Bugün Türkiye’de “halk”, yetkilerin tek elde toplanacağı bir yönetim modeline cevaz verecek gibi gözüküyorsa ve iktidarı talep edenler “paylaşımcı” bir izlenim vermiyorsa, “millet iradesi” kavramını kutsallaştırmak ne denli mümkündür? Bu ülke iktidarda olanların olmayanları baskıladığı bir siyasi gelenekten geliyor. Maalesef, toplumun her kesimini kucaklayan ve asgari müştereklerinde mutabakatını temin etmiş bir Anayasamız hiç olmadı. Hal böyle olunca, adını ister “Militer Vesayet” deyin, ister “% 51 tahakkümü”, iktidara yakın olmayanların payına sadece “ezilmek” kalıyor.
Bu ülkeyi çoğunlukçu değil de, çoğulcu bir yapıya dönüştürmek istiyorsak, bunun yolu iktidarın insafından geçmemeli. Hiç şüphesiz, Cumhuriyet değerlerini benimseyen laik insanların eline silah alıp mücadele edecek hali yok. Ancak bahse konu demokratik mücadele, sadece Parlamento’daki siyasi partilere bırakılmayacak kadar da önemli.
Bu anlamıyla, referandum süreci umarız demokratik bir şölene dönüşür.
FAZLA MAKROYUZ
Ülkedeki gelişmeler iş dünyasının konstrasyonunu bozmuş gibi duruyor. Patlayan bombalar, terör, Anayasa, doların yükselişi...
İzmir derken, şu anda bu kent de yaşayanları kastediyoruz.
Cevabını hemen söyleyelim. “Değildir”.
Hani, elit, laik, Arap sevmeyen, Müslüman hissetmeyen, Batı hayranı, şehirli, modern, hatta endişeli modern bir tipseniz, Atatürk’ü bu karışık ruh halinizin temsilcisi zannediyorsanız, kuvvetle muhtemeldir ki “Gavur İzmirli” diye anılmaktan içiniz bir hoş oluyordur.
Ancak, maalesef bu kentin 100 yıl öncesine dair referanslarıyla uzaktan yakından bir ilginiz olmadığı için bildiğimiz, artısı ve eksisi ile necip Türk vatandaşısınız.
Hatta, illa geçmişten bir referans yakalamak arzusunda iseniz, aradığınız illiyeti, talancı özellikleri ile “Afrika Çekirge”de arayabilirsiniz.
Zira, dalga dalga göçmen olarak geldiğimiz bu geçmişin biblo kentine bir faninin yapabileceği tüm haksızlıkları eksiksiz yerine getirmiş nesillerin torunlarıyız.
Selanik’ten, Girit’ten, Rodos’tan gelen, sözde Batı görmüş ilk nesil göçmenler bir biçimde kendilerine verilen imkanları, köylülük kültürüne, yem ettiler.
Bu memlekette kendilerini “sıradan ve makul” olarak tanımlayan insanlar,
Yani bizler, öyle “tedirgin”, “endişeli”... Ve benzer laflarla izah edilemeyecek ölçüde bedbiniz, ümitsiziz, öfkeliyiz.
Elimizden fazla bir şey gelemeyeceğinin farkındayız.
Bu duruma sebep olanlara lanet okuyoruz.
IŞİD’den PKK’ya, insan kimliğimizle anlayamadığımız bir ideolojinin, mensubiyetini taşıyanlar tarafından, kör bir dayanışma anlayışı ile sahiplenildiğini dehşetle yaşıyoruz.
Bu ideolojinin borusunun çalındığı bir ülkede yaşıyor olmanın savunmasız ve güvencesiz ruh hali içinde, yalpalanıp duruyoruz.
İyi, güzel, medeni günlerin “imkansız uzaklıklarda” olduğunu görüyoruz.
Bilmem farkında mısınız, genç bir müzisyen Rock piyasasında ulusal ve uluslararası arenada fırtına gibi esiyor.
La Dee Eda mahlasıyla bilinen Eda Köyağasıoğlu’ndan bahsediyoruz.
İzlediğimiz kadarıyla, sadece 2016 yılı içinde, Roma, Amsterdam, Budapeşte, Viyana ve Berlin’de verdiği konserlerle hayranlarını katladı.
Eda, aynı zamanda kentimizin en önde gelen özel okullarından Işıkkent Eğitim Kampüsü’nde konservatuarlı bir müzik öğretmeni.
Kendi besteleri ve piyanosu ile özgün bir çizgiyi geliştiren, bu anlamıyla önü çok açık bu genç sanatçıya başarılar diliyor, İzmir adına onurlandığımızı ifade etmek istiyoruz.
-----
Sütaş, Tire’ye durduk yerde gelmedi
Yani yaz saati uygulamasında devam etmek bir türlü alışamadığımız, gündüz kompozisyonu çıkardı.
Tamam, dünya sonu değil ama gece karanlığında yollara düşmenin gerekçesini hala anlayabilmiş değiliz.
Bu uygulama nedeniyle yurt dışı ile iş yapanlarda da büyük sorunlar yaşanıyor.
İngiltere ile farkımız 3 saate çıktı.
Siz öğlen tatile girdiğinizde oralarda mesai yeni başlıyor.
Ülkemizin özellikle Avrupa’ya ihracatında Uzakdoğu ülkelerine göre tercih edilmesinin nedenlerinden biri de yakınlıkla bağlantılı bu neviden uyumluluklardır.
Yani, “hangi akla hizmettir” sorusunu, hemen her konuda sormak zorunda mıyız?
-----
Bizim gibi “laik” kültür içinde yetişmiş insanlar için en büyük muamma budur.
Cumhuriyet ideolojisinin yetiştirdiği nesillerdik biz.
Tamam, askeri vesayet azalınca bu ülkenin farklı dünya görüşlerine sahip insanlarının da masaya oturacaklarının farkındaydık.
Şüphesiz “öteki”leri kabullenmek zaman alacaktı.
Ama bir yerlerde bir biçimde kesişir ve yeni bir denge oluşur diye düşünüyorduk.
Razıydık yeni Türkiye’ye.
Hatta ülkemizin demokrasi haritasının bu şekilde şekillenmesini, bir nevi “muasır medeniyete” ulaşma olarak algılıyorduk.
Hatta, biz “Akdeniz’in incisi” diyoruz, ama dünya ölçeğinde “en yaşanılası kentler” sıralamasında esamemiz bile okunmuyor.
Böylesi bir klasmana terfi edebilmek pek çok faktöre bağlı.
Havası, suyu, körfezi, tarihi dokusu... Bu konularda yaptığımız yanlışlar ortada.
Artık hepimiz daha dikkatli olmaya çalışıyoruz.
Bu kentin tarihi binlerce yıl öteye gitmesine rağmen günümüze yansıyan geleneklerimiz yok gibi...
Maalesef, bilinen sebeplerle Cumhuriyet öncesi geçmişimizi pek sahiplenmemişiz.
Oysa; Hristiyan, Yahudi, Antik Yunan, Çaka Bey, Şeyh Bedrettin, Osmanlı... Muazzam bir mirasın üzerinde oturuluyor.
Ödemiş mutlu insanlar diyarıdır.
Yaşadığı yerlerin bereketli güzelliğinin farkında, Allah’ın şanslı kullarından olduklarının idrakinde, kendine yeten, huzur, dinginlik ve sevecenliğin her hallerine sindiği insanlar yaşar bu uzak İzmir beldesinde.
Özellikle cumartesi dememizin sebebi, muazzam büyük bir pazarın bu günde kuruluyor olmasıdır.
Hem cıvıl cıvıl hem de telaşsız Ödemişlilerin arasına karışarak, sadece yiyecek değil, elişi ürünlerin de satıldığı ortamda alışveriş müthiş bir hafifleme sağlıyor.
Ancak büyük ödül bize göre 124 yıllık tarihi fırınında Töngül pidesi yemek.