Bir yılı aşkın bir sürede 200’e yakın gizli müfettiş İstanbul, Ankara, İzmir, Bodrum, Antalya ve Bursa kentlerindeki restoranları değerlendirdi.
Rehberde 518 restoran ve 364 lezzet noktası yer alıyor.
Rehber kapsamında en yüksek puan “beş inci”ye yer veriliyor.
Derecelendirme; “Şef restoranı, bistro, brasserie, geleneksel mutfak, et lokantaları ile kebapçılar, balık lokantaları, Uzak Doğu restoranları, meyhaneler ve sokak yemekleri restoranları” kategorilerinde yapıldı.
Beş incili “Od Urla”, dört incili “İsabey Bağ Evi”, “Vino Locale”, “Kapha”, “Agrilia” ve diğer pek çok mekân İzmir’in gururu oldu.
Şüphesiz öğrenmenin sınırı yok.
Örneğin, 600 sayfalık klasik bir roman sanatsal doyumun yanında, kişiyi entelektüel olarak da zenginleştirir.
Ancak bu yolla beslenmenin ciddi bir “zaman” maliyeti vardır.
Çetin Altan “belirli bir yaştan” sonra derken, muhtemelen kalan zamanının kıymetli olduğunu ve bildiklerinin aktarmaya kifayet ettiğini belirtiyordu.
Mamafih şimdilerde bilgi çağı “kitap kurdu” olmanın marjinal faydasını hafiften tartışılır hale getirmeye başladı.
Zira bilgiye ulaşmak artık zahmetli bir şey değil...
“İzmir kamu yatırımlarından yeterince pay alamıyor” diye.
Doğrudur... Ama nedense, bir kamu yatırımı gelmeye kalktığında da karşı çıkarız.
Mesela Çeşme Otoyolu’nda böyle olmuştu.
Sonraları İstanbul Otoyolu, Konak Tüneli, Körfez geçiş tünel ve köprüsü... Hep itirazlarla karşılaştı...
Karşı çıkışları iki kategoride toplamak mümkün.
Birincisi, daha dar sayıda kişi ve kurumun “istemezükçü” tavrı.
İkincisi ise AK Parti’ye oy vermeyen seçmenlerin iktidar projelerine “alerjik” yaklaşımı.
AVM’ler hayatımıza girmeye başlamıştı.
İstanbul’a AVM gezmeye gidilirdi. İlgi, talep müthişti.
Kısa zamanda memleketin her köşesinde yüzlerce AVM açıldı.
Bir an geldi, her açılan yer öncekileri tekrarlamaya başladı.
Marka ve firma sayısı artmıyordu. Kiralar yüksekti.
Mesela bir cumartesi sabahı “Ödemiş”e gidebilirsiniz.
Sizi Türkiye’nin belki de en renkli pazarı bekliyordur.
Sebze-meyve çeşitliliği ne denli bereketli topraklara sahip olduğunuzu hissettirirken, el oymalı örtülerden tülbentlere, evlerde imal edilmiş ürünlerin otantik güzelliği ile hayranlığınız doruğa çıkar.
Erken saatlerde meşhur “Töngül” pidesini, “Birgi” ve “Bozdağ” turundan sonra, dönüşe yakın “Hurşit” ya da “Dostol”da Ödemiş Köftesi’ni taam edebilirsiniz.
Diğer bir yer, mesela “Aydın’ın Dalama” beldesi olabilir.
Her şey hanedanın menfaatine göre şekillenirdi.
Esas olan kurulu yapının devamıydı.
Bu amaçla kapsamlı bir “devlet” organizasyonu oluşturulmuştu.
Neticede “düzen” 700 yıl sürdü.
Sıradan insanların bu yapıya karşı çıkacak gücü yoktu.
“Hükümran bir yönetim” kader bellenmişti.
Doğu Karadeniz’de HES’ler doğayı mahvediyor...
İç Anadolu’da göller zirai sulama nedeniyle kurutuluyor...
Tüm bunlar İzmir’de yaşayan bizleri üzüyor.
Ama daha öteye geçemiyoruz.
İçselleştirmiyor, biraz burulma hissedip unutuyoruz.
Ama ulusal bütünlük, milli sınırlar, vatan deyince mangalda kül bırakmıyoruz.
“Atiye” den söz ediyoruz.
Beren Saat’in başrolünü oynadığı dizi bir “Göbeklitepe” öyküsü.
Senaryonun ne olduğundan ziyade, bizi ilgilendiren yönü, bu sayede Urfa’nın ve tabii, Göbeklitepe’nin bir anda popüler hale gelmesi.
Esasında tarihi ve otantik yerlerin parlatılabilmesi için böylesi sanatsal enstrümanlara ihtiyaç var.
Film endüstrisi mesela “Roma Tatili” filmiyle bu kentin turizmine müthiş katkı sağlamıştır.
Mısır Piramitlerinden, Positano’ya, hatta James Bond filmleriyle Kapalı Çarşı’ya, meşhur “Topkapı” filmiyle İstanbul’a hep bu yolla tanıtım imkânı oluşturulmuştur.