Demokrasiyi bile şaşırtan bir milletiz.
Hiç bir millet bunu beceremiyor, biz ise başarıyoruz.
Hiç bir demokratik ülkede örneği yok. Orada muhalefete düşenler gelecek seçimlerde, bilemediniz bir sonraki seçimlerde muhakkak iktidara gelirler. Millet muhalifleri dener, şans verir.
Bizde hep tersi olmuştur nedense.
Çok partili sisteme geçtiğimizde “tek” ve “yek” parti altıoklu CHP’den ayrılıp, Demokrat Partiyi kuranlar 1950 seçimlerinde iktidara geldiler.
Yani CHP’ye muhalefet yaparak iktidarı ele geçirdiler.
Ve o gün bugündür, hep aynı çizgideki partiler iktidara yürüdüler ve başardılar.
Muhalefette kalan CHP ise 1950’den bu yana iktidar yüzü görmedi, göremedi.
Konumuza dönersek, Çalıkuşu Feride’yi izlerken gerçekten Reşat Nuri’nin bu eseri baleye ne kadar “uymuş” diye düşünmeden edemedim.
Kültür sanat eleştirmeni değilim.
Hele hele bale sanatını eleştirecek düzeyle bir geçmişim de yok.
Ukalalık edersem affola.
İki perdelik bu oyun sanırım uzun süredir sahnede kaldı. Daha da kalacağa benziyor.
Çünkü hâlâ kapalı gişe oynuyor.
Bilet bulmak zormuş.
Bu iyi haber. Eser tutmuş demek ki.
Bitti tabii diyenler olabilir.
Adam seçimle gelmiş, seçimle gider diyenler çıkabilir.
Bence çıkmamalı.
O adam belediye başkanlığı koltuğunda bir saniye dahi tutulmamalı.
Kamu vicdanı, bu adamın partiden ihraç edilmesiyle tatmin olmamıştır.
Bu olay Avusturya'da olsa aynı vicdana çarpardı...
Aktif gazeteciliğimde temsilci, ya da haber müdürü iken andıç-mandıç yoktu sanırım.
Önemli toplantılara çağırdıklarında giderdik. Akreditasyon konusu 1980’lerden sonra uygulamaya konuldu. Bu açıdan sorumluluk aldığım dönemlerde askerlerle sıkıntım olmadı.
1980’lere kadar hatta daha sonrası askerlere yakın temsilci ve muhabirler olmadı mı?
Oldu, üstelik kadrolarına “askerlere yakın” gazeteci katmak patron, ya da genel yayın müdürleri için “tercih” nedeniydi. Adı “askerci”ye çıkmış nice elemanlar büyük gazetelere girmek için bu “gücü” kullanmışlardır. Hâlâ da vardır bu tip gazeteciler.