Sıtkı Şükürer

Melteme batmak yeşile boğulmak

15 Eylül 2019
YAŞAM bizi kendi istediği gibi formatlıyor.

Aile, okul, iş ortamı, üye olunan dernekler... Hemen hepsinin biçimlemeye çalıştığı kişilik yapısı “beyefendi”lik, “hanımefendi”lik.
“Sürpriz yaratmayın, güvenilir olun ve bu uğurda bir ‘Amok koşucusu’ gibi temponuzu hiç düşürmeden ömrünüzü tamamlayın.”
Oysa bizler ölümlü olduğumuzun bilincinde olan yaratıklarız.
Bu gerçeği bilmenize rağmen, sınırlı ömrümüz bitmeyecekmiş gibi, “aferin budalası” rolümüzden hiç vazgeçmiyoruz.
Afyonlanmış gibi çalışarak sürdürülen bu yaşam, tercihin bir eksiklik veya yanlışlık içerdiği kesindir.
Başarıyı avlama sürecinin bünyemize salgıladığı adrenalin, kendimizi sorgulama imkanını bile vermiyor olabilir.
Ancak kimse robot değildir.

Yazının Devamını Oku

İzmir yangını

9 Eylül 2019
9 Eylül İzmir’in düşman işgalinden kurtarıldığı gün.

Milli devlet duygusuna sahip her insan için en özel günlerden biridir 9 Eylül. İzmir o dönemlerde “Akdeniz İncisi” sıfatını hak eden bir liman kentiydi. Bugün Alsancak diye bilinen yerleşim yeri daha ziyade Rum, Ermeni ve Levantenlerin semtiydi. Müslüman ve Yahudiler ise Konak civarında yaşarlardı.
İzmir’in kurtuluşundan 4 gün sonra, 13 Eylül’de büyük bir yangın çıktı ve Alsancak semti büyük ölçüde tahrip oldu. Bu yangın nasıl çıkmıştı ve kimler tarafından çıkartılmıştı? Bu sorular hep tartışılmıştır. Resmi tarih yangını kaçan düşmanın çıkarttığını yazar. Aksi görüşü savunanlar, yangının düşman kenti terk ettikten 4 gün sonra çıkmasına dikkat çekerler. Konu tarihçilerindir.
Nitekim, Cumhuriyet tarihçisi Falih Rıfkı Atay “Çankaya” adlı eserinde, sonradan yeni baskılarında sansürlenmiş olsa da, İzmir yangınına dair canlı gözlemlerini şöyle yazar... Yorumsuz aktarıyoruz.

TÜTE TÜTE BİTTİ
“Gavur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar sadece Ermeni kundakçılar mı idi? Bu işte ordu Komutanı Nureddin Paşa’nın hayli marifetli olduğunu söyleyenler çoktu. (...) Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: ‘Yağmacılar da ateşin büyümesine yardım ettiler. En çok esef ettiğim şeylerden biri, bir fotoğrafçı dükkânını yağmaya giden bir subay, bütün taarruz harbleri boyunca çekmiş olduğu filmleri otelde bıraktığı için, bu tarihi vesikaların yanıp gitmesi olmuştur. İzmir’i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbi’nde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden gelme bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe sanki Hristiyan veya yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderine idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir’i arsalar halinde bırakmış olmak şehrin Türklüğünü korumaya kafi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasa idi bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon’dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkının görerek gelen subayların ve neferlerin affetmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi’.”

-----------------

Tedbirlenme

OSMANLI bağnaz bir İslami yapı değildi. Bu anlamıyla azınlıklar aşırı bir baskı altında yaşamıyorlardı. 19. yüzyılda başlayan milliyetçilik akımları Hristiyan tebaa yönünden ayrılıkçı hareketlenmelere ve karşı tedbirlere yol açmıştı. 20. yüzyılın başlarında Cumhuriyet kuruldu. İmparatorluktan elde kalanların konsolidasyonu, biraz da mecburiyetten ‘Türkçülük’ kavramı üzerinden yapılandırıldı. Genç devletin ideolojik programı gereği, gayrimüslimlere mesafeli bakış sistematik bir hale dönüştürüldü. İsrail devletinin kurulması (1948) bir faktör olsa da, ‘Varlık Vergisi’ gibi uygulamalar Yahudi nüfusun azalmasına yol açtı. Bugün tüm ülkede 25.000 civarında Yahudi vatandaşımız yaşamaktadır.

Yazının Devamını Oku

Yetmişinde bile zeytin dikeceksin

1 Eylül 2019
BU evrende biliyoruz ki, her canlı “ölümlüdür”.

 

“İnsan” için biçilen ömür, takribi 80 yıla ulaşmıştır.
İnsanoğlu biyolojik termini boyunca muhtelif canlılarla yol arkadaşlıkları yapar.
Örneğin, bir köpek sahibiyseniz, beraberliğiniz 10-15 yıldır.
Dolayısıyla, onun üzüntüsüne katlanacağınızı bilirsiniz.
Oysa bütünleştiğimiz canlılarla sonsuzluk hissine ulaşmak isteriz.
Asırlık bir çınarın karşısında heyecanlanmamızın muhtemel nedeni budur.

Yazının Devamını Oku

Denemiştik, olmamıştı

25 Ağustos 2019
ÜÇ ilin belediye başkanının görevden alınması bir politik tercihtir.

Şüphesiz karar vericiler bu durumu bir milli gereklilik olarak ifade edeceklerdir. Bu ülke daha birkaç yıl önce barış iklimi içerisinde kanayan bir yarayı dindirmeye çok yaklaşmıştı.
Kronik bir sorunu halletmek, hiç şüphesiz bazı tavizler gerektirir.
Ama bu ülkenin bütünlük içinde huzura ulaşması her şeye değerdir.
Mamafih, bahse konu çabalar o dönemde iktidara ilk etapta “oy” kaybettirmişti.
Bu sebeple, politik kompozisyonun “şahin” kanadıyla bir yakınlaşma oldu.
Kurulan “Cumhur İttifakı” bu durumun fiili tezahürüdür.
Bu politik anlayış ülkenin “bekası” gereği demokrasinin ikinci plana alınabileceği anlayışındadır.

Yazının Devamını Oku

Vicdani helalleşme

18 Ağustos 2019
İNSAN eliyle oluşturulmuş ve cennete dönüştürülmüş bir parkı korumaya çalışmak takdir edilesi insani bir tutumdur.

 

Hele o parkta anılarınız varsa...
Kültürpark, eski İzmirliler için böyle bir yerdir.
Ancak bu parkın çok uzun bir geçmişi yoktur.
Takribi 400 dönümlük bir “yeşil vaha” yüzyıl öncesinde bu kentin kadim insanlarının yerleşim yeriydi.
Kültürpark Platformu, bu yere ilişkin duyarlı bir sivil toplum hareketi başlattı.
Parkın doğal halinin korunması için canla başla gayret gösteriyorlar.

Yazının Devamını Oku

Roman otantizmi

11 Ağustos 2019
ÇOK katlı binalarda yaşarken bir serzenişi hep gündeme getiririz.

“Mahalle kültürü yok oluyor.”
Şehir hayatının koşuşturması içerisinde yeni üretim ilişkileri kendince bir yaşam tarzını hepimize dayatıyor.
Doğrudur...
O eskinin insani, sıcak ilişkileri, biraz da zamansızlıktan, artık yaşanamıyor.
Ancak böylesi bir sonuç acaba mukadder miydi?
Bizler o ilişki örgüsünü korumak için gereken çabayı sarf ettik mi?
Zannetmiyoruz...

Yazının Devamını Oku

Utangaç sarmaşık

4 Ağustos 2019
“Şaraptan bozma sirke keskin olur.”

 

Bu bir Anadolu özdeyişidir.
Kaynağım Sevan Nişanyan.
Sürekli savaşların, göçlerin yaşandığı bir coğrafyada her yeni hakim gücün kendine göre biçimlediği kitlelerin taze düzene mecburi uyum sürecinde ölçüyü kaçırmalarına işaret eder.
Bugün Doğu Karadeniz Bölgesi’nde muhafazakarlığın daha yoğun yaşanması ya da Adapazarı’nda Çerkezlerin milli ve dini değerlere aşırı düşkün olmaları, yine eskinin Ermeni köylerinde milliyetçi partilerin birinci çıkması gibi bir tür tedbirlenme ihtiyacı, zaman içinde bu toprakların kadim insanlarını mevcut sistemin “taşıyıcı kolon”larına dönüştürmektedir.
Esasına bakarsanız böylesi bir tektipleşme süreci belki “yönetim konforu” sağlasa da toplumların renkliliğine ve çok kültürlülükten kaynaklanacak zenginliklerine açık bir darbedir.
Ancak, bir kültürün birkaç nesilde tamamen kaybolacağına zannetmek safdillik olur.

Yazının Devamını Oku

Ankara payvonları gibi

28 Temmuz 2019
KENTİMİZDE, özellikle de Bayraklı bölgesinde çok sayıda yüksek bina var.

 

Geceleri bu yapılar ışıklandırılıyor.
Led teknolojisinin az elektrik sarfiyatı nedeniyle bazı binalar ölçüsüz bir renk cümbüşüne büründürülüyor.
Hani, bu tarzı uygulayan bina yöneticileri muhtemelen bir “Las Vegas” ambiyansı yarattıklarını ve bu sebeple gökdelenlerine “özellik” kattıklarını düşünüyorlarsa; açık söyleyelim oluşan görüntü maalesef onların hayallerine hizmet etmiyor.
Sanki düşük semtlerde faaliyet gösteren “pavyon” hissiyatı uyandırıyorlar.
Üstelik gecenin karanlığında, kent siluetinde dinmek bilmeyen bir “taciz” ışıltısına mecburen katlanma durumunda kalıyorsunuz.
Ne diyelim; hemen her konuda olduğu gibi estetik, nezaket, başkalarının hakkına saygı gibi konularda da hep sıkıntılıyız.

Yazının Devamını Oku