Paylaş
EĞER kazanılırsa İzmir’i en az 20-30 yıl ileriye sıçratması beklenen EXPO’da yine nefesler tutuldu. Konu malum, resmen açıklanmasa bile, EXPO Yürütme ve Yönlendirme Kurulu Başkanı, kısacası EXPO’nun her şeyi İzmir Valisi Cahit Kıraç’ın Diyarbakır’a atanması konusu.
Bu satırlar yazılırken Vali Bey’in kararnamesinin Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulduğu bilgisi vardı. Ama EXPO nedeniyle Çankaya’dan geri dönebilir beklentisi de hayli yaygındı.
Bu son gelişme, EXPO’nun Yürütme Kurulu Başkanı’nın her an başka bir göreve atanabilecek bir bürokrat değil, kentten sivil biri olması gerektiğini bir kez daha net bir şekilde ortaya koydu.
Oylamanın yapılmasına sadece altı ay kala, A’dan Z’ye EXPO’nun her şeyinden sorumlu Vali Kıraç’ın görevinden ayrılması önemli bir boşluk yaratacak. Eğer tayinler gerçekleşir ve yeni vali aynı görevi üstlenirse başta lobicilik faaliyetleri olmak üzere önemli püf noktalarına hakim olması hayli zaman alacak. Belki de acilen atılması gereken imzalarda kararsız kalıp konuyu incelemek istediğinde rakiplere kozlar verilecek.
Son zamanlarda işin sorumlularının özel sohbetlerinde EXPO’nun İzmir’e geleceği yönünde umutlarının çok arttığını söyledikleri kulağımıza geliyordu. Bu işe en az inananlar bile “Acaba” demeye başlamıştı.
Ben ise kendi tecrübelerimden biliyorum ki son dakikaya kadar umudu kaybetmemek gerek. Milano 2015 EXPO’su için yapılan oylama günü sabahı “İzmir’e karşı kaybettik” diye güne başlamışken son birkaç saatteki girişimleriyle çok az bir oy farkıyla galip olmayı başarmıştı. O nedenle böyle oylamalarda son dakikaya kadar her türlü sürprize hazırlıklı olmak gerek.
İşte böylesine kritik özelliklere sahip oylamaya çok az bir süre kalmışken, halk arasında asırlar süren tecrübelerine dayanarak söylenen “Dereyi geçerken at değiştirilmez” özdeyişini hatırlamakta yarar var. Eğer mutlaka değişiklik olacaksa, siyaseti filan bir kenara bırakıp bu konuda yıllardır büyük deneyimlere sahip Kocaoğlu ve Demirtaş gibi isimlerin daha aktif katkılarıyla yola devam etmekte büyük yarar var.
Unutmayalım sonunda kazanan sadece İzmir değil, bütün Türkiye olacak.
Orkestra şefleri liderlere örnek olsun
AHMED Adnan Saygun’daki tarihi güne tanık olma şansını yakaladım geçen hafta. New York Filarmoni’nin, izleyicilerin ruhlarının derinliklerindeki duygularını adeta patlarcasına dışarı çıkaran muhteşem konseri sanırım yıllarca konuşulacak.
Bu büyük başarının baş kahramanı hiç şüphesiz şef Alan Gilbert idi. Şef, 170 yıllık orkestranın müzisyenlerine içindeki enerjiyi öylesine büyük bir başarıyla aktarıyordu ki, her bir sanatçı onun coşkusuna, onun duygularına uyum gösterebilmek için insan üstü bir çabayla kemanının yayını çekiyor, trompetini üflüyordu. Sonuç tam bir patlama olarak sahneden seyircilere geçiyor, büyülenmişçesine Gilbert’ın orkestrayı yönetmesini izleyen İzmirliler konser sonunda ünlü şefi ve orkestrayı dakikalarca ayakta alkışlıyordu.
Alan Gilbert’i izlerken sık sık siyasi liderin başarılı orkestra yöneticilerinden ders almaları gerektiğini düşündüm. Eğer şef orkestranın üyeleriyle tam bir uyum içerisinde olmayıp onların sevgisini kazanmasıydı müzisyenler kendilerini parçalarcasına eseri icra etmeye çalışırlar mıydı?
Ya da bir başka şekilde düşünelim. Orkestra üyelerinin yarısı şeflerini çok severken diğer yarısı sürekli azarlanıp, aşağılandığı için Gilbert’e kızıp küsmüş olsaydı New York Filarmoni’nin böyle bir başarıyı göstermesi mümkün olur muydu?
Toplumlar için de aynı şey geçerli değil mi? Vatandaşlarının tamamını kucaklayıp sevebilen liderler aradan 80-100 yıl geçse de unutulmazken, ‘Bizimkiler’ ve ‘Ötekiler’ ayrımını yapanlar bir gün gelip ‘Ötekiler’ iktidara geldiğinde tarihin çöplüğüne atılıp gidiyor. Türkiye bunun sayısız örnekleriyle dolu.
Siyasi liderlerin orkestra şeflerini örnek almaları durumunda ülke yönetiminde çok daha büyük başarılara imza atacaklarından eminim.
Paylaş