The Environmental Working Group (EWG) tarafından yapılan araştırmaya göre, üzüm, çilek, nektarin, ıspanak ve elma, kanser ve üreme sorunlarıyla bağlantılı en yüksek pestisit izleri ve en geniş pestisit çeşitliliği listesinin başında yer alıyor.
Kuruluş, kimyasalların bir araya gelmesiyle oluşan toksinler nedeniyle insan sağlığına daha fazla zarar verebileceği uyarısında bulundu.
Çilekler liste başında
Çilekler, çalışmalarda kısırlık ve kanserle ilişkilendirilen karbendazim de dahil olmak üzere örnek başına ortalama 7,8 farklı pestisit ile listenin başında yer aldı. Araştırmalar daha önce çileklerde karbendazimin yanı sıra potansiyel nörolojik etkileri olduğu düşünülen bifenthrin adlı bir bileşiğin de bulunabileceğini ortaya koymuştu.
Son analiz için uzmanlar, aralarında lahana, armut, şeftali, biber, kiraz, yaban mersini ve yeşil fasulyenin de bulunduğu 12'si pestisitlerle en fazla kirlenmiş 46 meyve ve sebzeden örnek aldı. Ekip, ABD'de Tarım Bakanlığı ve Gıda ve İlaç İdaresi tarafından toplanan on binlerce örneği analiz etti.
Toplam 209 pestisit bulundu ve 12 ürünün tamamında, örneklerin yüzde 95'inde en az bir kimyasalın izine rastlandı. En sık tespit edilen kimyasallar fludioxonil, pyraclostrobin, boscalid ve pyrimethanil gibi anti-fungal pestisitlerdi.
Ulusal Sağlık Enstitüleri'ne göre bazı çalışmalar fludioxonil'in DNA hasarına yol açarak kanser riskini artırabileceğini gösteriyor. Kurum ayrıca, boscalidin nadir durumlarda hücrelere zarar vererek kanserli tümörlerin oluşumuna yol açabileceğini belirtiyor.
Pyrimethanil, insanlar için nispeten düşük toksisiteye sahip olsa da, hayvanlarda üremeyi etkileyebilecek hormon düzenlemesini bozuyor.
Yeni araştırma, maternal diyabetin yani hamilelik dönemindeki diyabetin hem anne hem de çocukta çeşitli sağlık sorunlarına yol açabileceğini gösteren çalışmalara bir yenisini daha ekledi.
Araştırmacılar, dünya çapında 56 milyon anne-çocuk çiftinin incelendiği 202 çalışmayı analiz etti. Sonuçlar ise bir hayli şaşırtıcı çıktı; maternal diyabet olan kadınların çocuklarının, nörogelişimsel bir sorun yaşama ihtimali yüzde 28 daha yüksekti. Nörogelişimsel sorunlar arasında otizm riski yüzde 25, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) riski yüzde 30 ve zekâ geriliği riski yüzde 32 daha yüksek çıktı.
Öte yandan, gebelik öncesi diyabet tanısı alan annelerin çocuklarında nörogelişimsel bozukluk oluşma riskinin, gestasyonel diyabete kıyasla daha yüksek olduğunu gözlemlendi.
Peki hamilelik dönemindeki diyabet nasıl otizme neden olabiliyor? Perinatolog Op. Dr. Zeynep Gedik anlattı.
1- Hamilelikte şeker hastalığı olan annelerin çocuklarında otizm gibi sorunlar daha mı sık görülüyor?
Gebelikte diyabeti olan anneler ile bu gebelikten doğan çocuklarda otizm spektrum bozukluğu (OSB) görülmesi arasında anlamlı bir ilişki olduğuna dair kanıtlar daha önceki yıllarda da yapılmış bilimsel çalışmalarda gösterilmişti. Ancak yapılan çalışmaların çoğunda bu ilişki nedensellikten ziyade istatistiksel bir bağlantıyı yansıtıyor ve bu duruma birçok faktörün beraber etkisinin olduğunu gösteriyor. 2025 yılında yapılan bu yeni çalışmada, yaklaşık 56 milyon anne ve çocuğun incelendiği 202 çalışmanın ortak bir analizine dayanıyor.
Çalışmanın sonucu ise anne yaşı veya anne vücut kitle indeksi gibi bazı risk faktörleri hesaba katılmadığında bile gebeliğinde diyabeti olan kadınların çocuklarında nörogelişimsel sorun yaşanma ihtimalinin %28 arttığını ortaya koyuyor.
2- Bilim insanları bu duruma neyin yol açabileceğini düşünüyorlar?
Bir kişi obez olup olmadığını nasıl anlar?
Obezite vücutta anormal yağ dokusu birikimiyle sağlığımızı bozan, hastalık ve ölümlere neden olan kronik, tekrarlayıcı ve ilerleyici bir hastalıktır. Obezite genetik, çevresel, psikolojik, sosyal birçok faktörden etkileniyor.
Yetişkinlerde obezitenin tanısı ve sınıflandırması için en sık kullanılan yöntem beden kitle indeksidir (BKİ). BKİ, bir kişinin kilogram cinsinden vücut ağırlığının metre cinsinden boyunun karesine (kg/m2) bölünmesiyle hesaplanıyor.
Yetişkinlerde normal kabul edilen BKİ değeri 18,5-24,9 kg/m2 arasıdır. 24,9-30 kg/m2 arası fazla kilolu olarak tanımlanıyor. Beden kitle indeksinin 30 ve üzeri olması ise obezite olarak tanımlanıyor. Ayrıca bel çevresi ölçümü de basit bir şekilde kullanılabilir. Türkiye’de bel çevresinin kadınlarda 90 cm, erkeklerde de 100 cm üzerinde olması obezite olarak kabul ediliyor.
Türkiye'de obezite rakamlarından bahseder misiniz?
Obezite, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de halk sağlığını önemli ölçüde tehdit eden ve sıklığı giderek artan bir sorun. Araştırmalar obezite sıklığının ülkemizde %30’un üzerine çıktığını ve Avrupa kıtasındaki en kilolu ülke konumuna geldiğimizi gösteriyor.
Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri, Türkiye’de yetişkinlerin 3’te birinin obezite, üçte birinin aşırı kilolu ve geriye kalan 3’te birinin de normal kilolu olduğunu gösteriyor.
Özellikle kadınlarda obezite sıklığı %40 olduğu biliniyor. 5-19 yaş arası çocuk ve ergenlerde obezite yaygınlığı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre yaklaşık %12’dir.
Küçük Juwan, bir tanıdığının öpücüğünün ardından Herpes virüsü kaptı ve virüs gözüne bulaştı. Oluşan kabarcık, gözün ön tarafındaki saydam dış tabaka olan korneasında 4 mm'lik bir delik oluşmasına neden oldu.
Bu açık yara daha sonra bir dizi enfeksiyona yol açtı. Sağlık görevlilerinin tüm çabalarına rağmen hasar çok ağırdı ve görme yetisini kaybetti. Doktorlar sonunda organdan geriye kalanları korumak amacıyla göz kapaklarını dikmek zorunda kaldılar.
Şimdi ailesi, küçük çocuğun görme yetisini kurtarmak amacıyla karmaşık bir ameliyata hazırlanırken, başkalarının da aynı kaderi paylaşmaması için seslerini yükseltiyor.
Gelin üzücü hikâyeye en başından bakalım.
Juwan için korkunç günler, geçen yıl ağustos ayında henüz 16 aylıkken, ailesinin kendisinde bir göz enfeksiyonu olduğundan şüphelenmesiyle başladı. Aile bebeği hemen doktora götürdü ve bir antibiyotik kürü tedavisine başladılar.
‘GÖZÜNDE HİS OLMADIĞINI FARK ETTİK’
Ancak Juwan'ın annesi Michelle Saaiman, durumun daha ciddi olduğunu anladı ve şunları söyledi:
Uzmanlar, hem kadınların hem de erkeklerin evlendikten sonra kilo alma eğiliminde olduğunu, ancak erkeklerin kendilerini bırakma riskinin daha yüksek olduğunu ortaya koydu.
Yaklaşık 2.500 kişinin sağlık verilerini analiz eden Polonyalı araştırmacılar, evlenen erkeklerin obez olma ihtimalinin, evlenmemiş olanlara kıyasla 3,2 kat daha fazla olduğunu tespit etti.
Analize dahil edilen 2,405 kişinin yüzde 35'i sağlıklı kiloda, yüzde 38'i fazla kilolu ve yüzde 26'sı obezdi.
Buna karşılık, kadınlarda evlilik ile obezite riski arasında böyle bir bağlantı bulunamadı.
Araştırmacılara göre, kadınlarda böyle bir bulguya rastlanmaması, cinsiyetler arasında obeziteye yönelik tutumlardaki 'kültürel farklılıklardan' kaynaklanıyor olabilir. Aşırı kilolu olmak söz konusu olduğunda, evli erkeklerin çok şişman olma ihtimali yüzde 62 daha fazlayken, evli kadınların bu ihtimali yalnızca yüzde 39'dur.
YAŞ ARTTIKÇA RİSK DE ARTIYOR
Verilerin analizi ayrıca yaşın arttığı her yıl obez olma ihtimalinin kadınlarda yüzde 6, erkeklerde ise yüzde 4 arttığını gösterdi. Yaş ilerledikçe aşırı kilolu olma riski kadınlarda yüzde 4, erkeklerde ise yüzde 3 artıyot.
Varşova Ulusal Kardiyoloji Enstitüsü'nden yeni çalışmanın başyazarı Dr. Alicja Cicha-Mikolajczyk, “Yaş ve medeni durumun, cinsiyetten bağımsız olarak yetişkinlikte aşırı kilolu veya obez olarak yaşamak üzerinde yadsınamaz bir etkisi vardır” dedi.
İnsanlar genellikle sigaranın zararlı olduğunu biliyor ancak ne kadar zararlı olduğunu hafife alıyor. Ortalama olarak, sigarayı bırakmayanlar yaklaşık on yıllık bir ömür kaybediyor. Sigara, dünyanın önde gelen önlenebilir hastalık ve ölüm nedenlerinden biri ve uzun süreli kullanıcıların üçte ikisinin ölümüne sebep oluyor. Ülkemizdeki tüm ölümlerin yüzde 23’ünün tütüne bağlı hastalıklar nedeniyle olup dünya genelinde ortalama her dakika 12 kişi sigaraya bağlı hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor.
TÜRKİYE'DE 17 MİLYON KİŞİ SİGARA KULLANIYOR
“Her 10 yılda bir 2. Dünya Savaşı’nda kaybedilen kadar insan sigaradan dolayı kaybediliyor. Dünya ekonomisine yılda 1 trilyon dolar zarar veriyor" diyen Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Banu Altoparlak şu bilgileri verdi:
"Türkiye’de yılda yaklaşık 60 milyar lirayı sigara firmalarına ödüyoruz. Sigaranın yol açtığı hastalıkların tedavisi için harcadığımız para da azımsanmayacak derecede yüksek ve sağlık bütçesinden karşılanıyor. Başta sigara olmak üzere tütün ürünlerinin kullanımı, her yıl 8 milyondan fazla kişinin ölümüne sebep oluyor. Bu ölümlerin 7 milyondan fazlası doğrudan tütün kullanımından, yaklaşık 1.2 milyonu ise pasif içicilikten kaynaklanıyor. Türkiye’de ise yaklaşık 17 milyon kişi sigara kullanıyor ve her yıl 100 bin kişi tütün kullanımı kaynaklı hastalıklardan dolayı hayatını kaybediyor."
2000 yılında yapılan bir değerlendirmede ortalama olarak tek bir sigaranın yaşam beklentisini yaklaşık 11 dakika azalttığı tespit edilmişti, Journal of Addiction'da yayınlanan son analiz bu rakamı neredeyse ikiye katlayarak 20 dakikaya çıkardı.
BİNDEN FAZLA KİMYASAL VAR, 81 TANESİ KANSEROJEN
Uzman Dr. Banu Altoparlak, sigaranın ölümcül oluşunun nedenini şu sözlerle ifade etti: "Her bir sigarada vücut için zehirli, zarar verici, kanser yapıcı ya da kanserin ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı formaldehit, siyanür, amonyak, karbonmonoksit, naftalin, kadmiyum, arsenik, benzen, vinil klorür ve aseton gibi 4 binden fazla kimyasal madde bulunur. Bu kimyasalların en az 81 tanesi kanserojendir. Tütün tüketimi, başta akciğerler olmak üzere vücudun tüm organlarını olumsuz etkiler ve ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir."
EN FAZLA ETKİLENEN ORGAN AKCİĞERLER
Kimyasal olarak eritrosin olarak bilinen kırmızı boya No. 3’ün kullanımı Amerika Birleşik Devletleri’nde yasaklandı. Yiyecek ve içeceklere kiraz kırmızısı bir renk vermek için kullanılan bu katkı maddesinin 30 yıldan uzun bir süre önce sıçanlarda kansere neden olduğu bulunmuştu. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ise geçtiğimiz günlerde boyanın kullanımına ilişkin yetkiyi iptal etme kararı aldı.
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alev Keser'e No.3 ve diğer katkı maddeleri hakkında merak edilenleri sordum.
No.3 tam olarak nedir?
No. 3, kimyasal adıyla Eritrosin (E127), parlak kiraz kırmızısı bir renk veren sentetik gıda boyasıdır. Genellikle şekerlemeler, kekler, jöleler, dondurulmuş tatlılar, kremalar, dondurmalar, meyve aromalı içecekler ve işlenmiş et ürünlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca tabletler, kapsüller, rujlar ve allıklar gibi bazı ilaç ve kozmetik ürünlerde de bulunur.
Bu boya, kömür katranından elde edilen kimyasal maddelerle üretilmektedir. Ancak sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle No. 3, ABD’de kozmetik ürünlerde 1990 yılında yasaklanmıştır. 15 Ocak 2025 tarihinde de Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), bu boyanın gıda ve ağız yoluyla alınan ilaçlarda kullanımını yasaklamıştır. Üreticilerin ürünlerini yeniden formüle etmeleri için gıdalar için Ocak 2027'ye, ilaçlar için ise Ocak 2028'e kadar süre tanınmıştır.
Bu katkı maddesi Türkiye’de kullanılıyor mu?
Türkiye’de No. 3, ürün etiketlerinde E127 kodu ile belirtilme şartıyla çeşitli gıda ve ilaç ürünlerinde renklendirici olarak kullanılmaktadır. Özellikle şekerlemeler, pasta süslemeleri, kekler ve bisküviler gibi fırın ürünlerinde kırmızı ve pembe tonları elde etmek için tercih edilmektedir. Ayrıca, dondurma ve aromalı süt ürünlerinde renklendirici olarak yer alabilir.
Meyve suları, gazlı içecekler ve kokteyl karışımları gibi içeceklerde de E127'ye rastlanmaktadır. Bunun yanı sıra, bazı ilaç tabletlerinin kaplamalarında ve öksürük şuruplarında da kullanıldığı bilinmektedir.
BİR TUTKUNUZ OLSUN
Yaşlı insanlara hayatları hakkında sorular sorulduğunda, kariyerlerinden nadiren bahsediliyor. Bunun yerine, hala tutkuyla bağlı oldukları hobileri ve ilgi alanları konuşuluyor. Ölüm ve hastalık oranları emeklilikten kısa bir süre sonra zirve yapıyor ve uzmanlara göre bunun nedeni pek çok insanın statü kaybından mahrum kalması. Bir zamanlar onları tanımlayan iş ortadan kalkıyor ve kimliklerinin bu parçasını kaybetmek bedenlerini ve zihinlerini büyük bir baskı altına sokuyor. Uzmanlar, keyif aldığınız bir işiniz olsun ama onu kimliğiniz haline getirmeyin diyor.
SEVDİĞİNİZ EGZERSİZİ YAPIN
Zinde ve sağlıklı görünen yaşlıların çoğunun egzersiz yapıp yapmadıkları sorulduğunda “hayır” diyorlar. Ancak egzersiz demek sadece spor salonunda vakit geçirmek demek değildir. Düzenli yüzme, yürüyüş yapma ya da sadece her gün köpeğinizi gezdirmek de egzersiz olabilir. İşin püf noktası, sevdiğiniz bir hareket biçimi bulmak ve bunu olabildiğince sık yapmaya devam etmektir.
KIYASLAMAYI BIRAKIN
Her zaman daha çok kazanan, daha büyük bir evi olan ve benzeri birileri olacaktır. Ancak karşılaştırma oyunu sizi sadece mutsuz yapar. Süper yaşlılar bu tuzağa düşmezler. Hayata karşı rahat bir yaklaşımları vardır.
DAHA FAZLA DIŞARI ÇIKIN
Süper yaşlılar her zaman hareket halindedir ve mümkün olduğunca sık evden çıkarlar. Bir kafede çay içmek ya da bir kütüphanede kitap okumak, bunu evde yapmaktan çok daha iyidir. İnsanlarla tanışmak, iletişim kurmak, öğrenmek ve kapınızın önündeki dünyayla etkileşim kurmak kendinizi zinde ve çevik tutmanıza yardımcı olacaktır.