Biz küçücük dünyamızda birbirimizi öldürüp , diktatörlük mü, demokrasi mi kavgasına girmişken , alem artık aya filan gitmiyor ta güneş sistemininin kıyısına kadar gidiyor. Otuz beş yıl önce uzaya fırlatılan Voyager güneş sisteminin dışına çıkan insan yapımı ilk cisim olacak. Gelecekteki hedeflerden biri ise evrenin kıyısına gitmek olur herhalde. Evet ‘Evren’in kıyısına. Büyük Patlama teorisi ile evrenin nasıl oluştuğuna açıklık getiren ünlü bilim adamı Stephen Hawking bakın Büyük Denklem adlı kitabında neler söylüyor:
“Yüzlerce yıl önce insanlar Dünya’nın eşsiz olduğuna , evrenin merkezinde durduğuna inanıyorlardı. Bugün galaksimizde yüzlerce milyarlarca yıldız olduğunu, bunların büyük bir çoğunluğunun bir gezegen sistemine sahip olduğunu ve yüzlerce milyar galaksi olduğunu biliyoruz. Evrenimiz pek çok evrenden biri. Önümüzde olası evrenlerden oluşan uçsuz bucaksız bir manzara var. “
Tekerlekli sandalyesinden yakın zamana kadar insan aklının almadığı pek çok konuya açıklık getiren Hawking uzayı fokur, fokur kaynayan bir tencereye benzetiyor. Nasıl kaynayan suda nasıl irili ufaklı su kabarcıkları oluştuğunda kimi büyür, kimi patlarsa uzaydaki evrenlerin de öyle oluştuğunu söyleyen Hawking bizim evrenimizin de aynı bir balon gibi şişerek genişlemeye devam ettiğini söylüyor.
İşte bu büyük balon içerisindeki milyarlarca galaksi ve yüzlerce milyar yıldız var ama Dünya gibi akıllı yaşama elverişli gezegen çok az. NASA geçtiğimiz günlerde 1400 ışık yılı uzaklıkta konumu güneşe ve dünyaya benzer bir yıldız ve gezegen bulunduğunu açıkladı. Oralarda yaşam olabilir deniyor.
Bu çok önemli bilgi çünkü Hawking , dünyanın güneşe karşı eğimi, uzaklığı gibi konum özelliklerinin büyük bir şans olduğuna dikkat çekiyor. Eğer dünyanın güneşe karşı eğikliği birazcık daha farklı olsaydı Güneş’e en yakın olduğu noktada okyanuslar kaynayacak en uzak noktada ise donacaktı. Ayrıca güneşimizin kütlesiyle ona uzaklığımız arasındaki ilişki açısından da şanslı olduğumuzu söylüyor Hawking. Güneş ile aramızdaki uzaklık sadece yüzde 20 oranında daha az veya çok olsaydı , Dünya bugünkü Mars’tan daha soğuk veya Venüs’ten daha sıcak olacaktı.
Dünyalı olmak büyük şans
Bir yıldızın etrafındaki sıcaklığın suyun sıvı olarak kalabilmesine olanak tanıyan dar bir kuşak ‘Yaşanabilir bölge’ olarak tanımlanıyor. Dünya, bizim yıldızımız olan güneş sistemi içerisinde akıllı yaşamın varlığı için gereken gezegensel sıcaklık da çok küçük bir alan içerisinde yer alıyor. O nedenle dünyalılar olarak çok şanslıyız. Ama dünyayı yaşanacak yer olmaktan çıkaran, hele dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Türkiye’yi şehit cenazeleriyle her gün cehenneme çeviren kafalardan daha fazla geç olmadan kurtarmak gerek. Yoksa milyarlarca galaksi ve yıldız arasında yakalanan trilyonda bir şansı kendi ellerimizle heba edeceğiz.
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet gazetesinde “Tekerle Tarihe mi karışıyor?” başlığıyla Toyota’nın ünlü lüks otomobil markası Lexus’un uçan kay, kay yaptığı haberi vardı. Aslında uçan kay, kay ya da otomobil, tren gibi ulaşım araçlarının geleceğin dünyasında 2070 ile 2100 yılları arasında yaygın olarak kullanılmaya başlanması öngörülüyor. Ancak anlaşıldığı kadarıyla ‘Manyetizma Çağı’ tahminlerden daha erken başlayacak.
‘Manyetizma Çağı’nın en önemli özelliği, oda sıcaklığında süper iletkenlerin yapılmasıyla yer çekimi ve sürtünmenin etkilerinin yok edilip enerji ihtiyacının kaldırılması olacak.
Konuyu ünlü fizikçi, Geleceğin Fiziği kitabının yazarı Michio Kaku’nun yardımıyla biraz daha açalım. Süper iletkenlerde atomlar hareketsiz kaldığından elektronlar hiçbir enerji harcamadan rahatlıkla aralarından geçebiliyor. An cak süper iletken elde edebilmek için süper soğukluklara ulaşmak gerek. Halen seramiklerlerin eksi 181 derecede süper iletkene dönüşebildikleri tesbit edilmiş durumda . Bu ise çok yüksek maliyetli bir iş. Günümüzden 50 yıl sonra , oda sıcaklığında süper iletkenlerin çok düşük maliyetle üretebileceği teknolojiye ulaşılacağı tahmin ediliyor.
Süper iletkenin çok ucuza mal edilmesi, trenleri, arabaları kaldırabilen süper mıknatıslar üretilmesi anlamına geliyor. Manyetik kuvvet çizgileri süper iletkenin içine nüfuz edemediğinden bir yastık oluşturuyor. Bu yastık mıknatısı ittiğinden havaya asılıp kalıyor.
Oda sıcaklığında süper iletkenler ulaşımda devrim yaratacak. Tekerlek tarihe karışacak, havada asılı kalabilen hiçbir sürtünmeden etkilenmeyen arabalar, trenler süper iletkenden yapılmış yollardan süzülüp gidecek. Arabayı hareket ettirmek için biraz basınçlı hava yeterli olacak.
Benim gibi 50’li 60’lı yaşlarda dolaşanlar için zor ama, yeni doğan hatta bugün 20’li, 30’lu yaşlarda olan kuşakların uçan trenleri, otomobillerle seyahat etmeleri kuvvetle muhtemel.
Hafızamdan hiç silinmeyen fotoğraflardan birini gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda Alman Stern dergisinin kapağında görmüştüm. İç savaşla harabeye dönen bir zamanlar Ortadoğu’nun Paris’i , Beyrut’ta çekilmiş bir kareydi bu. Üzerlerine her an yıkılabilecek enkazların arasında elinde bir demet kırmızı gül olan beyazlar içerisinde bir gelin, damadın koluna girmiş yürümeye çalışıyordu. Savaşın dehşeti kara , gri binaların arasında kırmızı gül ve beyaz gelinliğin renkleri patlamış her şeye rağmen yaşamın devam ettiğini simgeliyordu.
Bugün İzmir’de her gün karşımıza çıkan görüntüler de çok farklı değil. Salihli’den bir haftada iki şehit cenazesi kalkarken, her gün yeni bir saldırı ve ölüm haberiyle gözlerimiz dolarken, Basmane’de sokaklarda yatıp kalkan evsiz , barksız Suriyeli göçmenler çoluk, çocuk lastik botlarla ölüme gönderilirken hayat devam ediyor. Bir yanda davullar çalıp düğün halayları çekiliyor, Çeşme’de , Alaçatı’da eğlence tavan yapıyor insanlar hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.
Buna da çok şaşmamak gerek, çünkü normal yaşamlarını sürdüren insanların tek, tek yapabilecekleri bir şey yok. Ama sandık başına gelince ya da sivil toplum örgütleri harekete geçince işler değişiyor. Bahçeli’nin diline doladığı İzmirlilerin emanet oylarının 2 X 2= 4 kadar basit bir matematik hesap oluğunu herkes biliyor. O oylar MHP’ye verilseydi tablo değişmezdi ama HDP baraj altında kalsaydı çok şey değişebilirdi. Başkanlık hayali için çok tehlikeli oyunlara giren ve ülkeyi yeni bir seçimin eşiğine getiren zihniyetin, o zaman kendisi gibi düşünmeyenlere ne yapacağını tahmin etmek çok zor değil.
Evet her şeye rağmen hayat devam ediyor. Ama halk yine sandığa giderse şu andaki umursamaz görüntünün fırtınadan önceki sessizlik olduğu anlaşılır. Birkaç haftada ülkeyi kan gölüne çevirip, insanları korku içinde yaşatmaya başlayan zihniyetten halk mutlaka hesap sorar. Sessiz öfke içten içe kabarıyor. Evdeki hesap çarşıya uymazsa hiç şaşmamak gerek.
ATEŞKESİN mazide kalıp F-16’ların sağa sola bombalar yağdırdığı şu günlerde en fazla kimler ellerini oğuşturuyor biliyor musunuz? İnsan kaçakçılığı uyuşturucu, silah ve mazot kaçakçılığı gibi kirli işleri yapanlar.
Yasaların geçmediği puslu ortamda her türlü yasa dışı işi rahatça yapabilen kara paracılar, barıştan en fazla rahatsız olan kesimdi. Silahların yeniden konuşması için her türlü provokasyonu yapan bu güçler şimdi kan üzerinden kazanacakları yeni paraların hesabını yapıyor.
Bir önceki yazımda insan kaçakçılarının Çeşme’de yazlıkların önünden herkesin gözü önümde şişme botlara insanları bindirecek kadar yüzsüzleştiklerini yazmıştım. Kendi gözlerimle tanık olduğum bir olayı, kadın, çocuk 35 - 40 Suriyeli’nin bir lastik botla azgın dalgaların ortasına atılmak üzereyken, son anda polis müdahalesiyle ölüm yolculuğundan kurtulduklarını anlatmıştım.
Bu yazının hemen hemen ertesinde Hürriyet EGE, daha sonraki gün de Hürriyet’in ulusal baskısında konu manşetten enine boyuna işlendi. Sınırlar öylesine delik deşik olmuş ki, Yunan adalarına günde ortalama bin kişinin çıkış yaptığı raporlarda yer almış.
Bir seferden 50 bin Euro
Geçen hafta benim fotoğrafını yayımladığım lastik botla geçiş yapmak için kişi başı ödenen paranın 1.300 Euro olduğunu öğrendim. O olayda parayı topladıktan sonra Suriyelileri bırakıp kaçan insan kaçakçılarının tek bir seferden geliri 50 bin Euro yani 150 bin lira civarında.
Günde ortalama bin kişinin geçiş yaptığı bir sınırda kaçakçılık ticaretinin boyutları da büyüyüp en kötü tahminle 1.5 - 2 milyon Euro’ya ulaşıyor. Ve bu paradan, organizasyonu yapandan, bu işleri görmezden gelenlere kadar herkes payını alıyor. Uyuşturucu ve diğerleriyle birlikte milyarlarca dolarlarla dönen bir kara para ekonomisinin çarklarından söz ediyoruz.
GECE yarısı sıkıntıyla uyanıp terasa çıktığımda sahilde iki polis arabası dikkatimi çekti. Çeşme, Dalyanköy’deki bizim sakin site için bu pek alışıldık bir şey değildi. Saat sabaha karşı 04.30’du ve karşıdaki Sakız Adası’nın ışıkları tüm davetkar haliyle pırıl, pırıl yanıyordu.
Birden polis araçlarının etrafında hareketlenme oldu. Bir polis memurunun nezaretinde birkaç sivil aracın arkasına bazı eşyalar koydu. Daha sonra sahile inen merdivenlerin karanlığından, sokak lambasının sarı ışığının altına hepsini topladılar. Aralarında beş, altı yaşında çocukların da bulunduğu kadınlı, erkekli 25- 30 kişilik bir guruptu. Çoğunun üzerinde adeta bütün ömürlerini sığdırdıkları birer sırt çantası ve can yelekleri vardı.
Suriyeliymişler . Onların ‘organizatör’ dediği İnsan kaçakçıları gece yarısı saat 03.30’da sitenin içindeki yoldan ellerini kollarını sallayarak umut yolcularını sahile indirmişler. Orada muhtemelen bir torba içerisinde katlayarak getirdikleri 5-6 metre uzunluğunda bir şişme botu çıkarıp pedallı bir pompayla şişirip “İşte tekne, işte karşıda Yunanistan” deyip paraları toplayıp kaçıp gitmişler.
Günlerdir fırtınadan azgın dalgaların kabardığı denize o botla çıkmak yürek ister. Hele de aralarında kadınlar ve küçük çocuklar varsa daha büyük cesaret. Belki de o endişenin yarattığı zaman kaybı, büyük ihtimalle daha kıyıdan açılamadan kayalara çarpıp delinerek bir çoğunun hayatına mal olacak bir başka facianın önünü aldı. Birileri gece yarısı sahile inen tatilci olmadıkları belli olan grubu görüp polise haber vermiş olmalı ki umut yolcularının botu daha karadayken battı.
Çiftlikköy kaynıyor
Bir polis minibüsüne doldurulup mülteci kampına götürülmelerinden önce, her birinin daha iki yıl öncesine kadar kendi ülkelerinde sıcacık evleri olan o insanlara, sabahın serinliğinde şiddetli rüzgar altında tir tir titreyen çocuklara baktıkça insan olduğumdan bir kez daha utandım. Polisler “Bu bir şey mi? Çiftlikköy’ün orası kaynıyor. Her gün başka bir koyda başka bir grup yakalanıyor. “ diyor.
“ŞEHRİN en güzel yerinde sekizgen görünümlü bir mezar vardı. Bu alışılmadık bir şeydi, çünkü asıl mezarlık şehrin dışındaydı. Kentin ortasına gömüldüğüne göre özel bir insan olmalı diye düşündüm. Mezarın, İskenderiye’deki Faros Feneri’ni anımsatarak sekizgen şeklinde olması aklıma Kleopatra’nın, Efes’e sürgüne gönderilen kız kardeşi Arsinoe’yi getirdi. Bunun üzerine ilk kez 1926 yılında açılan mezara yeniden girmeye karar verdim.”
Bunları bana Avusturya Bilim Akademisi Üyesi Arkeolog Dr. Hilke Thür anlatmıştı. Efes’te 35 yıl çalışıp antik kenti gün yüzüne çıkaran Avusturyalı ekibin en önemli isimlerinden biri olan Dr. Thür şimdi emekli, ama hala Selçuk’a gidip geliyor.
Hikayenin devamında Dr. Thür 90’lı yılların başında yeniden mezara girer ve kafası olmayan bir kadın iskeleti bulur. Başsız iskelet ona, geçmişte Efes’te çıkarılıp önce Almanya’ya ardından Avusturya’ya götürülen, sonra da İkinci Dünya Savaşı kargaşasında ortadan yok olan bir kadın başını hatırlatır.
Thür, o olayla bağlantı kurarak araştırmalara başlar. İncelemelerde iskeletin 15 ile 18 yaşları arasında bir kadına ait olduğu kesinleşir. Kleopatra o çağlarda 27 yaşında olduğuna göre kız kardeşi olması muhtemeldi. İskeletin hastalık olmadan aniden ölmüş Kuzey Afrikalı bir kadına ait olması, Arsinoe ihtimalini iyice güçlendirir. Çünkü Prenses Arsinoe, ablası Kleopatra’nın Romalılarla işbirliğine karşı çıktığı için ülkesi Mısır’dan Efes’e sürülmüş, orada da komutan Antonius’un emriyle öldürülmüştü.
Bu konu o kadar ilgi çeker ki ‘Bir katilin portresi’ adıyla BBC’de bir belgesele konu bile olur.
Henüz 10’da biri çıkarıldı
İşte binlerce yıllık tarihi boyunca böylesine ilgi çekici hikayelerle dolu, üzerinden onlarca medeniyet geçen Efes, Dünya Kültür Mirası listesine alındı. 8.000 yıllık geçmişi olan Efes’in bugün gezdiğimiz bölümü ise M.Ö. 300 yılında Büyük İskender’in generallerinden biri tarafından kurulmuş.
DÜNYANIN ekonomik büyüklük ve güç açısından en etkin 20 ülkesinin bir araya geldiği G-20’nin başkanı bu yıl Türkiye. Ev sahipliğini Türkiye’nin yapacağı 2015 yılı zirvesi 15-16 Kasım’da Antalya’da düzenlenecek. Dünyanın en güçlü ülkelerinin liderleri Antalya’da bu tarihi zirvede bir araya gelecek. Bu toplantıya ABD Başkanı Obama da katılacak. Rusya Devlet Başkanı Putin, Almanya Şansölyesi Merkel de. Aklınıza gelen dünyanın en ünlü liderleri burada olacak. Zirveye liderler, uzmanları ve görevlilerle birlikte yaklaşık 13 bin kişinin katılacağı, bunların 3 bininin ise gazeteci olacağı düşünülürse olayın büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
G-20’nin bir de düşünce kuruluşu var. Adı T-20 (Think–20). Bu kuruluşta dünyanın önde gelen üniversitelerinden, düşünce kuruluşlarından akademisyenler, bilim adamları, uzmanlar bir araya gelerek fikir üretiyorlar. Bu grubun ürettiği düşünce ve öneriler G-20 toplantılarında dünya liderlerine sunuluyor tartışmaya açılıyor.
Bu yıl T-20’nin başkanlığı da Türkiye’de. Türkiye Ekonomik Politik Araştırmalar Vakfı Direktörü (TEPAV) Prof. Güven Sak T-20’nin 2015 yılı Başkanı olarak hayli yoğun bir yıl geçirdi. Liderlerin akıl hocaları diyebileceğimiz alanlarında dünyanın önde gelen isimlerini Türkiye’ye toplayıp beyin jimnastiği yapılmasını sağladı.
Borsa’da toplandılar
BİZLER seçim ve sonrası koalisyon telaşından gözden kaçırdık, ama bu parlak grup 13-14 Haziran’da İzmir’deydi. Hem de şehrin göbeğinde, İzmir Ticaret Borsası’nda pamuk, üzüm fiyatlarının belirlendiği Korbey Salonu’nda 2 gün boyunca “Nasıl daha iyi bir dünya yaratabiliriz?” diye beyin jimnastiği yaptılar. Toplantıda, ABD’den, Avustralya’ya, Çin’den, İngiltere’ye, Fransa’dan Rusya’ya dünyanın dört bir yanından her biri kendi ülkesindeki liderlere ışık tutan 60’tan fazla isim vardı.
HALKIN “Demokrasiden başka rejimi, kimse aklının ucundan bile geçirmesin” mesajını verdiği seçim sonuçları, Baba’nın tabutunun üzerinde şapkasıyla sonsuzluğa uğurlanması, hayli tartışmalı geçeceği anlaşılan koalisyon görüşmeleri derken, siyasetin esir aldığı günlerimiz akıp gidiyor.
Ama bu renkli karmaşa arasında bize insan olduğumuzu hatırlatan güzel şeyler de oluyor. Karşıyaka’nın şampiyonluğu, Göztepe’nin 90’ıncı yıl kutlamaları, adeta müzik kenti haline gelen İzmir’de konserler ve festivaller dolu dolu günler yaşamımıza renk katıyor.
Bu örnekleri artırmak mümkün.
Her yerde karşısına yasaklar çıkan Gurup Yorum, son yılların en coşkulu konserlerinden birini özgürlüklerinden vazgeçmeye hiç niyeti olmayan on binlerce İzmirli’nin katılımıyla Gündoğdu Meydanı’nda verdi. Sayıları 10’a ulaşan üniversitelerde okuyan 150 binden fazla gencin enerjisiyle giderek daha gençleşen İzmir, yıl sonu eğlenceleriyle de hareketli günler yaşıyor.
EFSANELER FESTİVALDE
Ama bütün bunların arasında dünyanın en ünlü sanatçılarının kariyerlerinde önemli bir yer tutan 29. Uluslararası İzmir Festivali ayrı bir yer tutuyor. Festival, önümüzdeki günlerde Castro’nun Küba’sının ünlü müzik topluluğu, çalmaya başladığı anda herkesi dans ettiren, filmlere konu olan Bueno Vista Social Club’u ağırlayacak. Klasik müzikte ise, bugüne kadar ise birbirinden efsane isimler İKSEV’in konuğu idi.
Bunlardan biri dünyanın en iyi kemancısı unvanını alan Itzhak Perlman’dı. Ahmed Adnan Saygun’da tekerlekli sandalyesiyle sahneye girdiği andan itibaren sihirli parmaklarıyla izleyicileri fethetti konser sonunda dakikalarca ayakta alkışlandı.