Sıtkı Şükürer

Eksiklenmeden özeleştiri

27 Kasım 2016
2000’Lİ yılların başlangıcında, “Neden Batı ülkeleri gibi bir demokrasimiz yok” diye hayıflanıyorduk.

Yani, ülke birikiminin artık böylesi bir kaliteye geçiş için yeterince olgunlaştığını düşünüyorduk.

Oysa, şimdi halimize bakın.
İyi kötü işleyen parlamenter sistemimiz elimizin altından kayıyor, açıkça otokratik bir yönetime koşar adım gidiyoruz.
Esasında muhafazakarlar iktidara geldiğinde en iyimser olanlarımız bile, onların yeni bir vesayete heveslenme ihtimalini gözden uzak tutmuyordu.
Bu yüzden de tüm demokratik kesimler eski düzenin diğer bir mağduru olan Kürtlerin demokratik haklarının “acilen” verilmesini savunuyorlardı.
Diğer deyişle “barış süreci” diye tutturmalarının sebebi, sadece “Kürtseverlik” değildi.
Muhafazakar iktidar açısından evrensel demokratik ilkelerin 80 milyonun tamamına yaygınlaşabilmesi için bu neviden bir sahiplenme, bir “samimiyet” testi ve gerçek demokrasinin “geri dönüşsüz” yürüyüşünün tescillenmesiydi.

Yazının Devamını Oku

Özlem Akdurak

20 Kasım 2016
YELKEN Federasyonu Başkanlığı’na bir İzmirli, üstelik bir kadın seçildi.

Özlem Akdurak.

Esasında bu yola çıkılırken çok fazla bir şans tanınmıyordu.
Zira bu tip yerlerin eskileri, daima kendilerini sürekli kalacak düzenlemeleri önceden yapmakta pek mahirdir.
Ancak zor olan başarıldı.
Bu konuda Sayın Başbakanımızın desteği de önemli bir etken olmuş.
Adayın üstün kalitesi ve siyasetin gücü birleşince olumlu sonuç almanız mümkün olabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Başkan’ın Sığacık’ı

13 Kasım 2016
Geçen hafta sonu ‘Pastırma Yazı’ bir havada Sığacak’a gittim.

İnsanlar akın akın gelmişlerdi.

Türkiye’nin ilk ‘yavaş şehri’ bir başka güzeldi.
Alaçatı’dan farklı olarak, müthiş bir ‘yerellik’ dokusu benliğinizi ‘azalmaya’ davet ederek sarıveriyor.
İddia ediyorum, Türkiye’de bu denli keyifli, sıcak, yaşam sevinci içeren, özgüvenli ve tabii ki yerel gastronomik tatlar açısından ‘kendinizden geçirici’ bir belde yok.
Seferihisarın makus talihi, Belediye Başkanı Tunç Soyer’le değişmeye başladı.
Tamam keşfedilmeyi bekleyen bir cennetti.
Ama bu güzel yer, üstelik son derece dengeli ve dikkatli bir şekilde, ‘aslını koruyarak’ Sayın Soyer sayesinden ülke gündeminde giderek daha fazla yer bulmaya başladı.

Yazının Devamını Oku

Minber

6 Kasım 2016
SİYASİ gelişmelerden toz dumana karışmışken, İzmirliler incelikli mesajlarla, ülkenin tünelden çıkışını “Atatürk” ışığı üzerinden işaret ediyorlar.

Akgerman Ailesi, Floransalı Medici Ailesi gibi, hayalini kurdukları İzmir Rönesansı’na katkı koyabilmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Bu defa da Atatürk’ümüzün 1918 yılında Fethi Okyar ile birlikte çıkardığı ve 51 sayısı yayınlanan Minber Gazetesini gündemimize getirdiler.

Giderek pusulasız kaldığımızı hissettiğimiz bu dönemde, belki de ülkemizin en karanlık yılları olan 1918’ler de bile daha güzel günlerin vazgeçilmezliğine dair bir kararlılık sembolü olan Minber Gazetesi, sizleri bilemiyorum ama bana çok iyi geldi.
Teşekkürler Akgerman’lar.

-----

Ata’nın resim sergisi

BENZER bir çaba da İzmir Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Hasan Küçükkurt’tan geldi.
Hanri Benazus’un koleksiyonundan Atatürk Resimleri Sergisi, 7 Kasım Pazartesi akşamı Işıkkent’te Bortar Event Hall’de sergilenmeye başlanacak. Size de Teşekkürler Hasan Bey.

-----

Yazının Devamını Oku

Çağdaş Kültürpark

30 Ekim 2016
KÜLTÜRPARK insan eliyle oluşturulmuş “yapay” ve “fevkalade” güzel bir parktır.

Buna mukabil, Kuş Cenneti, Kent Ormanı ya da Homeros Vadisi gibi yerler doğrudan “tabiat parklarıdır”.

Tıpkı Karadeniz yayları veya Amazon Ormanları gibi...
Bu sebepten Kültürpark’ı kendi haline bırakamazsınız.
Sürekli elinizin ve gözünüzün üstünde olması gerekir.
Doğal parklar bir nevi “Şahane Serseri”dir.
Dokunmadığınız ölçüde cazibesini arttırır.
Saçı, sakalı birbirine karışsa da bu bohemlik ona ilave bir “tanrısal izlenim” verir.

Yazının Devamını Oku

Altın sentez

23 Ekim 2016
OSMANLI döneminde Anadolu’nun kadim halkları kendi kültürlerini yaşayabiliyordu.

İmparatorluk tebası olmak emperyal iktidara vecibelerini yerine getirmeyi gerektiriyor, karşılığında aşırı ölçüde bir “biçimlendirme” baskısına maruz kalınmıyordu.

Ermeniler, Rumlar, Süryaniler... Ata topraklarında hem etnik hem de Hristiyan kimliklerini sürdürüyorlardı.
19. yüzyıl mikro milliyetçiliklerin güç kazandığı dönemlerdir.
Ayrışma eğilimleri kendi mesnetlerini oluştururken etnik ve dini yönden “çifte farklılığı” masaya koyduğunda şüphesiz çok daha güçlü gözüküyorlardı.
Örneğin, hem Ermeni hem Hristiyan olmak, “diğerleri” ile mesafelenmeye haklılık kazandırma gerekçesi oluyordu.
Beri yandan Anadolu’nun Müslüman kanadında böylesi bir homojenite yoktu.
Tamam bir Müslüman çoğunluk vardı, ama bu bütünün ne kadarı “sonradan”, ne kadarı “yerleşik”, ne kadarı “kendini gizleyen” bir terkipti, “mezhebi” keskinleşmeler ne ölçüdeydi, hayli karışıktı.

Yazının Devamını Oku

Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak

16 Ekim 2016
HEM Osmanlı, hem de Cumhuriyeti kuranlar “din” olgusuna stratejik yarar açısından bakmışlardır.

Fütuhatla beslenecek bir Devlet’in Ortodoks, Katolik, Şii dünyalar ile din kardeşliğinden kaynaklanacak sınırlamaları tercih etmeyeceği çok açıktı.

Bu sebepten emperyal Osmanlı’nın menfaatine Sünnilik uygun gelmiştir.
19. Yüzyılda, çok uluslu yapının değer üreten gayrimüslim kesimlerini imparatorluk çatısı altında tutmanın mümkün olmadığı ortaya çıkınca, geliri azalan Osmanlı bir bekaa sorun yaşamaya başlamıştı.
Milliyetçilik akımları, sapır sapır yaşanan toprak kayıpları ile insani ve kültürel zenginliği azaltırken, hiç olmazsa elde kalan “Sünnilik” üzerinden çerçeveyi koruma telaşına düşüldü.
Abdülhamid’in öncelikli opsiyonu buydu.
Bu yüzden bugünün dindarları “Ulu Hakan”ı çok severler.
Ancak bu çaba sonuç vermedi.

Yazının Devamını Oku

Tralelli ruh hali

9 Ekim 2016
ÇOK uzun yıllardır Amerika’da yaşadığını bildiğim bir çocukluk arkadaşımla, köpeğini gezdirirken Kordon’da karşılaştık.

Büyük bir tezahüratla birbirimize sarıldık.

Dar zaman diliminde “o ne yapıyor, bu ne yapıyor” diye sorular sorarken, bir-iki gençlik arkadaşımızın vefat ettiğini söylediğim de, “yapma yaa” diye abartılı bir mimik sergiledi.
Aynı anda göz ucuyla köpeğini izliyordu.
Esasında duyduklarına dair hiçbir şeye sahici bir dertlenme, sonrasına dair de zihnine kaydetme kaygısı taşımıyordu.
Muhtemelen köpeğinin kabız olması onun için daha önemliydi.
Bakın bu tutum; sorunlarını çözümlemiş bir ülkede yaşıyor olmaktan kaynaklanan, “batılılara” özgü “bireyci” tavırdır.
Bizde de benzer bir eğilim var. Ama sebebi istikrar değil, tam aksine, memleket genelinde yaşanan belirsizliğin ruh sağlımızda açtığı gedikler.

Yazının Devamını Oku