, bayındırlık işlerinin devredileceği açıkça belirtilmiştir.
Lozan Antlaşması sürecinde ise sadece gayrimüslimler ‘azınlık’ olarak belirtilmiş, Kürtler ‘Millet-i Hâkime’ mensubu olduklarından azınlık hakları doğal olarak söz konusu olmamıştır.
Ancak Lozan Antlaşması’nda Türkçeden başka bir dil konuşan Türk yurttaşlara hiçbir şekilde geri alınamayacak haklar çerçevesinde belirlemeler yer almaktadır.
Anlaşmanın 37, 38 ve 39’uncu maddelerinde yer alan bu hükümler Prof. Dr. Baskın Oran tarafından yazılmış bilimsel makalelerde detaylandırılmaktadır.
Ancak pratikte ne gayrimüslimlerin ne de diğer Müslüman kesimlerin varlıklarına ve kültürlerine dair sonrasında sahiplenici bir tutum alınmamıştır.
İhtimal, toplumu homojenleştirici politika tercihleri 20’nci Yüzyıl’ın mikro milliyetçilik akımlarından da etkilenerek, ülke bütünlüğünün korunmasının gereği olarak görülmüştür.
Bu süreçlerde Türklük kavramının kültürel bir anlam içerdiği ve bu ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesi temsil eden bir üst kimlik olduğu mottosu esas alınmıştır.
Bahse konu kültürel biçimlendirmeye maruz kalan kesimler için ‘inkâr ve asimilasyon’ söylemi bu anlamıyla haksız sayılmaz.
Abdullah Öcalan ve PKK bildirileri, özerklik dahil ayrıştırıcı hiçbir talebi içermeyen, devletle de mutabık kalındığı üzere, kâğıt üzerinde değil, uygulamada da ‘eşit vatandaşlık’ temelinde bir Türkiye beklentisini ifade ediyor.
Söz edilenler, tutumlarını samimiyetle sürdürür ve Türkiye Devleti de demokratik bir ülke ortamı yaratabilirse tüm beklentiler kendiliğinden karşılanır.
Dünyanın medeni ülkeleri ‘farklılıklarını bir zenginlik’ addetmiş ve bir arada yaşamanın hukukunu oluşturmayı becerebilmişlerdir.
Devletin mutabakatlara uygun bir huzur ortamında Kürtlerin makul taleplerini anlama ve giderme çabası içerisine girmesi Türkiye’nin hemen her konuda demokratikleşmesinin kapılarını açar.
Bu kronik sorunun çözüm aşamasına gelmesi devletimizi yönetenlere ve insanlarımıza şimdiden bir ‘moral ve özgüven’ getirmiştir.
Artık ülkemiz bu konularda enerji kaybetmemelidir.
Tekrar vurgularsak, PKK’yı tasfiyeye götüren antlaşma bazılarınca söylendiği gibi Lozan’a yönelik bir tehdit değildir.
Lozan, ülke sınırlarımızı ve bağımsızlığımızı tescil ettirdiğimiz hayati bir sözleşmedir.
Lozan Anlaşması ruhunda karşılıklı mutabakatla insan haklarına sahiplenme vardır.
Bu ruhun sadece azınlıklarla sınırlı olması düşünülemez.
Bu sözleşmede gayrimüslimlere ‘doğrudan’, Kürtlere ve diğer Müslüman etnisitelere ‘dolaylı’ tanınmış haklar yer alır.
Ancak devleti yönetenler uygulamada bu taahhütleri hayata geçirmemişlerdir.
Bugün Kürtlere yönelik devlet bakışının değişeceği izlenimi veren gelişmeler esasında bire bir Lozan ruhuna yönelişi ifade eder.
Bugünün siyasi fotoğrafında an itibariyle yaşanan tuhaflıklar, bahse konu zihniyet değişimi ile evrensel demokrasiye yönelik bir kırılmayı da tetikleyecektir.
Bir paradigma yıkılıyor.
Tabii ki süreç sancısız olmayacaktır.
Bu aşamada komplo teorilerine ve aşırı karamsarlığa itibar etmemek gerekiyor.
Paylaş