Kimyasal olarak eritrosin olarak bilinen kırmızı boya No. 3’ün kullanımı Amerika Birleşik Devletleri’nde yasaklandı. Yiyecek ve içeceklere kiraz kırmızısı bir renk vermek için kullanılan bu katkı maddesinin 30 yıldan uzun bir süre önce sıçanlarda kansere neden olduğu bulunmuştu. ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) ise geçtiğimiz günlerde boyanın kullanımına ilişkin yetkiyi iptal etme kararı aldı.
Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alev Keser'e No.3 ve diğer katkı maddeleri hakkında merak edilenleri sordum.
No.3 tam olarak nedir?
No. 3, kimyasal adıyla Eritrosin (E127), parlak kiraz kırmızısı bir renk veren sentetik gıda boyasıdır. Genellikle şekerlemeler, kekler, jöleler, dondurulmuş tatlılar, kremalar, dondurmalar, meyve aromalı içecekler ve işlenmiş et ürünlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca tabletler, kapsüller, rujlar ve allıklar gibi bazı ilaç ve kozmetik ürünlerde de bulunur.
Bu boya, kömür katranından elde edilen kimyasal maddelerle üretilmektedir. Ancak sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle No. 3, ABD’de kozmetik ürünlerde 1990 yılında yasaklanmıştır. 15 Ocak 2025 tarihinde de Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), bu boyanın gıda ve ağız yoluyla alınan ilaçlarda kullanımını yasaklamıştır. Üreticilerin ürünlerini yeniden formüle etmeleri için gıdalar için Ocak 2027'ye, ilaçlar için ise Ocak 2028'e kadar süre tanınmıştır.
Bu katkı maddesi Türkiye’de kullanılıyor mu?
Türkiye’de No. 3, ürün etiketlerinde E127 kodu ile belirtilme şartıyla çeşitli gıda ve ilaç ürünlerinde renklendirici olarak kullanılmaktadır. Özellikle şekerlemeler, pasta süslemeleri, kekler ve bisküviler gibi fırın ürünlerinde kırmızı ve pembe tonları elde etmek için tercih edilmektedir. Ayrıca, dondurma ve aromalı süt ürünlerinde renklendirici olarak yer alabilir.
Meyve suları, gazlı içecekler ve kokteyl karışımları gibi içeceklerde de E127'ye rastlanmaktadır. Bunun yanı sıra, bazı ilaç tabletlerinin kaplamalarında ve öksürük şuruplarında da kullanıldığı bilinmektedir.
BİR TUTKUNUZ OLSUN
Yaşlı insanlara hayatları hakkında sorular sorulduğunda, kariyerlerinden nadiren bahsediliyor. Bunun yerine, hala tutkuyla bağlı oldukları hobileri ve ilgi alanları konuşuluyor. Ölüm ve hastalık oranları emeklilikten kısa bir süre sonra zirve yapıyor ve uzmanlara göre bunun nedeni pek çok insanın statü kaybından mahrum kalması. Bir zamanlar onları tanımlayan iş ortadan kalkıyor ve kimliklerinin bu parçasını kaybetmek bedenlerini ve zihinlerini büyük bir baskı altına sokuyor. Uzmanlar, keyif aldığınız bir işiniz olsun ama onu kimliğiniz haline getirmeyin diyor.
SEVDİĞİNİZ EGZERSİZİ YAPIN
Zinde ve sağlıklı görünen yaşlıların çoğunun egzersiz yapıp yapmadıkları sorulduğunda “hayır” diyorlar. Ancak egzersiz demek sadece spor salonunda vakit geçirmek demek değildir. Düzenli yüzme, yürüyüş yapma ya da sadece her gün köpeğinizi gezdirmek de egzersiz olabilir. İşin püf noktası, sevdiğiniz bir hareket biçimi bulmak ve bunu olabildiğince sık yapmaya devam etmektir.
KIYASLAMAYI BIRAKIN
Her zaman daha çok kazanan, daha büyük bir evi olan ve benzeri birileri olacaktır. Ancak karşılaştırma oyunu sizi sadece mutsuz yapar. Süper yaşlılar bu tuzağa düşmezler. Hayata karşı rahat bir yaklaşımları vardır.
DAHA FAZLA DIŞARI ÇIKIN
Süper yaşlılar her zaman hareket halindedir ve mümkün olduğunca sık evden çıkarlar. Bir kafede çay içmek ya da bir kütüphanede kitap okumak, bunu evde yapmaktan çok daha iyidir. İnsanlarla tanışmak, iletişim kurmak, öğrenmek ve kapınızın önündeki dünyayla etkileşim kurmak kendinizi zinde ve çevik tutmanıza yardımcı olacaktır.
Brigham Young Üniversitesi'nden araştırmacılar, ebeveynlerin kız çocuklarını erkek çocuklarına tercih etme eğiliminde olduklarını ortaya koydu. Bulgular, ebeveyn kayırmacılığı üzerine yapılan 30 çalışma ve projenin derinlemesine analizinden elde edildi.
En başta araştırmacılar, annelerin kızlarını, babaların ise oğullarını tercih edeceklerini düşünüyordu. Bu sebeple sonuç onları da şaşırttı; annelerin de babaların da kız çocuklarını erkek çocuklarına biraz daha fazla tercih ettiği ortaya çıktı.
Uzmanlara göre bu sonuçlar, kız çocuklarına ebeveynlik yapmanın daha kolay olabileceğini gösteriyor.
Analiz, sorumluluk sahibi ve düzenli olmak anlamına gelen vicdanlılık da dahil olmak üzere kişilik özelliklerine baktı. Vicdanlı ya da uyumlu çocukların ebeveynlerinin gözdesi olma olasılığının da daha yüksek olduğu anlaşıldı.
Araştırmacılar şöyle diyor: “Vicdanlı çocuklar muhtemelen aile kalıplarının ve ruh hallerinin daha fazla farkında ve bunlara daha uyumlu olduklarından, ebeveynleriyle diğer kardeşlere kıyasla daha az çatışma yaşayabilirler. Vicdanlılıkla ilgili bulgularımız, ebeveynlerin vicdanlı çocuklara karşı daha sevecen ve daha az tepkisel olduklarını, bunun nedeninin de vicdanlı çocukların ebeveynlerinin kendilerini daha yetkin hissetmeleri olduğunu ortaya koyan, kişiliğin ebeveynlikle aile içi bağlantıları üzerine yapılan bazı çalışmalarla tutarlıdır.”
Demans, beynin zaman içinde işlevselliğinin giderek kötüleştiği, hafıza ve bağımsızlık kaybına yol açan bir hastalıktır. İlerleyen aşamalarında insanların yemek yemekte ve hareket etmekte zorlanmasına dahi yol açabiliyor ve bu da potansiyel olarak ölümcül enfeksiyonları tetikleyebiliyor.
Hollandalı araştırmacılar tarafından yapılan yeni bir çalışma, teşhisin ardından beklenen yaşam süresinin erkekler ve kadınlar arasında önemli ölçüde farklılık gösterdiğini ortaya koyuyor.
Beş milyon hastadan elde edilen analiz verileri, demanslı erkeklerin 60 yaşında teşhis konulduğunda ortalama altı buçuk yıl yaşadığını, 85 yaşında teşhis konulduğunda ise bu sürenin iki yıla düştüğünü keşfetti.
Kadınlarda ise durum çok daha iyi; kadın hastalar 60 yaşında teşhis konulduğunda ortalama dokuz yıl, 85 yaşında teşhis konulduğunda ise dört buçuk yıl yaşıyor.
Demans hastası olmayan kişilerle karşılaştırıldığında, tanının hem erkeklerde hem de kadınlarda genel yaşam beklentisini azalttığı bulundu. Bu, 85 yaşında teşhis konulanlar için iki yıl, 80 yaşında teşhis konulanlar için üç ila dört yıl, 65 yaşında teşhis konulanlar için ise 13 yıla kadar kayıp anlamına geliyor.
Hollanda'daki Erasmus MC Üniversitesi Tıp Merkezi'nden uzmanlar, farklı demans türleri arasında sağkalımın nasıl farklılaştığını da analiz etti. Demansın en yaygın nedeni olan Alzheimer hastalığına yakalananların, diğer demans türlerine yakalananlardan ortalama 1,4 yıl daha uzun yaşadığı tespit edildi.
Demans, küçük felçler nedeniyle ortaya çıkabilen ve vasküler demans olarak adlandırılan beyne giden kan akışının azalması gibi daha az yaygın olan diğer tetikleyicilerden de kaynaklanabiliyor.
Uzmanlar ayrıca
Poşeti bardağa bırakıp kaynamış suyu üstüne dökünce, hop aşırı pratik bir çay hazır oluyor. Aynı şey elbette gün içinde tüketilen bitki çayları için de geçerli. Ancak yeni bir araştırma, poşet çay içmek için su ısıtıcısına uzanmadan önce iki kere düşünmenizi sağlayabilir.
Autonomous University of Barcelona'dan bilim insanları, tek bir çay poşetinin vücudunuza milyarlarca tehlikeli mikroplastik bırakabileceği konusunda uyarıda bulunuyor.
Ekip, deneyleri sırasında bu mikroplastiklerin çoğunun mukus üreten bağırsak hücreleri tarafından alındığını tespit etti. Bununla birlikte, bazılarının hücre çekirdeğine yani hücrenin genetik materyali barındıran kısmına bile girebildiğini keşfettiler.
Endişe verici bir şekilde, bu mikroplastiklerin insan sağlığı üzerindeki uzun vadeli etkileri hâlâ net değil.
Araştırmacılar, “Çevresel mikro/nanoplastiklerin (MNPL'ler) sağlık üzerindeki potansiyel etkileri giderek daha fazla endişe verici hale geliyor. Çevresel maruziyetin ötesinde, çay poşetleri de dahil olmak üzere gıda ambalajları gibi diğer kaynaklar da önemli olabilir" diyor.
Üç farklı tip çay poşeti incelendi, sonuçlar ürpertici
Önceki çalışmalar gıda ambalajlarının önemli bir mikroplastik kaynağı olduğunu ortaya koymuştu. Ancak şimdiye kadar çay poşetlerinden aldığımız plastiklerin miktarı konusunda çok az araştırma yapılmıştı.
Bu yeni çalışmada ise araştırmacılar, internetten veya süpermarketlerden kolayca satın alınabilen üç popüler çay poşeti türünden salınan mikroplastikleri inceledi.
Emily McLaughlin, bebeğini dünyaya getirdikten üç gün sonra eşi ve yenidoğan kızıyla New York’taki evine döndü. Emily 32 yaşında oldukça formda ve sağlıklıydı. Sorunsuz bir hamilelik geçirmişti. Ancak eve döndükleri ikinci gün kızını emzirirken Emily’nin başında deyim yerindeyse bir ‘şimşek çaktı’.
Şakağındaki acı onu dizlerinin üzerine çöktürdü. Dayanmaya çalıştı ama bir türlü geçmiyordu. O akşam Emily doktorunu aradı; düşük riskli ve normal kan basıncına sahip olduğu için dinlenmese ve sıvı alması önerildi.
Washington Post’a konuşan Emily, “Sonra o gecenin ortasında, ben hala zayıflatıcı bir acı içindeyken, görüşümde koyu lekeler uçuşmaya başladı. Kocam beni aceleyle hastaneye götürürken bana birkaç basit soru sordu: Doktora haber verdin mi? Mide bulantın nasıl? Cevaplarım önce ağır çekimde geldi, sonra kekelemeye dönüştü ve sonunda durdu. Hastanede yapılan acil beyin taramasında sağ frontal lobda -yönetici işlevlerin, yaratıcılığın ve duyguların olduğu bölgede- beyin içi kanama tespit edildi” dedi ve o anları şöyle anlattı:
“Hatırladığım bir sonraki şey, yakındaki bir hastanenin Nöro Yoğun Bakımında uyandığımdı. Sol tarafım felçliydi, gülümseyemiyor, hiçbir şey yapamıyordum. On gün sonra, tansiyon ve nöbet önleyici ilaçlarla nihayet yeni doğan bebeğimin yanına gitmeme izin verildi. Sanki benim ondan daha fazla bakıma ihtiyacım varmış gibi hissediyordum. Tek güçlü ve normal çalışan kolumla bebeğimi kucağıma alamıyordum. Sürekli bir baş ağrısı ayakta durmamı imkânsız hale getiriyordu.”
Doktorlar Emily’nin beynindeki kan yeniden emilene kadar baş ağrılarının bir yıl sürebileceğini söylediler. Sol bacağı çalışıyordu ama dengesinin zayıf olması evin içinde yürümesini bile zorlaştırıyordu. Yüzünün sol yarısı hareket edemiyordu ve konuşması zayıftı.
Altı hafta sonra Emily’nin eşi yarı zamanlı olarak işine döndü ve bir saat uzakta yaşayan annesi bakımını üstlendi.
Doğum sonrası ilk iki hafta yüksek inme riski taşıyor
Çoğu insan, doğumdan sonra, özellikle de Emily’ninki gibi sakin bir hamilelikten sonra, annenin sağlık açısından oldukça sorunsuz bir dönem geçirdiğini varsayar. Ancak araştırmalar, dördüncü trimester olarak adlandırılan dönemin, yani doğum sonrası 12 haftanın ve özellikle de doğumdan sonraki iki haftanın şaşırtıcı derecede yüksek inme riski taşıdığını gösteriyor.
Birçok insanın bilmediği, bilse dahi pek dikkat edilmeyen bir konu kozmetik ürünlerin son kullanma tarihi. Market alışverişi yaparken, mutfakta bir şeyler pişirirken ürünlerin son kullanma tarihini kontrol ediyoruz fakat iş kozmetik ürünlere gelince bu nokta aklımızın ucundan dahi geçmiyor.
Ya da bir kozmetik ürün bir süre rafta kaldıktan sonra onun son kullanma tarihine bakmıyor, kullanmaya devam edebiliyoruz. İşte cildimiz için en büyük hatalardan birini tam da bu şekilde yapıyoruz.
Uzmanlar son kullanma tarihi geçmiş cilt bakım ürünlerinin yanık yanaklar, iltihaplı akneler ve acı veren göz enfeksiyonları gibi endişe verici riskleri konusunda uyarıyor. Bu tür eski ürünlerin cildi istila eden ve tahribata yol açan çıplak gözle görülemeyen bir bakteri kokteyline ev sahipliği yapabileceğinin de altını çiziyorlar.
Plastik cerrah olan Dr. Anthony Youn, bunun nedeninin, ürünleri taze tutmak için kullanılan koruyucu maddenin zamanla bozularak, ürünlerin bakteri ve mantar kontaminasyonuna açık hale gelmesi olduğunu söylüyor.
Youn, “Kullandığınız ürünlerin son kullanma tarihine her zaman dikkat etmelisiniz. Bazen son kullanma tarihi geçmişse kimyasal yapıları değişmiş olabilir ve cildinize uyguladığınız ürün artık eskisi gibi olmayabilir. Bir diğer olası durum ise ürünün içerisinde bakteri üremesidir. Çoğu cilt bakım ürünü ve makyaj malzemesi, bu ürünlerdeki bakteri ve mantar kontaminasyonunu ve büyümesini önlemeye yardımcı olan bir tür koruyucu madde içerir. Bir süre sonra, bu bileşenler artık o kadar iyi çalışmayabilir ve giderek daha fazla bakteri üremesi görebilirsiniz. Daha sonra bunları cildinize uyguladığınızda, bir enfeksiyon ya da reaksiyonla karşılaşabilirsiniz” diyor.
Aylarca kullanılmayan cilt bakım ürünleri zamanla daha yoğun hale gelebilir; bu da kullanıcıların reklamlarda belirtilenden çok daha güçlü formülleri ciltlerine uygulamaları anlamına gelir.
Youn şunları da ekliyor: “Asit gibi aktif bir içeriğiniz varsa ve bu içerik su ve yağ gibi diğer içerik türleri tarafından tamponlanmışsa, yapıları değişebilir veya buharlaşmaya başlayabilir. Bu asit daha da güçlenebilir ve cildinizi eskisinden çok daha güçlü bir şeyle tedavi etmek zorunda kalırsınız. Cildinizde son kullanma tarihi geçmiş ürünler kullanmamalısınız.”
MASKARALAR ÜÇ AY RUJLAR İKİ YIL
Charlotte Davies, akciğerlerde ve sindirim sisteminde yapışkan mukus birikmesine neden olan kalıtsal bir hastalık olan Kistik Fibrozis (KF) teşhisi konulduğunda henüz üç haftalık bebekti. Yani hayatı en başından beri karmaşıktı.
Charlotte’un durumu akciğer enfeksiyonlarına ve yiyecekleri sindirmede sorunlara neden olabiliyor. Bu nedenle annesi Sam, ebeveyn olmanın yanı sıra tam zamanlı bir bakıcı haline geldi.
Charlotte’un akciğerlerindeki mukusun temizlenmesine yardımcı olmak için Sam ona fizik tedavi uygulamak ve enfeksiyon kapmaması için sıkı ilaç rejimime uymasını sağlamak zorundaydı. Sam’in çabalarına rağmen Charlotte sık sık intravenöz antibiyotiklere ihtiyaç duyuyordu ve genel olarak yaşına göre oldukça düşük kiloluydu.
Çoğu kişi için bu, küçük bir çocuğun yaşayabileceği çok şey gibi görünebilir. Ama Charlotte asla normal bir hayatı olmayacağını biliyordu. Onun gibi KF'li birinin genellikle 30'lu yaşlarına kadar yaşaması beklenirdi ve Charlotte’un nakil olmadan bunu bile yapamayacağını düşünüyordu. Tedavilerdeki ilerlemeler sayesinde bugün KF teşhisi konan kişilerin en az 56 yaşına kadar yaşamasının bekleniyor.
16 YAŞINA GELİNCE SAĞLIĞI KÖTÜLEŞTİ
Charlotte, “Hayattan alabildiğim kadar zevk almaya kararlıydım. Annem ve üvey babam Patrick ile çıktığımız tatilleri hatırlıyorum. Aile tatilleri ve birlikte geçirdiğimiz zamanlarla bana ellerinden gelen en iyi hayatı sundular” dedi ve yaşadıklarını şöyle anlattı:
Ama sonra 16 yaşıma geldiğimde sağlığım bozuldu. Bir öğleden sonra okulda öğle yemeğinde otururken öksürdüm ve göğsümde bir sıkışma hissettim. Ondan sonra her öksürük beni nefessiz bıraktı. Bir şekilde günü bitirdim ve hatta eve yürüdüm. Ancak eve vardığımda balo elbisemin teslim edildiğini görünce hiç ilgilenmedim. Bunun yerine kendimi yatağa attım ve uykuya daldım. Bir şeylerin yolunda gitmediğinden endişelenen annem ertesi gün beni hastaneye götürdü ve çekilen röntgende akciğerimin çöktüğü görüldü. Bu, akciğerim ile göğüs duvarı arasında hava biriktiği ve nefes almakta zorlandığım anlamına geliyordu.”
ORGAN NAKLİNE İHTİYACI VARDI