Çok kısa zamanda mesela “Akıllı Ev”ler devreye girecek.
Yapay zeka buzdolabınızdaki yiyecekleri kontrol edecek. İhtiyaçları tespit edip marketin yapay zekası ile iletişime geçip sipariş verecek. Bu esnada sağlığınızla ilgili, yapay zeka sözü edilen siparişlerin beslenme rejiminiz için bir risk teşkil ettiği durumda sizi uyaracak, eş zamanlı sağlık sigortanız ile ilgili yapay zeka bu tercihinizde ısrar ederseniz primlerinizi yükselteceğini belirtecek, hukuk hizmetleri ilgili yapay zekanız bu sebeple primin artırılması durumda itiraz dilekçesiyle mahkemeye müracaat edebileceğini ifade edecek...
Bakınız bu absürd bir senaryo değil...
Konuyla ilgili bilim insanları bahse konu hususlar için çok uzun bir süre vermiyorlar.
Elon Musk, uzay taksilerin 5-6 yıl sonra hayatımıza dahil olacağını söylüyor.
Anlaşılan önümüzdeki 30-40 yıl bilim teknolojisinin tam anlamıyla ipinin kopacağı bir dünya yeni gerçeğimiz olacak.
-----
Mevzu; çocuk istismarı...
Tepkimizin çok sert olması, idam istememiz, kimyasal hadımı gündeme getirmemiz anlaşılmaz değil...
Zira bizler sıradan vatandaşlarız.
Ama devleti yönetenler ya da sivil toplum kuruluşu yöneticileri daha sorumlu davranmak durumunda.
Bu ülke idam cezasını çoktan geride bıraktı.
Aynı şekilde insan vücuduna doğrudan zarar veren bir infazın medeni dünyada yeri yok.
Turgut Özal, 24 Ocak 1980 kararları ile işte tam bunu yapmıştı.
Ekonomi liberalleşmeye başlayınca, gelişmiş ülkelerin demokrasi anlayışlarına uyum çabası da kaçınılmaz olarak arkasından gelir.
Bu anlamıyla, biraz gecikmeyle de olsa askeri vesayetin kalkması, muhafazakarların iktidara gelmesi, Kürtlerle barış süreci... “Batı’nın muteberi” olabilmek için yaşanması gereken süreçlerimizdi.
Ancak, yer kürede rüzgarlar hep aynı yönde esmiyor.
2010’lu yıllardan itibaren Türkiye’de “devran” değişmeye başladı.
Gelişmiş ülkeler de kendi içlerine büzülmeye, milliyetçi söylemleri ön plana çıkartmaya başladılar.
Kendisi önemli bir işadamıdır.
Ama yazımızın konusu itibariyle bizi farklı bir özelliği ilgilendiriyor.
Mehmet Bey, bir çoğumuz gibi bir “lezzet düşkünü”.
Ancak hızını alamayıp, bir restoran açarak hobisini abartanlardan.
“Birinci Kordon Balık Restoran”dan söz ediyoruz.
Mekanda ticari kaygı ikinci planda olduğundan, ezberleri zorlayıp balık restoranında özel yetiştirdikleri tavukları da servis ediyorlar.
Ama bu konulardan bir tanesi var ki, diğerlerinin toplamından daha önemli.
Teknolojik gelişmelerin yakın gelecekte hayatımızı nasıl değiştireceğinden söz ediyoruz.
Bu yıl Davos toplantılarında da bu konular tartışıldı.
Gelişmeler gözlendiğinde insanoğlunun evrenin işleyiş şifrelerine süratle hakim olduğu anlaşılıyor.
Prof. Özgür Demirtaş, bilgiyi tasnifleyen ve geliştiren bilgisayarların, “dahi” insan sayısında “patlamaya” yol açacağını ve teknolojik birikimin yakın zamanda “her dakikada onbin” Einstein kalibresinde “yaratıcı beyin”leri devreye sokacağını ifade ediyor.
Bazı alt sektörlerde “bilginin yarılanma süresi”nin birkaç saate inmiş olması, bahse konu teknolojilerin yaşantımıza yansımasının da çok kısa bir süreye işaret edeceğini gösteriyor.
“Türk işadamları elde çanta Afrika’yı fethediyor.”
Hakikaten bahse konu kıtada riskleri göze alarak ciddi yatırım yapanlarımız oldu.
Hiçbirinin ağzında o ülkelerdeki demokratik standartlardan kaynaklanabilecek bir kaygı ifadesi yoktu.
Benzer durum yabancıların Türkiye’ye bakış açısında da aynı.
Para kazanmak isteyenler risklerin varlığını fırsat olarak görürler.
Hele o riskler bir “kaotik denge” oluşturulmuş ve yatırımcısına sağladığı imkanları sürekli hale getirmiş ise bu durum adeta optimum bir kıvama işaret eder.
Türkiye iç ve dış problemleri bitmeyen bir ülke.
İnsanlar, değiştirilmesine ihtimal vermedikleri seçilmişlere daha bir sadık olmayı tercih ederler.
Bu anlayış, “kader” gibi bellenen bir statüko oluşturur ve efsanesini mesnetsiz fısıltılarla çoğaltmaya başlar.
Hep söylenen şunlardır;
Hiç uğraşma, nasıl olsa kazanır.
Onu değiştirmeye sizin gücünüz yetmez.
Götürür, ama çalışıyor da...
Osmanlı’da da zaten mülk padişahındır.
Vakıfların bu denli yaygınlaşmasında hep bir servet koruma telaşı vardır.
Saray dışında zenginlik gayrimüslim tebaadadır.
Osmanlı’nın 1830’lu yıllardan beri Batılılaşma çabası, esasında gayrimüslim haklarının güvence altına alınma baskısındandır.
Lozan’da bile bu anlayışın izlerini açık olarak görürsünüz.
Diyeceğimiz; statükoya göre biçimlenen “hak, hukuk, adalet” hep zenginlerden yana olunca, sıradan, fakir ve vasıfsız Müslüman halkın “husumet” biriktirmesi normaldir.