Sıtkı Şükürer

Pısırık gazetecilik

24 Şubat 2013

“Elalemin enayisi sen misin?” “Rüzgara karşı...” “Don Kişot’luğun alemi yok” “Oğlum, bak dalgana, akıllı ol” “Böyle gelmiş, böyle gider” “Şimşekleri üzerine çekme”.
Tüm bu deyimler, aslında size tek bir şey önerir.
İdare-i maslahatçı olmanın küflü konforudur bu.
İşin acısı bu yaklaşım müthiş bir kabul görür.
Hayatın her alanında bu tutumun izlerini gözleyebilirsiniz.
Hani mevzu nispeten hafif konulara ilişkindir, fazla mesele etmez, gülümser geçersiniz. Ama temel hususlarda “top gezdiriliyorsa” işte o noktalarda içinizi bir acılık kaplıyor.
Böylesi hallerin en fazla yaşandığı meslek gazetecilik ve özel olarak, gazete köşe yazarlığıdır.

Yazının Devamını Oku

Garip hostes kıyafetleriyle içki yasağının çağrıştırdıkları

17 Şubat 2013

Evrenin oluşumunu büyük patlamaya bağlayan teoriyi herkes bilir. Bu konuda gelişme ve tartışmalar baş döndürücü. Cern deneylerinde “tanrı parçacığı aranıyor”.  Standart modelin, ışık hızının asla geçilemeyeceğine dair varsayımı “takyon”lar sebebiyle sorgulanıyor, evrenin sürekli büyüdüğü ve günü geldiğinde patlayacağı ifade edilirken, bir başka görüş limite gelindikten sonra bu defa büzülme yaşanacağını iddia ediyor, “Big Bang”den önce de evrenin bu süreci defalarca yaşadığı söyleniyor, “paralel” evrenlerden bahsediliyor, “sicim” teorileri isimlendiriliyor, “Atom altı” parçacıkların gizemi çözülmeye çalışılıyor.
Hülasa “bilim” bu konularda doludizgin. Tüm bu araştırmalar, beraberinde “kadim” bir tartışmayı da gündemde sıcak bir şekilde tutuyor.
Yaklaşımlardan biri, böylesi mükemmel bir düzenin mutlaka bir “yaratıcı”ya ihtiyaç gösterdiğini ifade ediyor.
Diğer yaklaşımsa, insan aklının sınırlılığından dem vurarak, idrakimizin “akıl üstünü” kavrayamayacağını söyleyerek, Tanrının varlığı veya yokluğunu tartışmanın beyhude olduğunu, zira mevcut beyin kapasitemiz ile bu durumun asla bilinemeyeceğini belirtiyor.
İkinci yaklaşımın yanında saf tutanlar; tüme varımcı, ampirik, materyalist bir dünya görüşünü temsil ediyorlar. Bu tercihinde bulunanlar, ister istemez kendilerini “aklın” soğukluğuna mahkum ediyor, “mana”nın yumuşatıcı ikliminden bilinçli bir şekilde vazgeçiyorlar.
Tanrının varlığını mukadder görenler ise, bu fikirlerini derinleştirebilmek için, doğal olarak bir yol haritası ihtiyacı için giriyorlar. İşte bu noktada “dinler” ortaya çıkıyor. Esasına bakarsanız, semavi dinler itibariyle, Tevrat, İncil, Kur’an, her biri Tanrıya ulaşmanın, inandıkları bu kavramı hissetmelerinin metodolojileridir aslında.
Hal böyle olunca kutsal metinlere özel bir önem atfediliyor. Onların, “tartışmasız tanrı kelamı” olduklarına inanılıyor. Bağlı olarak, bu kabulleri onların yaşamlarına anlam katıyor, “niçin” sorgusunun bilinmezliğine karşı kendilerini güçlü hissetmelerine vesile oluyor.

Yazının Devamını Oku

EXPO vaziyetleri

10 Şubat 2013
EXPO 2020 oylamasına 10 aylık bir süre kaldı. Galiba artık gerçekçi bir değerlendirme yapma zamanı geldi.

Bakınız, her ne kadar EXPO meselesine İzmir kamuoyu etkin bir şekilde dahil edilmemişse de insanların yüzeysel kanaati odur ki, biz bu defa EXPO’yu kazanacağız.
Değil mi ki EXPO 2015’i, ilk defa müracaat etmemize rağmen Milano’ya kılpayı kaybettik, bu sefer tecrübeli halimizle rahatlıkla ipi göğüsleriz.
Maalesef kazın ayağı öyle değil gibi gözüküyor.
Zira EXPO 2020 şartları bir öncekinden çok daha değişik.
Her şeyden önce bu defa yarışma derin bir ekonomik kriz ortamında yapılmıyor. Yanı sıra aday şehir sayısı 5 ve her biri birbirinden iddialı.
Dubai daha şimdiden oy verecek delegeleri hediye yağmuruna tutmaya başladı bile.
Ayrıca bir hususu belirtmek gerekir.

Yazının Devamını Oku

Yakışmadı sayın vekil

3 Şubat 2013

CHP’de ulusalcılar Birgül Ayman Güler’in bir meclis konuşmasıyla yine gündeme oturdu.
Ulusalcılara kızabilirsiniz ya da haklı görebilirsiniz. Netice de bunlar birikimli insanlar, belirli bir dünya görüşleri var, kendilerini ikna eden bir mantık silsilesi oluşturmuşlar, samimi görüşlerini ifade ediyorlar.
Ancak hayat sürekli değişiyor. Dünün doğrusu, bazen bugün eskiyor, yetersiz kalıyor.
Bu ülke 19. yüzyıl sonlarında tüm dünyada yükselen milliyetçilik akımlarından etkilendi. O dönemin koşullarında, adeta başka türlü şekillenmesi mümkün değildi. Cumhuriyet bir devrimdi. Her devrim gibi kapsamlı bir yeniden biçimlendirmeydi. İmparatorluk bakiyesi topraklarımız bambaşka bir ülke tasavvuruna göre, gücün gölgesinde yeniden tanımlandı.
Ancak toplumların değerleri binlerce yılın birikimidir. Hiçbir devrim bu özellikleri yok edemez, en fazla bastırır, kuytuya iter.
Türkiye’de de, tüm dünyaya paralel milliyetçi akımlar zamanla güç kaybetti. Demokratikleşmeyle birlikte tarih kaldığı yerden, yeniden, terkibine ulusalcılık deneyimini de dahil ederek yürümeye başladı.
Toplumun münevverlerinden bu aşamada beklenen, sadece 100 yıllık bir perspektiften değil, çok daha gerilere giderek bugünün gerçeğini aramalarıdır.

Yazının Devamını Oku

Siyaset heyecanlanıyor

27 Ocak 2013

Makro siyaset Kürt meselesine kitlenmişken başkanlık tartışmaları sanki ikinci plana düştü.
Sayın Başbakan’ın bu iddiadan vazgeçeceğini zannetmiyoruz.
Esasında bu iki proje birbiriyle ilintili.
Başkanlık sistemi, neticede bir anayasal düzenleme gerektiriyor.
Kürt meselesi de aynı şekilde, en azından vatandaşlık tanımı itibariyle yeni bir anayasal tarif icap ettiriyor.
Hal böyle olunca bu iki unsuru da içeren anayasal paket meclise geldiğinde BDP’nin desteğiyle 336 sınırı aşılabilir ve 367 sayısı bulunamasa bile referandumun önü açılmış olur.
Referandum, son yaşanan örnekte olduğu gibi, paketin tamamına yönelik tek bir “evet-hayır” ikilemine indirgeniyor.

Yazının Devamını Oku

Vasatlar hegomonyası

19 Ocak 2013

 

 

“Orta Sınıf Ahlakı” diye bir kavram vardır. Siyasetten ticarete davranış kalıpları belirlenirken kerteriz bu kavramdır.
Oysa toplumlar “mutad”ı zorladıkları zaman faz atlayabilir.
Alışılmışı zorlama imkanına sahip olanlar toplumun değerlendirmesine muhtaçsa genelde bu riski pek almaz.
Bu sebeple, giderek bir “körler sağırlar, birbirini ağırlar” ortamı oluşmaya başlar.
Kalite standartlarını omuzlayan kolonlar, bugünün dünyasında vasatların kardığı harçlara göre şekillenmektedir.

Yazının Devamını Oku

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız

13 Ocak 2013

Uzlaşmak, herkesin bir şeylerden vazgeçtiği bir noktada buluşmaktır.
Uzlaşma, aksi durumun daha kötü olacağının idrak edilmesidir.
Uzlaşmanın kalıcılığını temin edebilmek için tarafların her birinin bir ölçüde günün sonunda “buruk” kalıyor olması gerek.
Gönüllerden geçeni tek taraflı bir anlayışla karşı tarafa kabul ettirmek, “uzlaşma” değil “dayatma” olur.
Böylesi bir mutabakata devran değişince yeniden sual açılır ve sorunlu ortama geri dönülür.
Kürt meselesinde işte tam böylesi bir süreç yaşanıyor.
Toplumun çok büyük bir çoğunluğu artık bu sorunu geride bırakmak ve önüne bakmak istiyor.

Yazının Devamını Oku

Arılar bal yapmalı

5 Ocak 2013
MERKEZİ hükümetle yerel iktidar farklı olursa, varsayıyoruz ki taraflar bu iradeye saygı duyacak ve halka hizmet yolunda birbirlerine yardımcı olarak el ele gayret gösterecek.


Maalesef “yok böyle bir dünya”.
En son patırtı İnciraltı EXPO alanında ve Cennetçeşme’de koptu.
Haklılık, haksızlık tartışmalarına girmeden, vatandaş olarak beklentimiz İzmir’e yönelik hizmetlerde aksama yaşanmamasıdır.
Belediye, merkezi hükümetin bir güç olduğunu, kendi asli görevleri de dahil olmak üzere, siyasi iktidarla uyuma mecbur olduğunu bilmelidir. Aksi takdirde bu işten İzmirli zararlı çıkıyor.
CHP’nin bir sonraki seçimi kazanması belki onlar yönünden her şeyden önemli ama İzmirli “neyin neden yapılamadığına” dair ikna edici gerekçeleri duymak yerine icraat istiyor, hizmetin bir biçimde pratiğinin sağlanıp hayatına dahil edilmesini talep ediyor.
Büyükşehir Belediyesi, iktidarın sürekli kendisini bloke ettiğinden söz ediyor, onlara boyun eğmemenin yarattığı olumsuzluklar konusunda bizlerden siyasi anlayış bekliyor.

Yazının Devamını Oku