51 yaşındaki Mike Reynolds ile 38 yaşındaki Lara, sekiz yıldır beraberlerdi. Her zaman evlenmeyi düşünen çift, nasılsa daha çok zamanları olduğunu düşünerek düğünü hep erteledi. Ancak hayatın onlar için kötü bir sürprizi vardı…
Mike, bu yılın ocak ayında nefes darlığı yaşamaya başladı. Nefes darlığının nedenini bulmak için ise uzun bir tıbbi süreç başladı. Doktorlar ilk başta bir göğüs enfeksiyonundan şüphelendi ama Mike ve Lara başka bir sorun olduğu konusunda ısrar etmeye devam etti.
Birden fazla doktor randevudan sonra bile ellerinde hala net bir cevap yoktu. Hatta bir doktor semptomların anksiyetenin bir sonucu olabileceğini öne sürdü. Gerçek, Mike’ın nefes darlığı yaşamaya başlamasının ardından yaklaşık beş ay sonra ortaya çıktı.
8 Mayıs'ta Mike’a pulmoner fibrozis teşhisi kondu.
ENFEKSİYON SANIP TABURCU ETTİLER
Lara, “Başlangıçta göğüs enfeksiyonu olduğunu düşündükleri için onu taburcu ettiler. Bir doktor her şeyin kafasında olup olmadığını ve yogayı deneyip denemediğini sordu. Çok duygusal bir dönemdi. Normal şeyler yapmakta zorlanıyordu ama aynı zamanda hala çalışıyordu, hala aktifti ve hala Mike'tı. Ona teşhis konulduğunda dünyamız altüst oldu” dedi.
Mike, doktor randevularına gitmeye ve mevcut tedavileri almaya devam ederken, çift aynı zamanda birlikte geçirdikleri zamanı en iyi şekilde değerlendirmeye devam ettiler.
Ağustos ayında sağlığının ciddi şekilde bozulmasının ardından Mike üç hafta boyunca hastanede yattı ve taburcu olduktan sadece bir hafta sonra tekrar hastaneye döndü.
Aşermeler de tıpkı hayatımızdaki birçok şey gibi kültürel farklılıklar ile ortaya çıkıyor olabilir. Araştırmalar Nijerya'daki hamile kadınların meyve ve sebze aşermeye daha yatkın olduğunu, ABD'deki kadınların ise çikolata aşerdiğini gösteriyor.
Sıklıkla dile getirilen turşu ve dondurmayı beraber yemeyi de içeren şaşırtıcı çeşitlilikteki aşermeler arasında ise bazı eğilimler var.
TUZLU AŞERMELERİN SEBEBİ SUSUZLUK OLABİLİR
Melbourne'da yaşayan doğum öncesi diyetisyeni Melanie McGrice, hamilelikte sıkça görülen tuzlu yiyeceklere duyulan özlemin, belki de mantıksız bir şekilde, kadınların yeterince su içmediğinin bir işareti olabileceğini söyledi, “Hamilelik sırasında sıvı ihtiyacımız yaklaşık yüzde 150 oranında artar. Hamilelik sırasında vücuttaki toplam kan hacmi de yüzde 45 oranında artıyor. Yine de çoğu kadının sıvı alımı artmıyor. Daha tuzlu yiyecekler yediğimizde vücut daha fazla su tutar, ancak bu iyi bir şey değildir. İdeal çözüm bunun tam tersini yapmak ve aslında daha fazla su içmektir” dedi.
DONDURMA İSTEĞİ KALSİYUM İHTİYACINDAN MI?
Bir diğer yaygın istek ise dondurma ve sütlü içecekler gibi soğuk, tatlı ve karbonhidrat oranı yüksek yiyeceklerdir. Bu, diyabeti olmayan kadınlarda bile görülen dalgalanan kan şekeri seviyelerine bir tepki olabilir.
Doğum öncesi diyetisyeni Lora Attia, milkshake gibi sütlü içecekler ve dondurma isteğinin kalsiyum ihtiyacına da işaret edebileceğini söylüyor. Hamilelik aslında gıdalardan kalsiyum emilimini artırır, bu nedenle hamile insanların mutlaka daha yüksek bir alım miktarına ihtiyacı yoktur ancak sağlıklı bir alım miktarına ihtiyaçları vardır. (18 yaş ve altı için günde yaklaşık 1.300 mg ve 19-50 yaş arası için günde 1.000 mg.)
Attia, “Birçok kadının canının dondurma çektiğini biliyoruz. Örneğin ‘Vücudumun kalsiyuma ihtiyacı var’ diye düşünüyor olabilirler ancak dondurma harika bir kalsiyum kaynağı değil Yarım fincan dondurmada yaklaşık 78 mg kalsiyum bulunurken, aynı hacimdeki tofuda 160 mg kalsiyum vardır. “ma pratikte kalsiyum için tofuya yöneldiklerini hiç görmedim” dedi.
1- LİSTENİN İLK MADDESİ ELBETTE ALKOL
Bir kadeh kırmızı şarap içmenin sağlığa faydaları konusunda tartışmalar olsa da Andrews, kanser riski söz konusu olduğunda tek bir kadehin bile içilmemesi gerektiğini söyledi.
Andrews, “Ben hiç alkol tüketmiyorum. Kırmızı şarap da dahil olmak üzere tüm alkol türleri altı farklı kanser riskini artıracaktır. Bu, alkolün içindeki etanoldür. Gerçekten herhangi bir alkol tüketimi hemen kanser riskinizi artırmaya başlar. Alkol ile karaciğer, kolon ve meme kanserleri de dahil olmak üzere çok sayıda kanser arasındaki bağlantılar bilim insanları tarafından net bir şekilde ortaya konmuştur” dedi.
2- ANDREW'UN LİSTESİNDEKİ İKİNCİ MADDE İSE İŞLENMİŞ ETLER
İşlenmiş etler her tüketimde kolorektal kanser riskini artırıyor. İster salam, sucuk olsun ister önceden pişirilmiş etler, bunların tüketimi kanser riskini arttıracaktır. Bu etlerin saklanmasında kullanılan kimyasallar olan nitrat ve nitritler bağırsaktaki hücrelere zarar vererek kansere yol açabilecek değişikliklere neden olabiliyor.
3- ÜÇÜNCÜ SIRADA ŞEKERLİ İÇECEKLER YER ALIYOR
Bunun nedeni herhangi bir özel içerik değil, bu içeceklerin kilo alımına ve dolayısıyla kanser riskine katkıda bulunabilecek boş kalorileri temsil etmesi.
Andrew, “Vücut yağ dokunuzu düşük tuttuğunuzdan emin olmak, sağlıklı bir kalori seviyesini dengelemek olacaktır” dedi ve ekledi:
Kızı Lily’nin “Tatil için sağlıklı olmaya çalışıyorum” dediğinden bahseden anne, “Kızım fazla kilolu değildi ama bu herhangi bir alarm oluşturmadı. Şimdi bunun olması gerektiğini fark ediyorum. Lily, tatil için babası ve küçük erkek kardeşiyle birlikte Dubai'ye gitmeyi dört gözle bekliyordu. İki yıl önce eşimden ayrılmıştım, sert bir ayrılıktı ama çocuklar aile dağılmasından nispeten yara almadan kurtulmuştu ya da ben öyle sanıyordum” dedi ve ekledi:
“Aslında, itiraf etmekten utanıyorum ama bir sorun olduğunu anlamam için başka bir annenin beni bir sabah kahve içmeye davet ettikten sonra ‘kızlar Lily için gerçekten endişeleniyor’ demesi gerekti. O zamana kadar üç ay boyunca sevgili çocuğum kilo kaybını bol kıyafetlerin altına gizlemişti. Birdenbire karbonhidratlardan kaçınmanın ve sürekli yorgunluğun normal ergenlik kaygısından daha kötü olduğunu fark ettim. Diğer anne, Lily'nin okulda hiçbir şey yemediğini söyledi. Şık, özel kız okulundaki her öğle yemeği saati spor salonunda geçiyordu.”
ARKADAŞLARIYLA DİYETE BAŞLADI, HERKES BIRAKTI O DEVAM ETTİ
Anne, hiçbir şey fark etmediği için utanmıştı. Çünkü kızı akşam yemeğine oturduğunda hala yemek yiyordu ama günün geri kalanında boğazından hiçbir şey geçmediği ortaya çıktı.
O akşam evde Lily ile yüzleşti ve arkadaşlarının endişelerini anlattı. Lily ise annesine bir grup kızın yaz öncesinde diyet yapmaya başladığını itiraf etti. Çoğu bırakmıştı ama o devam edebilmiş ve sonuçları görmekten keyif almıştı. O zamanlar anne kız bu davranışı yeme bozukluğu olarak adlandırmıyordu.
Ancak aynı hafta Lily, gittiği pratisyen hekimin de teyit ettiği gibi kesinlikle yeme bozukluğuna sahipti. Genç kız derhal CAMHS’e (Child and Adolescent Mental Health Services- Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hizmetleri) sevk edildi.
Anne, kızının endişe verici derecede zayıf olduğunu, egzersiz yapmadığından emin olmak için onu derhal okuldan almasının tavsiye edildiğini söyledi. Lily’nin fiziksel olarak kendini zorlaması kalp krizine dahi yol açabilirdi. Bu sözleri duymak ne kadar şok edici olsa da Lily'yi caydırmadı.
‘BEN EVDE YOKKEN MERDİVENLERİ İNİP ÇIKIYORMUŞ’
ÇOCUKLAR DAHA ÇOK ETKİLENİYOR
Yaşı 45'in üzerinde olanların sadece yüzde 0,5'i besin alerjilerinden etkilenirken, okul öncesi çağdaki çocukların yaklaşık sekiz katı, yani yüzde 4'ü ciddi bir alerjiye sahip. Bunlar ebeveynler için ciddi strese neden olabilir ve hatta yaşamı tehdit edebilir.
Belirtiler kaşıntılı cilt, kızarıklık ve kurdeşenden kusma, yüzde şişme, hırıltılı solunum ve astım ya da egzama gibi kronik rahatsızlıklara kadar uzanıyor. Ve bazıları için reaksiyonlar anafilaksiye yol açabiliyor. (Anafilaksi, bağışıklık sisteminin bir alerjene tepki olarak boğaz ve ağzın şişmesine ve nefes alma yeteneğinin kısıtlanmasına neden olan ciddi bir aşırı tepkidir.)
Temmuz 2016'da birkaç ciddi gıda alerjisi olan 15 yaşındaki Natasha Ednan-Laperouse, etiketinde içerik olarak listelenmeyen susam tohumları içeren bir sandviç yedikten sonra vefat etti.
13 yaşındaki kız öğrenci Hannah Jacobs da geçen yıl annesinin sipariş ettiği soya sütü yerine yanlışlıkla inek sütüyle yapılan sıcak çikolatadan bir yudum aldıktan sonra hayatını kaybetti.
ARTIŞIN NEDENİ BELİRSİZ
Uzmanlar bu tür alerjilerdeki artışın nedeninin belirsizliğini koruduğunu ve muhtemelen karmaşık olduğunu söylüyor.
Ancak ilginç bir şekilde, gıda alerjileri tamamen önlenemese de ebeveynlerin hamileliğin erken dönemlerinden başlayarak bu alerjilerin gelişme veya daha ciddi sorunlara dönüşme riskini azaltmak için yapabilecekleri bazı şeyler olduğuna dair kanıtlar artıyor.
1- PASTÖRİZE SÜT TAM OLARAK NEDİR?
1925 yılında Amerika Halk Sağlığı Hizmetleri tarafından, süt tüketimiyle ilişkili gastrointestinal hastalık salgınlarını belgeleyen raporlar yayımlandı. Bu raporlar, süt kaynaklı hastalıkları kontrol altına almak için, tüm gıda sisteminde, çiftlikten tüketiciye kadar sanitasyon önlemlerinin uygulanması gerekliliğini ortaya koydu. Ayrıca, çiğ sütlerdeki tehlikeli mikroorganizmaların halk sağlığını korumak için pastörizasyon ve diğer müdahale stratejileri konusunda özel önerilerin geliştirilmesine yol açtı.
Bu veriler ve 20. yüzyılın başlarında görülen tüberküloz salgınının yüzde 10'unun sığır tüberkülozu basilinden kaynaklandığı, tüberküloz salgınının dünya çapında yayıldığı ve yeni enfeksiyonların arttığına dair bilgiler, sütün daha sağlıklı ve standardize bir şekilde üretilmesini amaçlayan ‘Standart Süt Yönetmeliği’nin geliştirilmesine zemin hazırladı. Bu yönetmelik, pastörizasyon işlemi sırasında kullanılan farklı sıcaklık ve zaman kombinasyonlarının, süt ürünlerinin güvenli ve sağlıklı olmasını sağlayarak, tüberküloz gibi hastalıkların bulaşma riskini azaltmayı hedefliyor.
Dünya genelinde süt üretimini daha sağlıklı ve standardize hale getirmeyi amaçlayan Standart Süt Yönetmeliği kapsamında pastörize süt işleminin sıcaklık ve zaman kombinasyonları şu şekilde:
Pastörize süt, özel tesislerde ve cihazlarda belirli sıcaklık ve zaman kombinasyonlarına tabi tutulan, ardından soğutularak tüketime hazır hale getirilen süttür. Türkiye’de genellikle 12-16 saniye süreyle 72-80°C arasında bir ısı uygulaması yapılıyor. Bu ısıtma kombinasyonları, sütte bulunabilecek en ısıya dayanıklı, spor oluşturmayan patojenlerden biri olarak kabul edilen Coxiella burnetii'yi ve Mycobacterium tuberculosis’i yeterince yok etmek amacıyla geliştirildi.
2- PASTÖRİZASYONUN TEMEL AMACI NEDİR?
Pastörizasyonun temel amacı, sütün duyusal özelliklerinde ve kalitesinde minimal değişiklikler ile sütteki hastalık yapıcı mikroorganizmaların tamamını tahrip etmek, diğer mikroorganizmaların sayısını azaltmak, sütün raf ömrünü uzatmaktır. Belirtilen sıcaklık ve zaman kombinasyonlarının doğru bir şekilde uygulanması, pastörizasyon işleminin etkinliği açısından son derece önemlidir. Yanlış pastörizasyon, zararlı mikroorganizmalar üzerinde etkili olmayabilir, bu durum sağlık açısından ciddi riskler oluşturabilir.
27 yaşındaydı ve kelimenin tam anlamıyla bir gecede renk körü olmuştu. Grafik tasarım alanında çalışan Adam için bu garipti ve mesleki anlamda da oldukça ilginçti. Genç adam o zamana kadar görmeyle ilgili hiçbir sorun yaşamamıştı. Bu nedenle yaşadığı ani değişim karşısında çok endişelendi.
“Endişelenerek, gözlükçülerin bana bazı cevaplar verebileceğini umarak o gün bir göz testi yaptırdım. Ancak standart bir göz randevusu denediklerinde sorunu düzeltemediler ve görüşümün kötüleştiği açıktı” diyen Adam ekledi:
“Sonraki üç yıl boyunca gözlükçülere girip çıktım ve bu süre boyunca görmem giderek kötüleşti. Ancak 30 yaşıma geldiğimde ani bir değişiklik oldu ve artık araba kullanamayacağım söylendi. 32 yaşıma geldiğimde ise kör olarak tescil edildim.”
GENETİK TEST, GÖRME BOZUKLUĞUNUN SEBEBİNİ ORTAYA ÇIKARDI
Adam, MRI çektirdi ve her türlü taramayı yaptırdı. Kan testleri, beslenme muayeneleri, aklınıza gelebilecek her şeyi yaptırdı ama görüşünün bozulmasına neyin sebep olduğuna bir isim koyamadılar.
Adam, geçen yıl başka bir şey için genetik test yaptırana kadar doktorlar görmesinin ardındaki gerçeği anlayamadı. Genetik testin sonuçları ise görme bozukluğunun ardındaki gerçeği sonunda ortaya çıkardı.
Sonuçlar, Wolfram benzeri sendrom adı verilen, genetik olarak geçebilen ve semptomlarından biri de görmeyi etkileyebilen nadir bir otozomal dominant bozukluk olduğunu gösterdi.
ÜLKESİNDEKİ TEK, DÜNYADAKİ 14 VAKADAN BİRİ
27 yaşındaki Yazmin Hardy, sıcak su torbalarının son kullanma tarihlerinin olduğunun farkında değildi ve iki yıllık 'tarihi geçmiş' bir ürün kullanıyordu.
Uzmanlar, kauçuk yapısı zamanla aşındığı için çatlama riskinin daha yüksek olduğunu ve sıcak su torbasını iki yılda bir değiştirmeniz gerektiğini söylüyor. Genellikle kauçuk bir çiçek şekline gömülü olan bir sayı, şişenin yapıldığı tarihi gösteriyor. Örneğin 2020 için 20 yazıyor.
Yazmin Hardy’ye de olan tam olarak buydu. Temmuz ayında regl sancılarını dindirmek için sıcak su torbasını kullanmak isteyen Yazmin, torbayı tamamen kaynar suyla doldurduktan sonra kapağını kapadı ve uzanmak için kanepeye yöneldi.
Dakikalar sonra torba patladı; kaynar su bacaklarına, karnının alt kısmına ve ellerine döküldü. Hemen soyunduğunu ve yanık acısını dindirmek için 30 dakika boyunca soğuk suyun altında durduğunu anlatan Yazmin, bacağı yanmaya devam edince hastaneye gitti.
YARA İZLERİ ÖMÜR BOYU GEÇMEYEBİLİR
Doktorlar ölü deriyi soyup yaralarını sardılar. Yazmin, pansuman yapılması için iki hafta boyunca her gün hastaneye gitti. Doktorlar ona yara izlerinin ömür boyu kalabileceğini söyledi.
Yazmin Hardy, yaşadığı acı verici kazadan sonra sıcak su torbasının son kullanma tarihinin 2022 olduğunu öğrendi. Yaşadığı olayın ardından bir daha asla sıcak su torbası kullanmayacağını söyleyen Yazmin, son kullanma tarihleri konusunda farkındalık yaratmak istiyor.
KENDİ HATASI SANDI AMA SEBEBİ ÇOK BAŞKAYDI