EXPO’nun kaybedilmesinden sonra, herhalde bozulan moraller yüzünden olsa gerek, sağda solda, kendimize dair düşük profilli öneriler icat edilmeye başlandı.
Yok efendim İzmir festivaller kenti olmalıymış, ana vizyonunu bu esasa göre belirlemeliymişiz…
Bu “ateş-böcek” romantiklerine sadece gülümsemek gerek.
Bakınız, İzmir ili 4 milyonu aşan nüfusu, tarihten gelen bölgenin metropol gücü sebebiyle hiçbir şekilde “Karamürsel sepeti” muamelesini hak etmiyor.
İzmir, her şeyden önce bir liman kentidir. Bu ülkenin dışarıya açılan en önemli kapılarından birisidir ve bu özelliği İzmir’in “taşıyıcı kolonu” olmaya devam edecektir.
İzmir aynı zamanda bu ülkenin en önemli tarım kentidir ve bu alanda alacağı daha pek çok mesafe vardır.
Bu kent, bazı “uçuklar” fark etmese de çok ciddi bir sanayiye sahiptir.
BİR film vardı. “Hayallerim Aşkım ve Sen...” EXPO güzel bir hayaldi. İkinci defa kaybettik. Sanki “acıların çocuğuyuz”.
Olsun biz yine işe olumlu yönden bakalım.
Neticede İzmirimizi tanıttık. Bazen “galip sayılır bu yolda mağlup”. Az değil 183 ülkenin gündemine kentimizin adını soktuk. Böylesi organizasyonlar için “boyumuzun nasıl yeteceğine” dair giderek tecrübeleniyoruz. Kahpe dünya, bize bu işlerin “bütçe” meselesi olduğunu öğretiyor.
Bir gün mutlaka. Ama farklı organizasyonlarla. Lütfen, artık EXPO defterini kapatalım.
Pragmatizm bir yere kadar
BAŞBAKAN’ın dershaneler konusundaki tavrı en çok “laik kesim” insanlarını mutlu etti.
KÜRT politikası öyle kolay bir şey değil. PKK var, PYD var, Barzani var, Talabani, Pejak ve diğerleri var.
Üstüne üstlük, altı petrol denizi olan topraklar var, cari açığımız var. Hepsinden önemlisi bu ülke vatandaşı 15 milyon Kürt var, milyonlarca ortak aile var...
Yani, siyaset, sosyoloji, ekonomi, kültür, evrensel demokrasi... Akla gelebilecek ne kadar konu varsa Kürt meselesi ile ilintili.
Dolayısıyla, kestirmeden çözümler, köşeli tutumlar, sihirli formüller yok.
Uzun ince bir yoldayız. Anladığımız, tarihin yeniden şekillendiğidir. Sancılı bir süreç kaçınılmazdır.
Şu aşamada en önemli şey şiddetin durmuş olmasıdır.
Amaç Türk-Kürt kardeşliği ve dayanışmasını temin etmektir.
SİYASETİN zaptedilmekte zorluk çekilen bir “öfke” üzerinden yapılmaması gerekiyor.
Açık söyleyelim, bu yaklaşımlardan “rasyonalite” çıkmaz, demokrasi hiç çıkmaz, buram buram ötekileşme yeşertilir, daha ileri aşamaları “kaos”tur.
Bir tıp doktoru olduğunu bildiğimiz CHP İzmir Milletvekili sayın Aytun Çıray’ın yeni yayınlanan “İzmir Medeniyeti Yükselirken” isimli kitabını okurken bu düşünceleri içinizden geçiriyorsunuz.
Sayın Çıray, belki de muhalefetin başka türlü yapılamayacağını düşündüğünden, siyasi iktidarı hemen her icraatı üzerinden eleştirdikçe eleştirmiş.
Sayın milletvekilinin kendi bakış açısı yönünden fikirlerini açıklaması son derece olağan bir şey.
Ancak, kendince önemli düşüncelerini “İzmirlilik” paydasına oturtmaya çalışarak, bir “biz” kampı oluşturmaya gayret göstermesi, bana “kutuplaştırmaya” hizmet etmek gibi geliyor.
Hep söylüyoruz. Ne CHP, ne AK Parti, ne de diğer partilerin mensupları ve onlara oy veren kitleler çok farklı insanlar değil.
Sağlıklı bakış açınız dumura uğramamışsa “her koşulda” lafının sınırlarını tespit etmeye çalışırsınız.
Örneğin tuttuğunuz takımın sportmence mücadele etmesi gerektiğini düşünür, şikeyle gelebilecek başarılara itirazınızı baştan koyarsınız.
Siz böyle düşünmekte beraber, bazen üzerine toz kondurmadığımız “değer”inizi yönetenler, size rağmen, belki sizi de mutlu etmek için “altına bakır karıştırmayı” tercih edebilir.
Bu tutumları bir biçimde ortaya çıkınca, size düşen büyük bir “şok” yaşamaktır.
İlk anda, kabullenemezsiniz, isyan edersiniz, başka ihtimallerden medet ummak, rahatlamak istersiniz.
Esasında derinlerinizde ciddi bir şekilde “incinmişsinizdir”.
Bu cümleden, “Esasında doğal olanı desteklememiz ama...” gibi bir anlam çıkıyor.
HDP, askeri vesayet dönemi sonrası Türkiye’sinin beklenen bir oluşumuydu.
Bilindiği gibi, eski Türkiye’nin mağdurları arasında iki kesim ön plana çıkmıştı.
Muhafazakarlar, kuyudan ilk çıkan oldu ve 2002 yılından beri iktidarlar.
Kürtler, biraz da şiddeti yöntem olarak seçmişliğin dezavantajı nedeniyle ülkenin yeni yönetim profilinde içlere sindirilmekte zorluk yaşıyorlar.
PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan bu gerçeğin farkında.
Doğru bir proje
Örneğin CHP’liler İstanbul için Sırrı Süreyya Önder’e BDP ve türevi bir partiden aday olmasın diye baskı yapıyor.
CHP denilince akla, ulusalcı mirasa sahiplenme, Kürtlerin taleplerine karşı duruş geliyor. Aynı CHP, seçimlerde AK Parti’ye karşı Kürt seçmenin kendilerine yöneleceğini düşünüyor ve bu pek çoğumuza garip gelmiyor.
Böyle bir şey nasıl olabilir? Bu ‘dilemma’yı tartışmak gerekiyor.
Akıl karıştıranlar
Gelecekte Türkiye’de siyasi pozisyonlar, giderek yumuşayacak olsa da, “muhafazakar” ve “laik” eksenler üzerinden şekillenecek.
Kürtleri siyasi tavır yönünden homojen bir yapı olarak kabul etmek, hele silahlar sustuktan sonra, çok ciddi bir yanılgı olur.
İSTANBUL; doğası, sinerjisi ile müthiş bir yer.
Kentin, içinden kaynayan, adeta agresif bir temposu var.
İlk etapta bu havadan etkileniyorsunuz.
Ancak bir müddet sonra çok “yorucu” bir şehirde olduğunuzu hissediyorsunuz.
Biz İzmirliler genelde İstanbul’a hayranlık ve hasetle karışık bakarız.
Her nedense mukayeseler ve eksiklenmeler bu kent üzerinden yapılır.
Oysa yerleşim yerlerinin yaşam kalitesini değerlendirirken böylesi “koşuşturmalı” bir düzene sahip kentler muteber addedilmezler.