Dr. Mahmut Tokur, göğüs cerrahisi uzmanı olarak çalıştığı hastanede “kalp yaralanma vakalarının sadece yüzde 5’lik kısmının ameliyata alınabildiği, geriye kalan yüzdenin yolda ya da ilk yardım ekipleri yetişemeden hayatını kaybettiğini” gördü. Bunun üzerine sondadan yola çıkarak kalp tamir kitini geliştirdi.Kalp, yaralandığında da çalışmaya devam ediyor. Yani kalp, her kontraksiyon yaptığında, kanı damarlar yerine vücut boşluğuna atıyor. Bu da iç kanamaya sebep oluyor. Hastaneye ulaşan vakalar, hekim müdahalesiyle kurtarılabiliyor. Ancak hastaların çoğu hastaneye yetişemiyor.
NASIL KULLANILDIĞINA GELİRSEK
Kullanabilmek için tıbbi eğitim veya cerrahi müdahale gerekmiyor. Tıp bilgisi olmayan bir insanın bile rahatlıkla kullanabileceği bir kit. Genelde göğüs ön kafesinde kullanılıyor. Çünkü kalp yaralanmaları en çok bu bölgede oluyor. Olay yerinde hastanın kesi bölgesi batikon ile temizlenip cilde lokal anestezi uygulaması yapılıyor. Sonra kateter göğüs yüzeyindeki kesiden içeri gönderilip kateter kılavuz tel yardımı ile kesi yolu yönünde yavaş hareketler ile yönlendirilerek ilerletiliyor. (İkinci yoldan kan geldiği görüldüğünde kateter kalp boşluğuna girmiş demektir.) Balon enjektör yardımıyla şişirilip göğüs dış yüzeyinde de kapak sıkıştırılarak olay yerinde kanama durdurulmuş oluyor.
Sonda ucunda bir balon var. Ucundaki balonu şişirdiğinizde kanayan bölümü tıkayarak kanamayı durdurmayı sağlıyor. Şişirdikten sonra balon geriye çekilip göğüs kafesine oturması sağlanıyor. Dış kısımda bulunan vantuz ve klips yöntemiyle balon göğüs kafesine sabitleniyor. İçeriden ve dışarıdan hareket etmemesi sağlanmış oluyor. Deliğin tekrar açılması da engellenmiş oluyor.
Hasta bu şekilde hastaneye götürülebilir. Eğer hastaneye gittiğinde çok kan kaybetmişse arkasındaki kılavuz kanaldan kan ya da serum vererek kaybettiği sıvı yerine koyulabilir. Böylece hastanın şoktan çıkması sağlanır ve ameliyathaneye ulaşabilir.
ODTÜ Biyomalzeme ve Doku Mühendisliği Mükemmeliyet Merkezi’nden (BİOMATEN) Prof. Dr. Vasıf Hasırcı ve doktora öğrencisi tarafından geliştirilen “mikrodesenli yüzeylerin çekirdek deformasyonuna etkisi kullanılarak kanserli hücrelerin saptanması” projesi, kanser hastaları için erken teşhiste çığır açacağa benziyor.
* * *
Kanser son yıllarda, bütün dünyada ölüm sebebi istatistiklerinin başını çekiyor. Bazen senelerce saklanabiliyor ve fark edildiğinde tedavi için geç kalınmış oluyor. Tedavi edilebilse dahi kanser hücreleri vücuda yayılmışsa diğer organlara zarar verebiliyor ya da nüksedebiliyor. Bu da hastalar için maddi ve manevi açıdan çok yorucu bir durum.
* * *
Erken teşhisin önemi en çok bu hastalıkta kendini belli ediyor.
“Peki nasıl teşhis edilebilir?” sorusuna gelirsek...
Bilim insanlarının teknolojik gelişmeler ışığında tıp alanındaki yeni buluşları ve yeni keşiflerine yer verdiğimiz köşemizin bu haftaki konusu, “parkinson ve alzheimer” gibi nörolojik hastalıkları çok yakından ilgilendiriyor.
* * *
Türk bilim insanı Canan Dağdeviren’in de aralarında yer aldığı Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) bilim insanları, beyin iğnesi adı verilen ve ilaçların direkt beyne iletilebildiği minyatür bir ölçekte ‘ilaç taşıma sistemi’ geliştirdi. Bu sistemle, ilaç direkt olarak beynin fonksiyonu yerinde olmayan bölgesine enjekte edilebiliyor. Sistemin, özellikle parkinson ve alzheimer gibi nörolojik hastalıkların tedavisinde kullanılması amaçlanıyor.
* * *
Nörolojik hastalıklardan en yaygın olanları şüphesiz ki alzeimer ve parkinson. Bu hastaların devamlı ilaç kullanmaları gerekiyor. İlaçların yan etkileri de oldukça ağır. Ancak böyle olmasının sebebi de bütün vücuda dağılıyor olması. Bu sorundan yola çıkılarak oluşturulan ‘ilaç taşıma sistemi’ projesinde artık son aşamaya ulaşıldı.
DİĞER İLAÇLARDAN NE FARKI VAR?
Nörolojik bozukluklar için kullanılan ilaçlar genellikle beyin kimyasallarıyla etkileşiyor ve diğer işlevleri etkileyebiliyor. İlacın etki etmesini istemediğiniz her yere o ilacı göndermiş oluyorsunuz. İlaçların çok farklı bileşenleri var ve beyinde, hatta vücutta hareket edebiliyorlar. Bu da istenmeyen yan etkilere yol açıyor. Yeni sistem sayesinde ilaca maruz kalma durumu sınırlandırılmış oluyor. Doğrudan beynin ilgili bölümünün hedef alınmasıyla da ilaçtan daha fazla fayda alınacağı öngörülüyor.
Bilim insanlarının bu gelişmeler ışığında yaptıkları çalışmalar...
Tıp alanında da yeni buluşlar ve yeni keşiflerle insanların en çaresiz olduğu anlarda bir umut güneşi gibi doğuyor.
* * *
Peki, tıp alanındaki bu yeniliklerin, bilinmeyenlerin, merak edilenlerin kaçından haberdarız?
İşte, bu soru...
Her hafta bu köşede yanıt bulacak.
Obezite boyutuna geldiğinde hayatı ciddi biçimde tehdit edebilecek, çağın en önemli problemlerinden biri. Kalp-damar ve şeker başta olmak üzere birçok önemli hastalığın temelinde aşırı kilolar yatıyor. Dolayısıyla obezite ile mutlaka mücadele edilmesi gerekiyor. Elbette bunun için diyet, spor ve ilaç gibi pek çok yöntem var. Ama bugün sizlere çok etkin bir başka yöntemden bahsedeceğim. Tıptaki adı, ‘İntragastrik Balon’. Daha anlaşılır adıyla; mide içi zayıflama balonu. Ameliyatsız bir yöntem olan İntragastrik Balon yöntemini ve obeziteyi Akay Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Opr. Dr. Adnan Bulut’la konuştuk.
İntragastrik Balon yönteminin ne olduğunu anlatır mısınız?İntragastrik balon ameliyatsız bir yöntem. Tamamen kansız-kesisiz olup, endoskopik bir girişim. Mideye şişirilebilir bir balon yerleştirerek kilo verdirme yöntemi, ilk defa 1982 yılında ünlü kalp cerrahı Debakey tarafından geliştirilmiştir. İlk kullanım amacı obez kalp hastalarını cerrahi operasyonlar öncesinde zayıflatmak ve böylece ameliyat risklerini en aza indirmektir. Bu yöntemin etkili olduğunun görülmesi ile en ideal mide balonunun geliştirilmesi için çalışmalar hızlandırılmıştır ve günümüzde de devam etmektedir. Sistem hastanın midesine yerleştirildikten sonra bir kitle etkisi oluşturup, dolgunluk ve doygunluk hissi yaratmaktadır. Mide balonu sistemi mide boşalımını da geciktirerek Ghrelin hormonu üzerinden açlık hissini azaltmaktadır.
BEŞ YIL GEREKİYOR
Hangi hasta tipi balon takılması için uygundur?Balon uygulanacak hastanın vücut kitle indeksi (VKİ) 30-40 arasında olmalıdır. Ameliyata hazırlanacak morbid obez ve süper obezlerin cerrahi risklerini azaltmak için de operasyon öncesi balon uygulaması yapılabilir. Hasta en az beş yıldır obez olmalıdır. Balon uygulama kararı diyet, egzersiz ve ilaç tedavilerinden sonuç alınamamış obez hastalarda veya yapılacak cerrahi operasyonlar öncesinde bir seçenek olarak önerilmelidir.
Peki hangi hasta tipi balon takılması için uygun değildir?
Yemek borusunda iltihap ve ülser gibi hastalıkları bulunan veya daha önceden mide-bağırsak sisteminden ameliyat geçirmiş obez kişilerde, bağırsakların iltihabi hastalıklarında, laparotomili (karın ameliyatı geçirmiş) hastalarda, ciddi laparoskopi ameliyatı geçirmiş hastalarda, mide fıtığı olan obez kişilerde, mide -bağırsak sisteminden kanaması veya kanama eğilimi olan obez kişilerde, uyuşturucu bağımlısı veya alkolik kişilerde, yaşı 16’dan küçük, 60 yaşından büyük obezlerde, romatizmal ağrı kesici, kan sulandırıcı veya sistemik kortizon kullanan kişilerde, mental bozukluğu olan obez kişilerde, vücut kitle indeksi uygun olmayan şişmanlarda sadece kozmetik amaçla bu yöntemin kullanılmaması gerekir.
Sık idrara çıkma, idrar akışının yavaş olması, idrarı tam olarak bitirememe, aniden idrara sıkışma, idrarda kan varlığı gibi belirtilerle kendini gösteren prostat büyümesi, iyi huylu bir hastalıktır ve tedavi gerektirir. Günümüzde kullanılan güvenilir tedavi yöntemlerinin başında ise bir lazer sistemi olan “Greenligt XPS” geliyor. Prostat dokusunu buharlaştıran ve kanama durdurucu etkinliği olan bu yöntemi TOBB ETÜ Hastanesi’nden Üroloji Uzmanı Dr. Şükrü Ali Altan ile konuştuk.
Prostat büyümesi tedavisinde son yıllarda kullanılan lazer sistemi Greenlight hakkında bilgi verir misiniz?
Greenlight prostat büyümesinin cerrahi tedavisi için geliştirilmiş bir lazer sistemidir. Bu sistemle lazer ışınları idrar kesesi ile idrarın çıktığı yer arasındaki kanal boyunca ilerletilen bir teleskop aracılığıyla prostata iletilip, büyümüş olan dokusu buharlaştırılır. Bu lazerin alyuvarlar içerisinde bulunan hemoglobine yüksek ilgisi vardır. Bu nedenle işlem esnasında kanama görülmemektedir. Lazer ışınları 1-2 mm derine etki ettiğinden etkisi kontrol altındadır, buharlaşan alanın altında hasar yapmaz.
Bir de Greenlight XPS var. Bu sistem hakkında neler söyleyeceksiniz?
Sevgili okurlar bu hafta konumuz ‘Psikiyatrik Bozukluklarda Psikoterapi Yöntemi; Bilişsel Davranışcı Tedavi’. Yaşamın akışında her insanın uğraşmak zorunda kalabileceği bir çok psikolojik soruna çözüm olanağı sağlayan, psikoterapilerden biri ve en yaygın olarak karşılaştığımız terapi yaklaşımı ise Bilişsel Davranışçı Terapidir (BDT). Günümüz dünyasında psikolojik sağlık alanındaki gelişmeler ve buna bağlı olarak alternatif tedavi yöntemleri ön plana çıkmakta. İşte bu tedavi yöntemlerinden biri olan BDT’yi, yaklaşık 20 yıldır hem araştırma hem uygulama alanında çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Mehmet Hakan Türkçapar’a sizin için sorduk o da yanıtladı.
Bilişsel Davranışçı Terapi nasıl bir terapi türüdür?
BDT bilimsel bulgulara dayalı olarak geliştirilen ve bilimsel ilkelere dayanan bir psikoterapi türüdür. Bu nedenle etkili olduğu bilimsel olarak bir çok klinik çalışmayla ortaya koyulmuştur. Sözel olarak görüşmelerle ve davranış değişimleriyle, psikolojik problemlere çözüm olmayı hedefler. Diğer psikoterapilerden farkı, psikoterapi süreci ve içeriği yapılandırılmıştır. Sorunun türüne ve gelen kişinin özelliklerine göre 6 görüşme ile 24 görüşme arasında değişen sürelerde olabilir. Öncelikli amacı terapiye başvuran kişinin sorunlarına çözüm bulmaktır. Bu bağlamda BDT terapist-danışan işbirliğine dayanır. Yani bir nevi ekip çalışmasıdır. Danışanın da, terapist kadar etkin rolü vardır. Bu sayede danışan, terapiden sonra da sorun çözmekte kullanabileceği beceriler kazanmış olur.
Peki BDT yaklaşımını açıklayabilir misiniz?
BDT olayları nasıl gördüğümüze, nasıl anlamlar yüklediğimize bakar. Buna “algı” deriz. Örneğin aynı olay karşısında farklı insanlar farklı şeyler düşünür ve farklı tepkiler verirler. Farklı tepkiler vermemiz, farklı şeyler düşünmemizle; yani olan biteni farklı algılamamızla yakından ilişkilidir. Bilişsel kuram işte tam da bu noktayla ilgilenir. Sıkıntılı ve baskı hissettikleri zamanlarda insanların net ve açık bir biçimde düşünmeleri zorlaşır. Düşünceler olan bitenle uyumsuz hale gelir ve bu yüzden işlevsizdir. BDT, danışana bu uyumsuz düşüncelerini bulmasına, değiştirerek gerçeğe daha yakın düşünceler geliştirmesine yardımcı olur. Davranışçı kısımda ise danışan için sorun olan davranışın alternatifleri bulunur, görüşmeler sırasında ve sonrasında bu alternatifler denenir.
O zaman, terapi almayı düşünen bir kişi neden BDT’yi tercih eder?
Yapılandırılmış ve göreceli olarak kısa süreli olması tercih sebeplerinden biri olabilir. Ayrıca danışanı pasif gören sadece ilaç kullanımındansa, danışanın sorununun çözümüne aktif bir biçimde katkıda bulunduğu bir tedavi yöntemini seçmesinin sonuçları daha olumlu ve kalıcı olacaktır. Bunun yanında BDT’nin sonucunda danışan, bir çok beceriyi kazanmış olarak terapiyi noktalar.
Nedir bu beceriler biraz bahseder misiniz?
Sevgili okurlar bu hafta konumuz kronik yani uzamış öksürük. Kimi zaman enfeksiyondan kimi zaman da alerjiden kaynaklanan kronik öksürük rahatsız edici olmakla beraber, bir süre sonra hastaların bu duruma alışmasıyla ihmal edilebilmektedir. Ancak kronik öksürükler de tüm diğer hastalıklar gibi tedavi edilmelidir. Bu önemli konuyu özellikle de çocukluk çağı kronik öksürüklerini sizlerden gelen sorular doğrultusunda Ankara Acıbadem Hastanesi doktorlarından Çocuk Hastalıkları ve Alerji Uzmanı Doç. Dr. H. Cem Razi ile konuştuk.Hafta boyunca sizlerden gelen mailler doğrultusunda merak edilenleri sorduk, o da yanıtladı.
Özellikle kış geldiğinde, enfeksiyonlar artmakta, bir de pek çok çocuk kreşe veya anaokuluna başlamakta ve düzelmeyen, anne ve babaların kabusu olan sık tekrarlayan öksürükler tekrar başlamaktadır. En sık karşılaşılan senaryo nedir?
En sık karşılaşılan senaryolardan birisi şöyle; 2-4 yaş arası sağlıklı, daha önce ailesi tarafında özenle bakılan ve enfeksiyonlardan sakınılan bir çocuk kreşe veya anaokuluna başlar. Doğal olarak bir üst solunum yolu enfeksiyonu olur, fakat öksürük düzelmez ve uzar. Bir şekilde biraz düzeldikten sonra aile, ?tamam her şey rayına giriyor” diye düşünürken tekrar ateşi yükselir veya tekrar burnu akmaya başlar ve öksürük tekrar artar. Aile çocuğu tekrar doktora götürür, ilaçlar, antibiyotikler derken öksürük yine biraz azalır veya düzelir. Aile yine bir ?ohh” çeker, ama kısa süre sonra olay tekrarlar. Bu durum kış boyu devam eder. Bazı çocukların ise nefes yolu ile astım ilaçları (ventolin) kullanması bile gerekebilir. Çocukların bir kısmında antibiyotik kullanımı ile burun akıntısı düzelir ama ilaçlar kesilince tekrarlar ve çocuk çok sık antibiyotik kullanmak zorunda kalır. Bu durumda çocuk, okula gitmediği günler nedeniyle okuldan geri kalmakta ve ailelerin iş gücü kaybı olmaktadır. Ayrıca ve ailenin psikolojisi bozulmaktadır.
ANTİBİYOTİK GEREKMİYOR
Kreşe veya anaokuluna başlayan çocuklar kış mevsiminde neden diğer çocuklara göre daha sık hasta oluyor? Kreşe başlama ile sık enfeksiyon arasında nasıl bir ilişki vardır?
Okul öncesi yaş grubundaki çocuklar daha büyüklere göre daha sık hasta olmaktadırlar. Özellikle kreşe veya anaokuluna yeni başlayan çocuklarda enfeksiyon sıklığında belirgin artış olmaktadır. Çünkü immün sistemleri henüz gelişme aşamasındadır ve bazı mikroplarla henüz ilk defa karşılaşmaktadır. Ayrıca hergün sınıftaki çocukların en az bir tanesi hasta gelmekte ve diğer çocuklara bu enfeksiyon kolayca bulaşmaktadır. Aileler şunu çok iyi anlamalıdır ki 2 yaşına kadar olan çocuklar yılda 6-8 arasında basit üst solunum yolu enfeksiyonu geçirebilmekte ve bu enfeksiyonların yüzde 80’den fazlası virüsler aracılığı ile olduğu için antibiyotik tedavisi gerekmemektedir. Yaş arttıkça enfeksiyon sıklığı biraz daha azalmaktadır. Bu geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları immün sistemin sağlıklı gelişmesi için gereklidir. Fakat ilk 3 yılda virüslerle olan solunum yolu enfeksiyonlarının tekrarlaması astım gelişimi için de en önemli risk faktörlerinden birisidir.
Peki çocuklarda sık solunum yolu enfeksiyonuna neden olan durumlar nelerdir?