Paylaş
Alıştı, vallahi de billahi de alıştı. Üstelik hiç de zorlanmadık. Babasına giderken beni çekiştirdiği, bana gelirken babasına “Sen de gel” diye baskı yaptığı hiç olmuyor. Zannediyor ki, hayat böyle bir şey. Bir çocuğun iki evi olur. Anneyle anne evinde, babayla baba evinde vakit geçirir.
Buraya kadar, benim için de her şey normal, her şey güzel. Babasına gitmesi, baba-oğul baş başa vakit geçirmeleri, orada bir odasının ve farklı oyuncaklarının olması, bunları sahiplenmesi çok hoşuma gidiyor. Hele ki babası “Bu gece Rüzgar’a tavuklu türlü yaptım. Oğlumla birlikte yiyeceğiz” gibi cümleler kurunca keyif eğrilerim dört köşe bir hal alıyor.
Sorun ne biliyor musunuz? Üç haftadır düzenli olarak Rüzgar bir geceyi baba evinde geçiriyor. Bunun neresi sorun derseniz konunun Rüzgar’la ya da babasıyla hiçbir ilgisi olmadığını, birazdan size evde yalnız kalan Sibel’in dramını anlatacağımı belirtmek isterim.
EVİM DEMEK OĞLUM DEMEK
Ben hiç tek yaşamadım. Anne-baba evinden çıktım, evlendim. Boşandıktan sonra da oğlum hep yanımdaydı. Yurtdışı gezilerim hariç hiç ayrı kalmadık. İki buçuk yıldır bu böyle. Evim demek oğlum demek. Rüzgarsız bir ev nasıl olur, diye hiç düşünmedim. Niye düşüneyim, nasıl düşünebilirim!
Bana göre uyku gecede en az üç-dört kere bölünen bir şey mesela... Sabah olduğunu Rüzgar’ın uyanıp “Uyku bitsin, artık yego oynamak istiyorum” diye bağırmasından anlıyorum. Her sabah “Anne sen işe ditme” diye tutturan, kapının önünde beni tekrar tekrar öperek uğurlayan biri var.
Ama işte üç hafta önce bir akşam üstü gitti. “Anne sen burada beni bekle, ben baba evinde uyuyacağım” diyerek... Öylece kalakaldım.
İlkinde hemen kendimi sokağa attım. Kız arkadaşlar bugünler için değil midir? Aradım bir tanesini “Rakı içelim” dedim. Oturduk bir balıkçıya. Bir saat ya geçti ya geçmedi, telefonum acı acı çalmaya başladı: Pronet’ten arıyorlar. Karşımdaki kadın “Sibel Hanım şu anda salonunuzda biri geziyor” demesin mi? Kafamı masaya vuruyordum yemin ederim. Bula bula bugünü mü buldu ya? Eve önce sitenin güvenliği, sonra polis gitti. Anlaşıldı ki gezen hırsız falan değil rüzgar. Yani oğlum değil, bildiğimiz rüzgar. Çok şiddetli estiği için salonun kapıları açılmış, bir şeyler yere düşmüş ve alarm ötmeye başlamış. Eve nasıl korkarak gittiğimi ve uyurken nasıl ürktüğümü anlatamam. Çıktığıma çıkacağıma pişman oldum. Geceyi de dışarıdaki sert havanın uğultusunu dinleyerek ve tavanda canlandırdığım oğlumun gözlerine bakarak geçirdim.
Rüzgar’ın babasında geçirdiği ikinci gece, yazılarım çok biriktiği için hiçbir yere çıkmadım. İşle oyalandım. Uykuya dalmakta zorlandım, gece sık sık uyandım, hatta birinde Rüzgar uyandı zannedip soluğu yan odada aldım.
Üçüncü gece daha acısız geçti, galiba alışıyorum. Yani artık durumu ilk ikisindeki gibi dramatize etmiyorum. Bundan sonraki gecelerde de yemek pişirip, arkadaşlarımı ağırlamayı planlıyorum. Hayatı arabesk yaşamanın bir âlemi yok değil mi? Arabesk gecesi yapacaksak da, gelsin dostlar birlikte yapalım.
Paylaş