Pes doğrusu!

ESKİ zamanların siyah-beyaz Türk filmlerinde polisin son sahnede olay yerine hep gecikerek gelmesi ádeti vardı.

‘‘Türk polisi yakalar’’ cümlesiyle popüler kültürün bir parçası olan bu durum gayet tabii ki filmlerdeki dramatik sonun polisiye müdahale olmadan çözülmesini sağlamak amacına yönelikti.

Her şey olup bittikten sonra siren sesi duyulur ve sonunda gelebilen polis yaşanıp çoktan bitmiş olaydan arta kalanlara ‘‘müdahalesini’’ yapıverirdi.

Bu gerçi bir film gerçeğiydi ama toplumda polise yönelik önyargıların da bir yansıması vardı bunda ve bu yüzden de popüler kültürde alay konusu olmuştu filmlerde tekrarlanan bu sahne.

* * *

Gerçi polislerle bir alakaları yok ama bizim istihbaratçılar da galiba bu ‘‘olay yerine geç kalma’’ sendromundan mustarip durumdalar.

Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısından anladığımıza göre Milli İstihbarat Teşkilatı, medyanın üst düzey yöneticilerine bir brifing vermiş.

Yazılmamak kaydıyla yapmışlar bu işi ama bir önemli nokta genel yayın yönetmeni tarafından açıklandı.

MİT, medyanın üst düzey yöneticilerine ‘‘Televole kültürü toplumda büyük yaralar açmak üzere’’ mesajını vermiş.

‘‘Good morning after supper’’ (akşam yemeğinden sonra günaydın) sevgili istihbaratçılar.

Olay yerine bu sefer öylesine geç kaldınız ki maalesef iş işten geçti.

Bu sefer bu işi bilinen yöntemlerle geriye döndürme imkánı da yok.

Yani medyaya ‘‘bakın bugüne kadar şunları yaptınız böyle oldu, artık şunları yapmaya başlayın da bari bazı şeyleri kurtaralım’’ demenizin bir yararı yok; çünkü cin artık şişeden çıktı, Pandora'nın kutusu açıldı ve göreceksiniz ki bunun çözümü de öyle kolay değil.

* * *

Türkiye'nin yönetici kadroları -ki açıkça söylemek gerekirse buna medya yöneticileri de gayet tabii ki dahil olmuşlardır- büyük bir yanlış yaptılar geçmiş yıllarda.

Bu memlekette olan biten büyük sorunların, ‘‘İstanbul'da yaşamakta olan bir avuç insanın hayat tarzını topluma bir tür propaganda olarak sunulduğunda atlatılabileceği’’ düşüncesi yatıyordu bu yanlışın altında.

Güzel yaşam, eğlence, güzel kadınlar ile dolu bir hayat hayalleri insanlara verildiği sürece, sıradan insanların kendi gerçekliklerini unutacakları, unutmasalar bile sorunlarını kolay atlatacakları varsayıldı.

Bu basit bir formüldü aslında ama yine de başarılı olması şansı vardı.

İnsanlara hayali, ancak o hayale ulaşma kanallarını sürekli açık tutarak ve hatta olan kanalları sürekli artırarak satabilirsiniz. Bu olduğunda yalanın başarı şansı belki olabilir.

Hayal satma stratejisinin arkasında yatan planı uygulayabilmeniz ancak böyle mümkündür.

Bizde ise yönetici sınıflar planlarının en önemli unsurunu unuttular, toplumların krize gitmemesi için bazen zenginliklerin paylaşılması gerektiğini kabul etmediler ve Türkiye son on yıldır kapitalizmin ilk ortaya çıktığı yıllardakinden çok daha vahşi olan bir ilkel birikim süreci yaşadı.

Zenginlikler çok az sayıdaki insanın elinde toplandı ve bizim ülkemiz kendi insanını dünyada en hızlı fakirleştirmeyi başaran ülke oldu.

İnsanlar sürünme aşamasına getirilirken, vur patlaşın çal oynasın yaşamlarını medya yine insanlara ilaç olarak vermeyi sürdürdü.

Ve sonuçta ortada bir hayal, ‘‘belki bir gün ben de bunlar gibi olurum, belki kurtulurum bu hayatımdan’’ fikri yerine sadece büyük bir ‘‘öfke’’ büyük bir ‘‘kin’’ kaldı.

İstenilenin tam tersi gerçekleşti; ‘‘pop kültürünün’’ toplumu birleştireceği sanılırken tersine toplum bölündü, hatta paramparça oldu.

* * *

Bütün bu nedenlerden dolayı Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısında haber verdiği istihbaratçı brifingi, bende sadece acı bir tat bıraktı o kadar.

Birçok arkadaşım zaten kendi üstüne düşeni fazlasıyla yaptı aslında ama ben kendi yazdıklarımla sorumluyum.

Bu köşede üç yıldan bu yana ‘‘Öteki Türkiye’’ diye bir konuyu işliyorum.

Çöken sistemi işledim orada, yaklaşan tehlikeyi vurguladım.

O yazılar başladığı andan itibaren medyanın genelinde televoleci medyacılar, televoleci iktisatçılar aniden saldırıya geçtiler nedense.

Aslında neyle kavga ettiklerini de bilmiyorlardı galiba; çünkü onların pek sevdikleri yaşam tarzlarını belki kurtarma, belki enkazdan bir şeyleri çıkarma yolunu açmaya çalışıyordum bu yazılarla bir yandan.

Ama yok, kendi yalanlarına öylesine inanmışlardı ki hemen herkes gerçeklerin yazılmasına tepki verdi.

Kafalar kuma sokulunca tehlike geçecek sanıldı ama tabii ki bir şey geçmediği gibi belki de geri dönülmez bir yola girildi sayelerinde.

Milli İstihbarat Teşkilatı bilineni tekrarlıyor diye, gerçek ancak şimdi görülmeye başlanırsa eğer, diğer doğruları yazan arkadaşlar ne yapar bilmem ama benim içimden gerçekten isyan etmek geliyor.

İsyan ediyorum ve inanamıyorum artık olan bitene ve yıllardır yaşadıklarım nedeniyle yavaş yavaş hemen her şeye inancımı yitirmek üzereyim.

Bunu da bilin istedim sözlerimi bitirirken sevgili okuyucular.
Yazarın Tüm Yazıları