IMSI YÖNTEMİ
Tüp bebek tedavilerinde mikroenjeksiyon yöntemiyle spermler özel bir mikroskop altında seçilip yumurtanın içine enjekte edilmektedir. Bu işlem sırasında kaliteli embriyo elde edebilmek için spermin hareketli kuyruk ve baş şeklinin düzgün olmasına özen gösterilir. IMSI yöntemi ile morfolojik olarak düzgün sperm elde etme şansı daha fazla çünkü klasik olarak mikroenjeksiyon için kullanılan mikroskoplar spermi 400 kat kadar büyüterek sperm seçiminde yardımcı olmaktadır. Intra ctoplasmic magnified sperm injection (IMSI) denilen yöntemde özel bir mercek ve bilgisayar programı kullanılarak sperm 6600 kat kadar büyütülmektedir. Bu sayede spermin morfolojisi daha iyi değerlendirilmekte ve en iyi sperm seçilmektedir.
EMBRİYOSKOP
Tüp bebek tedavisi sırasında elde edilen embriyoların laboratuvar koşullarında saklanması ve takip edilmesi en hassas kısımdır. Bununla beraber sabit sıcaklığı sağlayan ve anne batınında olan oksijen ve karbondioksit gibi gazları oranını taklit eden inkübatör denilen cihazlar vardır. Bu cihazların çok hassas olması gerekmektedir. Embriyolar bu cihazlar içersinde yaklaşık 2 ile 5 gün bekletilmekte ve bu dönem içersinde zarar görmemeleri gerekir. Burada önemli olan konu; hangi embriyonun transfer edileceğinin karar verilmesi için embriyoların gelişimin incelenmesidir. Bunun için bazı aralıklarla embriyolar inkübatör cihazından çıkartılır ve mikroskop altında incelenir ve büyüme oranları değerlendirilir. Kısa bir sürede olsa oda sıcaklığına çıkan embriyolar dış dünya koşullarına maruz kalırlar. İnkübatör içersine yerleştirilmiş kameralar ile embriyolar dışarı çıkarılmadan izlenmekte ve dış ortam koşullarına maruz kalmamaktadırlar. ‘Embriyoskop’ dediğimiz ‘Dinamik Embriyo Takip Sistemi’ ile hem en iyi koşullarda embriyolar saklanırken hem de devamlı gözlem altında oldukları için hangi embriyonun büyüme potansiyelinin daha fazla olduğu anlaşılmış olmaktadır. Embriyoskop bize daha önceleri fark edemediğimiz bir çok gelişimsel problemleri tespit etmemizde yardımcı olmaktadır.
KROMOZOMAL TARAMA
Tüp bebek tedavilerinde son gelişmelerden bir tanesi, kromozom taraması olarak karşımıza çıkıyor ve PGT testi adı verilen yeni yöntem ile oluşan embriyoların genetik rahatsızlıklara ve kromozom bozukluklarına karşı taranması mümkün hale geliyor.
Gebe anne adaylarındaki düşük sebeplerinin en başında kromozom bozukluklarının geldiği düşünülürse, doğru genetik dizilime sahip olan embriyoların rahme aktarılmasının düşük riskini ne kadar azaltacağını siz de tahmin edebilirsiniz. Fakat bu yeni tarama süreci sayesinde genetik bozukluklara sahip olan bebeklerin oluşumu riski de oldukça düşüyor. Bilhassa aile geçmişinde genetik hastalıklardan muzdarip olan bireyler bulunan anne ve baba adayları, PGT taraması sayesinde bu riskleri bertaraf edebiliyor, sağlıklı bebekler dünyaya getirebiliyorlar.
ERA TESTİ
Endoskopi kapsülleri bu zor teşhis yöntemlerine bir alternatif ve yenilik olarak artık hayatımıza girdi. Bu yeni yöntemle ilgili Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Cem Cengiz, şu bilgileri paylaştı:
SANİYEDE 2 FOTOĞRAF ÇEKER
“Kapsül endoskopi tüm ince bağırsağı ve bazı durumlarda kalın bağırsağı görüntülememizi sağlayan bir yöntemdir. Yutulan bu kapsül büyükçe bir vitamin hapı boyutlarındadır. Kapsül saniyede en az 2 fotoğraf çekerek, bunları hastanın vücuduna yapıştırılan EKG çekiminde kullanılan alıcılara benzer alıcılar vasıtasıyla bele takılan bir kemer içindeki kayıt cihazına aktarır. Kayıt süresi sonunda bu yapışkan alıcılar ve kayıt cihazı çıkarılır ve cihazdaki görüntüler özel bir bilgisayar programı yardımıyla bir film haline dönüştürülerek bilgisayar monitöründe doktor tarafından incelenir. Kapsül endoskopi hastaya rahatsızlık vermeyen ağrısız bir şekilde ince ve kalın bağırsakların kaliteli görüntülenmesini sağlar.
12 SAATLİK AÇLIK GEREKLİ
Kapsülü yutmadan bir önceki gün hasta sadece çay, kahve, tanesiz, posasız içecek ve meyve suları içmeye başlar. Görüntü kalitesini arttırmak için ishal yapıcı bir ilaçtan bir miktar içerek bağırsağın temizliğinin yapılması tercih edilir. Kapsül yutulmadan önce 12 saatlik bir açlık gereklidir.
1 BARDAK SU İLE YUTULUR
Ertesi sabah hastanede hemşireler tarafından alıcılar ve kayıt cihazları bağlandıktan sonra kapsül bir bardak su ile yutulur. Takiben hasta günlük işlerine devam edebilir. Kapsül içildikten 2 saat sonra az miktarda sıvı alınabilir, 4 saat sonra da hafif gıda alımı olabilir. Kapsül yutulduktan 8-10 saat sonra veya dışkılama ile atılarak kayıt sona erer. Alıcılar ve kayıt cihazı çıkartılarak doktor tarafından bilgisayara görüntü aktarma işlemi yapılır.
Bu nedenle çağdaş cerrahiler, minimal invazif girişimlere yönelmiştir. Bu tür yaklaşımlar ile hastaların günlük hayattan uzun süre ayrı kalmalarının önüne geçilir. Bu yaklaşımın burun estetiğine uygulandığı zaman, son yıllarda daha popüler olan ‘dorsum (burun sırtı) koruyucu cerrahi’ tekniğini öne çıkmaktadır.
Burun estetiğinde en güncel yöntem olan, ‘dorsum koruyucu cerrahi’ ile ilgili Kulak, Burun, Baş ve Boyun Hastalıkları Uzmanı Doçent Dr. Tevfik Sözen şu bilgileri paylaştı:
HASTAYA BÜYÜK KATKI SAĞLAR
Dorsum koruyucu burun ameliyatları da günümüzde bu amaçtan hareketle tekrar popülarite kazanmıştır. İlk olarak 1914’de tanımlandıkları düşünülürse yeni bir teknik olmayan bu yöntem, belli burun bozukluklarını düzeltmekte cerraha ve dolaylı olarak hastaya büyük katkı sağlar. Burun kıkırdak ve kemik birleşim yeri olan orta 1/3’lük kesimdeki ilişkiyi bozmaması ve burun iskeletini tabandan hareketlendirmesi ile bu teknik hem burun sırtını korur hem de kemik hareketlendirme işleminin sağlam şekilde olmasına imkân sağlar. Açık ve kapalı yöntemle yapılabilen burun ameliyatlarının her iki tekniğinde de dorsum koruyucu burun ameliyatı kullanılabilir. Kemik hareketlendirme işleminde mikro testereler, milimetrik osteotomlar veya Piezo cihazı kullanılabilir. Bunların ayrı ayrı ameliyat sonrası dönemdeki morluk ve şişliğe etkileri vardır. Burada önemli olan konu, tekniğin doğru hasta grubunda tercih edilmesi ve düzgün şekilde uygulanmasıdır. Şüphesiz ki, bu iki gereklilik her türlü ameliyatın planlanmasında hayati önem taşır.
TOPLANTILARLA ELE ALINDI
Bu tür dorsum koruyucu teknikler, ilki İstanbul’da olmak üzere, Fransa’nın Nice ve İtalya’nın Roma şehrinde düzenlenen ‘PreservationRhinoplasty’ adındaki toplantılar ile ele alındı. Burada amaç, hastalar ve hekimler açısından tekniğin güvenli ve başarılı bir şekilde uygulanmasını sağlamaktı. Ülkemizin böyle bir tekniğin dünya üzerinde tekrar popüler hale getirilmesi ve geliştirilmesi açısından lider rolü oynaması gurur vericidir. Toplantılarda yapılan vaka tartışmalarının vardığı ortak nokta, belirli hasta grubunda uygun şekilde uyguladığında burun, kemik ve kıkırdak çatısına zarar vermemek adına dorsum koruyucu cerrahinin kullanımı oldukça faydalı olduğudur.
Dengesiz beslenme ve hareketsiz yaşamla birlikte genetik de işin içine girince, koroner kalp hastalıkları son yıllarda oldukça artış gösterdi. EECP yöntemi bu hastalıkların tedavisinde ayaktan ve kolaylıkla uygulanan bir yöntemdir. TOBB ETÜ Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Yörükoğlu tedaviyle ilgili şu bilgileri verdi:
KAN BASINCINI ARTIRIR
“EECP’deki prensip, özel bir kompresyon cihazı ile kalbin kanlanmasını artırmak, kan dolaşımını rahatlatmak ve kalpte yeni (kılcal) damar gelişimini teşvik etmektir. Bu nedenle, bu tedavi yöntemi ‘doğal bypass’ veya ‘kansız bypass’ olarak da anılmaktadır. Bilgisayar kontrollü olan cihaz hastanın elektrosuna uyumlu olarak kalbin gevşeme anında manşonları aşağıdan yukarıya şişirir, aynı şekilde kalbin pompalama anında süratle manşonları söndürür, yani kalbin pompalama sürecinin tersine çalışır.
Kalbi besleyen koroner damarlar kalbin gevşediği sırada, kanla beslenirler, işte bu sırada EECP manşonlarının şişmesi kan basıncını artırarak koroner arterlere giden kanı artırır. Kalbin kasılma safhasında ise manşonlar aniden inerek kan basıncının düşmesine ve kalbin iş yükünün azalmasına neden olur. Hasta EECP masasına yatırılarak baldır ve uyluklarına özel şişen manşonlar bağlanır. Bu sırada göğsüne de EKG elektrotları yapıştırılarak kalp atımlarının izlenebilmesi için monitöre bağlanır. Cihazın çalıştırılması ile birlikte bacaklara bağlanan manşonlar kalp atımlarına uygun, belli bir düzen içinde şişip inmeye başlar. İşlem sırasında hastalar herhangi bir ağrı veya sıkıntı hissetmez. Yaklaşık 45 dakika süren tedavi sırasında hastalar gazete-dergi okuyabilir veya TV izleyebilirler.
AĞRI HİSSEDİLMİYOR
EECP, ameliyat olmak istemeyen veya ameliyata tıbbı bir engeli olan hastalar dahil çoğunluğunda uygulanabiliyor. Risk taşımaması, sonrasında ağrı hissedilmemesi, hastanede yatmayı gerektirmemesi sebebiyle oldukça tercih edilebilir bir yöntem. 20-30 seans, 1 saatlik tedavi, 1-1.5 ayda tamamlanan tedavi yönteminin en ağır hastalarda dahi yüzde 70-80 başarı oranı vardır. Tedavi sonrasında kan dolaşımında rahatlama olduğundan kalbin üzerindeki yük azalır. Kalbi besleyen koroner damarlar daha iyi kanlandığından hastaların göğüs ağrısı şikâyetlerinde önemli ölçüde azalma olur. Zaman içinde kalbi besleyen yeni kılcal damar gelişimi olur. Başta böbrekler olmak üzere tüm organların kan dolaşımında artış olur.”
***
Amerika’daki Rockefeller Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada beyindeki bir grup nöronun beslenme hafızasını yönettiği ve bu nöronların uyarılması sonucunda fazla yemek yeme isteğinin önüne geçilebileceği ortaya çıktı.
ENERJİ DENGESİ BOZULUYOR
Obezite genel olarak bedenin yağ kütlesinin yağsız kütleye oranının aşırı artması sonucu boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının arzu edilen düzeyin üstüne çıkmasıdır. Obezite, enerji dengesinin bozulması sonucunda oluşmaktadır. Diyet, egzersiz ve genler enerji dengesini oluşturur. Enerji alımının, tüketiminden fazla olduğu koşullarda enerji dengesi bozulmaktadır. Aşırı yağlı gıdalarla beslenenler tokluk hissine kavuşmadan sürekli yeme arzusu duymakta, gereğinden fazla enerji almakta ve depolamaktadır. Yetişkin erkeklerde vücut ağırlığının yüzde 15-18’i, kadınlarda ise yüzde 20-25’ini yağ dokusu oluşturmaktadır. Bu oranın erkeklerde yüzde 25, kadınlarda ise yüzde 30’un üstüne çıkması ile obezite teşhisi konulabilir. Bu hastalığın başlıca sebepleri de düzensiz bir yaşam, sağlıksız beslenmek ve hareket etmemek. Bunun dışında çeşitli davranış değişiklikleri, fizyolojik, psikolojik, genetik, tıbbi ve endokrin nedenler de obezitenin oluşumunda etkili olmaktadır. Yağ oranı yüksek gıdaların yoğun olarak tüketilmesi ve gelişen teknolojiyle hareket etmenin sınırlanmasıyla özellikle son zamanlarda çocuk yaşlarda dahi oldukça sık görülebiliyor. Yapılan diyetlerle başarılı olunmayan hastalarda genellikle obezite cerrahisi uygulanıyor. Çünkü bu hastalar genellikle yeme isteğini engelleyemiyor.
BESLENME DÜZENİ SAĞLIYOR
Özellikle yemek yeme isteğinin nereden geldiğini araştıran bilim adamları fareler üzerinde yaptıkları deneyde, hD2R nöronları adlı bir grup hücrenin, fareler her beslendiğinde aktif hale geldiği, bu nöronlar uyarıldığında ise farelerin daha az yediği tespit etti. Nöronlar etkisiz hale getirildiğinde ise fareler normalden çok daha fazla yiyordu. Araştırmacılar, hayvanların karınları tok olduğunda yemek arayışına girmediği, bu sayede de doğada canlarını tehlikeye atmadığını ve hD2R nöronlarının dengeli bir beslenme düzenini sağladığını saptadı. hD2R nöronlarının aktif olup olmamasının, hayvanların geçmişte yemek buldukları yeri hatırlayıp hatırlamadığını belirlediği de tespit edildi. Sonuçlar henüz insanlar üzerinde denenmese de araştırmacılar insan beyninin de yemekle olan ilişkisinin şekillenmesinde çalışmaların çok büyük rol oynayacağını ve obezite gibi hastalıkların önüne geçilebileceğini söylüyor.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
DOĞUM SONRASI DEPRESYONU
Tabi ki uygulanan yöntemler ve alınan önlemler tedavinin sonuçlarını etkileyebiliyor. Saç ekiminde başarıyı artıran sebepleri ve yenilikleri ile ilgili Ankara Tripaestetik doktorlarından Dr. Muhammet Özgehan, şu bilgileri verdi:
BLOK ANESTESİ AĞRIYI AZALTIR
“Saç ekimi, vücudun verici alan olarak adlandırılan ve kelliğe dirençli olan göğüs, bacak-kol ve genital vücut bölgelerinden alınan saç köklerinin, saçların azaldığı bölgeye aktarılmasıdır. Saç ekiminde başın arka tarafında bulunan ense bölgesindeki kıl kökleri özellikle ve öncelikle tercih edilmektedir.
Saç ekiminde hekim tarafından blok anestezi uygulanması duyulan ağrıyı azaltır ve hasta konforunu artırır. Saçı kesmeden uygulanan NSCFUE ekimler kadınlarda saç ekimini uygulanabilir kılmıştır. Kanal sırasında kullanılan safir bıçak temiz ve küçük yara izleriyle ekim sonrası iyileşmeyi hızlandırır. Aynı zamanda microsoft cerrahi punc ve ekipmanın kullanılması ekim sıklığını artırır.
‘Saç ekimi işleminde fark yaratan nedir?’ diye sorduğunuzda; bu işlemin doktor tarafından uygulanmasındaki farklar, sonucu belirleyen en net etkendir. Aynı zamanda hekim tarafından yapılan ekim sırasında çıkabilecek komplikasyonlara doğru ve etkin müdahaleyi de sağlar. Unutulmaması gereken diğer nokta her hastanın özel olduğu ve gerek cerrahi planlama ve uygulamanın gerekse ekim sonrası sürecin her hasta için hastaya özel planlanması ve uygulanması çok önemlidir.
DÖKÜLME SEBEBİ DOĞRU TESPİT EDİLMELİ
Saç ekiminde kişiye özel yaklaşım tatmin edici sonuçların anahtarıdır.
Kanser, bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren kötü urlardır. Çok çeşitli kanser türleri olsa da hepsinin temeli anormal hücrelerin kontrol dışı çoğalması ve vücudun kendi hücrelerine zarar vermesiyle başlar. Bu kontrolsüz bölünme sonucunda oluşan fazla hücreler birleşerek tümörü oluşturur. İyi ve kötü huylu olarak ayrılan bu tümörlerde iyi huylu olanlar alınabilir ve çoğunlukla tekrarlamazlar. Kötü huylu olanlar ise kontrolsüz büyüme ve çoğalma sebebiyle tekrar eder ve vücudun farklı bölgelerine de dağılma yani metastaz eğilimi gösterirler.
Kanser cinsiyet, yaş, ırk, cilt rengi, çevresel faktörler ve genetik faktörler gibi durumlara karşı da farklılık gösterebilir. Kanserlerin bir kısmı, ortaya koydukları belirtiler ile hastanın veya doktorunun bir kütle veya anormal görünümlü bir oluşum saptamasıyla fark edilir. Ancak çoğu kanser türü hiç belirti vermeden seneler içinde vücutta ilerleyebilir. Çoğu hastalıkla beraber belirtiler gözükse dahi dikkate alınmayabilir. Bu yüzden son yıllarda hayatını kaybeden insanlar yüzde 19.7 gibi büyük bir orana sahip.
TÜMÖRLERİ ODAK ALIR
En yaygın tedavi yöntemi olarak kullanılan kemoterapi ve radyoterapiye ek bir tedavi seçeneği olarak tercih edilebilen veya prostat gibi daha kolay yok edilebilen kanserlerde tek başına da kullanılabilen termoterapi, tümörleri odak alan bölgesel bir hipertermi yöntemidir. Tümörlü bölgenin 39-42.5 C arasında ısıtılması sağlanarak; uygulanan kemoterapi ve radyoterapinin etkinliği artırılır. Bu yöntemdeki en önemli nokta; uygulanan kemoterapinin etkisinin sadece ısıtılan bölgede yani tümör dokusunda artırılmaktadır. Hipertermi; kemoterapi ilaçlarının etkinliklerini 2-5 kat arasında artırmaktadır. En önemli avantajı genel anestezi ve spinal anestezi gerektirmeden lokal anestezi ile yapılabilmesi. Ayrıca yan etkisi de yok denecek kadar az. Dolayısı ile yaşlı, kalp hastalığı, alzaymır, felç gibi yüksek riskli hastalığı olan, antikoagülan kullanan ve kanama riski olan, daimi sonda takılan hastalar için herhangi bir sakıncası yok.
Son zamanlarda kanser tedavisinde oldukça yaygın şekilde kullanılmaya başlanan termoterapi, özellikle radyoterapi etkilerini artırmasıyla oldukça tercih edilen bir yöntem haline gelmeye başladı. Tedavilerin etkinliğini arttırmasıyla da standart tedavilerde yerini alacak gibi görünüyor.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN
Hücresel kökenli bu tedavide amaç, hasarlı dokuda oluşan tamir dokusunun orijinal doku ile aynı özelliklere sahip olmasını sağlamaktır. Bu tedaviyi TOBB ETÜ Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç Dr. Erdem Aktaş’tan dinledik:
“Rejeneratif tedavinin temelini oluşturan ve bu amaçla kullanılan hücrelere genel olarak kök hücre denilmektedir. Kök hücre; işlevsel olarak farklılaşmamış, uygun büyüme ortamında çoğalma yeteneği olan, farklı vücut hücrelerine farklılaşabilen ve hasarlı dokuyu tamir etme kapasitesi olan hücrelerdir. Hasarlı dokuya nakledilen kök hücreler dokunun tamiri için gerekli sinyal ve büyüme faktörlerini salgılar, bağışıklık sistemini yönetir, yeni damar oluşumlarını sağlar, aşırı doku reaksiyonu olmasını engeller ve dokuyu oluşturan hücre tipine yönelik değişim göstererek hasarlı hücrenin yerini alır. Burada kullanılan mezankimal kök hücre kaynakları kendi vücudumuzdadır. Bu kaynaklar; kemik iliği, yağ dokusu, sinoviyal doku, periost, kas dokusu, kordon kanı, amniyon zarı, plasenta gibi oldukça geniş ve farklı doku tipleridir.
HANGİ BÖLGELERDE UYGULANIR
Rejeneratif yöntem özellikle; diz, omuz, ayak bileği, dirsek, el bileği kireçlenmesi, kemik kistleri, kırık sonrası kaynamama, geç kaynama, osteonekroz hastalıklarında kullanılmaktadır. Yine çok sık karşılaştığımız, spor yaralanmalarının yüzde 50‘sini oluşturan kıkırdak, kas, tendon-bağ, menisküs yaralanmalarında mezankimal kök hücre tedavisi tek başına veya birtakım cerrahi girişimlerle beraber başarılı bir şekilde uygulanır. Bu işlem steril şartlarda yapılan ve toplamda 40 dakika süren günübirlik bir işlemdir. Karın bölgesinden lipoaspirasyon yöntemi ile alınan ve yağ hücresi kaynaklı kök hücreleri de içeren yağ aspiratı tercihe göre mekanik/enzimatik bir işlemden geçtikten sonra hasarlı dokuya doğrudan veya bir taşıyıcı vasıtası ile uygulanır.
Uygulanan tedavi sonrası hastanın günlük yaşantısına dönme süresi altta yatan hastalığa ve beraberinde uygulanan tedavi yöntemine göre değişebilir. Sadece kök hücre uygulaması yapılan hastada bu süre 1 gündür. Kök hücrenin elde edildiği verici saha olan karın bölgesinde ve uygulama bölgesinde belirgin bir ağrıyla karşılaşılmaz. Kullanılan hücreler hastanın kendi hücreleri olduğundan alerjik reaksiyon riski de yoktur. Ortopedide kök hücre tedavisi; dünyada kullanımı her geçen gün artan, seçilmiş vakalarda ve hastalıklarda başarılı sonuçlar veren, bu konuda eğitimli kişiler tarafından uygulanması gereken, etkili ve güvenilir bir yardımcı tedavi yöntemidir.
ÖĞRENMEDEN GEÇMEYİN