Nedenini hemen söyleyeyim. Depremden birkaç gün önce ortalığın tenhalaşmasını fırsat bilip, aylar sonra ilk kez Urla’da deniz kenarında bir cafeye oturdum. Açık havada, sosyal mesafeye uygun uzaklıklardaki masalarda oturan birkaç müşteri dışında her şey normaldi.
VİRÜS BAYRAM ETTİ
Ancak, bir süre sonra yükselen seslerden arkamdaki masalardan birinin kalabalıklaştığını anladım. Dönüp baktığımda bağrış, çağrış kahkahaların gırla gittiği 6-7 kişilik bir grup gördüm. Giysilerinden belediye çalışanı oldukları anlaşılıyordu. Küçücük bir masanın etrafında maskesiz 25-30 santimlik mesafelerle burun buruna sohbet ediyorlardı. Gruptakilerden biri pozitifse, eminim karşısında bir sürü açık ağız bulan virüs bayram etmiştir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, bir hastanın ortalama üç kişiye bulaştırdığını söylüyor. ABD’de bilim insanları yeni tip Kovid-19’un en kolay ağızda çoğaldığını bulmuş. Ağız boşluğunun, özellikle de tükürük bezleri, dil ve bademciğin, virüsün ortaya çıkması ve yayılması için en elverişli yerlerden biri olduğu anlaşılmış. En kolay girdikleri yer ise burun.
AİLE HEKİMİMİZ DE ÖLDÜ
Ancak, yukarıda anlattığım gibi işin ciddiyetini anlayamayan hala çok sayıda insan var. Onların sorumsuzluğunun cezasını ise en fazla doktorlar çekiyor. Daha geçen hafta bizim de Urla’daki aile hekimimiz Dr. Cengiz Çil, böyle vurdum duymazlar yüzünden Kovid-19’a yakalanarak hayatını kaybetti. Çil’in çok sevilen bir hekim olduğunu söyleyen doktor arkadaşları, “Biz göreve her zaman hazırız, ama halkımızdan da aynı duyarlılığı bekliyoruz. Lütfen maskeleri takalım, sosyal mesafeye dikkat edelim. Halk bizim için de bir şeyler yaparsa ölümleri aza indiririz” dedi. İnanılmaz büyük bir savaş veriyor doktorlar. Hakları hiçbir zaman unutulmayacak. Bizden tek istedikleri ise maske ve mesafe.
Ağır hasarlı binaların sayısı 440. Bu binalarda bulunan daire ya da bağımsız bölüm sayısı ise 4 bin 200. Orta hasarlı bina sayısı 511. Orta hasarlı binalarda bulunan bağımsız birim sayısı ise 7 bin. Bir başka ifadeyle ağır ve orta hasarlı binalarda yaşayan 11 binden fazla aile ya da işyeri bir anda kendini sokakta buldu. Nüfusa vuracak olursak yaklaşık 40 bin kişi.
Şimdi bu 40 bin kişi hareket halinde. Depremin olduğu 30 Ekim’den bu yana İzmir sokakları evden eve nakliye araçlarıyla doldu. Kimi hasarlı evleri boşaltıyor, kimi yeni taşınılan evlerin eşyasını yerleştiriyor. Böylesine büyük bir nüfus hareketinin sonucu satılık ve kiralık ev fiyatları da uçmuş durumda. Bırakın normal evi, prefabrik ev fiyatları bile uçmuş. Daha önce 70 - 80 bin lira olan prefabrik evlere 150 – 200 bin lira isteniyormuş.
KİRA YARDIMI ÖNEMLİ
Deprem acısı, ev, barkın dağılmasının şoku sürerken, bir de fahiş fiyatlarla baş etmek kolay değil. Hele bu evlerde oturanların çoğunlukla orta halli, bütçeleri sınırlı aileler olduğunu düşünürsek, sıkıntı daha iyi anlaşılır.
Böyle bir dönemde İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kira yardım kampanyası çok doğru bir proje oldu. Başkan Tunç Soyer, evleri ağır hasarlı olan 4 bin 200 bağımsız birimden 3 bin 400’üne 5 aylık kirayı yatırmaya başladıklarını söyledi. Ama unutmayalım, orta ve ağır hasarlı toplam 11 binden fazla daire var. Bu hesaba göre en az 5 bin aile daha sıkıntıda olmalı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, bir yıla kadar yeni konutların hazır olacağını söyledi. Oda ve sivil toplum kuruluşlarının katkılarıyla ‘Birlikten İzmir Doğar’ kampanyasıyla yapımına başlanacak konutlar da en erken 1 yıl sonra hazır olur. Ama en zor zamanlar, içinde yaşadığımız şu günler. Yeni konutlar yapılıncaya kadar kira yardımı ve benzeri kampanyaların kesintisiz sürdürülüp, depremzedelere sahip çıkmak gerek. Unutmayalım, deprem bölgesinde yaşıyoruz. Her an, her İzmirlinin başına aynı felaket gelebilir. Sağlıklı bir kentsel dönüşüm yapılıp, depremden korkmadan oturulabilecek konutlara kavuşuncaya kadar İzmirlilerin birbirlerine destek olmaktan başka çaresi yok.
Çocuklara büyük yararı olduğuna eminim. Yaşar Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Berrin Özyurt hazırladığı “Deprem ve Psikolojik Sonuçları” başlıklı bilgi notunda depremle başa çıkmanın özellikle çocuklar için çok zor olduğunu söylüyor.
ÇOCUKLARA PSİKOLOJİK DESTEK ŞART
Dr. Özyurt’a göre böyle bir felaketten sonra çocukların davranışlarında parmak emme, altını ıslatma, kabus görme, yalnız yatamama, büyüklerin yanından ayrılamama, sık sık sarılmak gibi değişiklikler görülüyor. Çok kolay ve sık sinirlenme, öfke nöbetleri ve içe kapanmalar, okul başarısının etkilenmesine de çok rastlanıyormuş. Çocuklar depremin kendilerinin daha önce yaptıkları bir kabahat yüzünden olduğunu düşünüp suçluluk duygusu da yaşayabiliyormuş. Sebebi bulunamayan mide bulantıları, karın ağrıları, baş dönmeleri, uyku bozuklukları, neşesizlik, durgunluk 1-2 ay sonra bile çıkabiliyormuş. Dr. Berrin Özyurt, büyüklere şu tavsiyelerde bulunuyor:
“Çocuklara yaşanan olaylar hakkında bilgi vermek, destek olmak, başkalarına yardımcı olmalarını teşvik etmek kendilerini daha iyi hissetmelerini sağlayacaktır. Depremin çocuğun yaptığı bir kabahatle ilgili olmadığı ve bu durumun bir ceza olmadığı çocuğa çok iyi anlatılmalıdır. Çocuğa güven vermek, gün içinde meşgul edecek, bedenen yoracak oyunlar oynatmak, yatmadan evvel masal okumak uykuya dalmasını kolaylaştırabilir.”
AYDA ÇİÇEK VERMİŞTİ
Tonlarca betonun altında aç, susuz geçen 4 günün sonunda sağlıklı bir şekilde çıkarak herkesi şaşırtan Ayda, hastanede, Sağlık Bakanı Koca’dan bebek değil, maymun isteyerek yine şaşırttı. Enkazdan çıkarılıp sedyeyle taşınırken gülen gözleriyle Türkiye’yi gözyaşlarına boğan Ayda’nın babası Uğur, oğlumun çok yakın çocukluk arkadaşlarından biri. Birkaç ay önce oğlum ve eşi, Uğur’u ve Fidan’ı ailelerinin Çeşme’deki evinde ziyaret etmişti. Ayda bıcır bıcır konuşup hepsini neşeye boğmuş, gelinimiz Nil’e dedesinin bahçesinden topladığı çiçekleri vermişti. Felakete uğrayanlar tanıdık kişiler olunca yarattığı şok daha büyük oluyor. Güzel anılarımızda yer alan Ayda ve Fidan’ın enkaz altında olduğunu öğrenince ailece yıkıldık. Çiçek veren küçücük ellerinin betonların altında olmasını bir türlü kabullenemedik. Sonra umutla beklemeye başladık.
TERMAL KAMERANIN SİNYALİ
Benim ve yanımda bulunan eşim için de deprem bitmek bilmedi. Sarsıntı başladıktan sonra ayağa kalkıp evin kapısına yürüyüp bahçeye çıktıktan sonra hala sallanmaya devam ediyorduk. Bu satırı yazdığım sırada 5.1 Aydın Kuşadası depremiyle yine sallandık. Artçı sarsıntıların yanı sıra bu bölgede yakın zamanda 5.7 - 5.8 gibi yeni depremler olacağı bazı bilim adamları tarafından dile getirildi.
Ben 1999 depremini İstanbul’da tüm şiddetiyle yaşamış biriyim. Gece yarısı yaşadığım o depremde beşik gibi sallanan yatağımın sağ ya da sol tarafından inememiş, sonunda ileriye doğru kendimi atarak önden inebilmiştim. Belki gece yarısı 03.30’da uykuda yakalandığım için o depremin büyüklüğünü çok iyi anlayamamıştım. Ama Urla’da yakalandığım Seferihisar depreminde ne kadar büyük bir felaketle her an karşı karşıya olduğumuzu çok daha iyi anladım.
YÜZDE 70’İ RİSKLİ
İzmir’deki binaların yüzde 73’ünün sağlam olmadığını, bir büyük depremde çok büyük kayıplar olacağını yıllardan beri yazıp çiziyoruz. Ama kentsel dönüşüm başta olmak üzere yürütülen çalışmaların henüz çok az olduğu da acı bir gerçek. Vatandaşın kötü yapı da olsa metrekare kaybetmemek için mevcut mülklerinden vazgeçmek istememesi bunda en önemli etken.
Türkiye’ye göre 6.6 ya da 6.9, Yunanistan’a göre ise 7 büyüklüğündeki son depremin İzmir’i etkileyecek asıl büyük deprem olmadığını anlıyoruz. Fay hatlarıyla kuşatılmış İzmir’de kent merkezine daha yakın bir noktada kırılacak bir fay çok daha yıkıcı etkilere sahip olabilecek.
İnsan ömrü için çok uzun bir süre olan 97 yıl devletlerin tarihinde küçük bir zaman dilimi. 600 yıllık bir imparatorluğun temelleri üzerine kurulsa da Türkiye Cumhuriyeti dünyanın genç devletlerinden biri.
Cumhuriyet 1923 yılında kurulurken, kurumlarıyla, sosyal ve ekonomik yaşamıyla her şey sıfırdan başladı. Harf devriminden giyim kuşama, kadın erkek eşitliğine pek çok alanda geçmişe sünger çekilip yepyeni bir toplum yaratıldı. İşte o nedenle Atatürk, askeri dehası yanında yepyeni bir devlet yarattığı için tarih yazan dünya liderleri arasına girdi.
Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye’nin nüfusu 10 milyondu. Cumhuriyet’in ilanından 7 ay önce Mart 1923’te İzmir İktisat Kongresi yapıldığında İzmir’in nüfusu ise sadece 500 bindi. İzmir’deki kongrede alınan kararlarla Cumhuriyet ilan edildiğinde izlenecek yol haritası belirendi.
Bugün 100 yaşına 3 yıl kala Türkiye Cumhuriyeti genç bir devlet olarak ekonomiden dış politikaya yeni dünya dengeleri içindeki yerini belirliyor. Birçok ülkenin 40-50, hatta 100 yılda geçirdiği pek çok reform ve dönüşüm genç Türkiye Cumhuriyeti’nde sadece 20-30 yıl gibi kısa periyotlarda yaşandı. Bu hızlı dönüşüm sırasında ekonomik ve siyasi dengeler sık sık bozuldu. İç çatışmalar oldu, dört darbe yaşandı. Ama köklerini imparatorluk kültüründen alan Türkiye Cumhuriyeti’nde genç Afrika ve Ortadoğu devletlerinden farklı olarak toplumun sağ duyusu her zaman kazandı.
Genç bir delikanlı heyecanıyla arayışlarına ve yoluna devam eden Türkiye Cumhuriyeti çarşamba günü 97’nci yaşını kutlayacak. İzmirliler her zamanki gibi büyük bir coşkuyla Cumhuriyet’e ve değerlerine sahip çıkacak. Kutlu olsun.
Üçte biri gitti
Veriler, 2001’de kişi başı geliri sadece 2 bin 866 dolar olan İzmir’in 2014’e gelindiğinde 5-6 kat zenginleşerek 14 bin 500 dolara ulaştığını gösteriyordu. Ancak 2015’ten itibaren iniş başlamış, 2018’de 11 bin 463 dolara kadar gerilemişti.
Gece ışıklarından elde edilen verilerle bir ülkenin ekonomik göstergelerinin ölçülmesi yaygın bir yöntem. Geceleri dünyadan uzaya yayılan elektrik tüketimi kaynaklı ışıkların yoğunluğu incelenerek Türkiye’deki illerin ekonomik gelişimi hesaplanıyor. Elde edilen sonuçlar Türkiye İstatistik Kurumu verileriyle yüzde 99.8 uyuşuyor. Türkiye Ekonomik ve Politik Araştırmalar Vakfı (TEPAV), hesaplamaları uluslararası uydu programlarından elde ettiği verilerle yapıyor.
İZMİR ORTA GELİR GRUBUNA DÜŞTÜ
Geçtiğimiz günlerde Türkiye ekonomisinin gece ışıklarından 2019 ölçümlerinden elde edilen son verileri yayımlandı. Bu verilerin içinden İzmir ekonomisine baktığımız zaman ne yazık ki geçen yıl kişi başı gelirin 549 dolar azalarak 10 bin 914 dolara düştüğünü görüyoruz. Aslında İzmir yalnız değil. Birçok ilde azalma olmuş. En büyük kayıp ise kişi başı bin 212 dolarlık azalma ile Ankara’da görülüyor.
Araştırmanın bir başka dikkat çeken noktası, İzmir’in yüksek gelirli iller grubundan orta-yüksek gelir grubu iller arasına düşmesi. Daha önce en yüksek gelirli grupta yer alan 6 ilden biri olan İzmir’le birlikte Ankara, Bursa ve Tekirdağ da bir alt gruba düştü. Döviz kurlarındaki değişimin bu düşüşte etkili olduğu belirtiliyor. Kişi başı geliri 11 bin 603 dolar üzerinde olan iller yüksek gelirli grubuna girebiliyor. Geçen yıl sadece 15 bin 643 dolarla Kocaeli ve 15 bin 183 dolarla İstanbul en yüksek gelirli iller grubunda kalabilmiş.
MANİSA TÜRKİYE BİRİNCİSİ
Yapılan hesaplamalar İzmir ve Ege için ilginç sonuçlar ortaya çıkarmış. Buna göre 2019’da Türkiye’nin kişi başı geliri 9 bin 213 dolar olmuş. Türkiye ortalamasının üzerinde gelire sahip sadece 11 il var. İkisi Ege’den. 10 bin 914 dolarla İzmir ve 9 bin 413 dolarla Manisa. Kocaeli, İstanbul, Ankara, Tekirdağ, İzmir, Bursa, Bilecik, Yalova, Eskişehir, Manisa ve Kırklareli kişi başı gelirde Türkiye ortalamasının üzerinde.
Benzer açıklamalar Türkiye’nin başka yerlerinden ve başka ülkelerden de geliyor. Dünyada 182 aşı adayı klinik öncesi değerlendirme aşamasında. Bunlardan 36’sının klinik denemeleri sürüyor. Üçüncü faz aşamasında olan 9 aşı adayının ise insan üzerinde denemelerine başlandı. Eninde sonunda bazılarından başarılı sonuçlar alınacak. Ancak aşıyı bulmak yeterli olmayacak. Hastalığın dünyadan kalıcı bir şekilde silinebilmesi için milyarlarca insanın aşı olması gerekecek.
ZENGİNLER EL KOYDU
Asıl sorun da bu noktada başlıyor. Halen, ABD gibi zengin ülkeler ilk çıkacak aşılara el koyup paralarını ödediler bile. Bulunacak aşının dünyada geniş kitlelere ulaşması hayli zaman alacak. O nedenle başka yerlerden aşı bekleme yerine birçok ülke kendi aşısını bulma telaşında.
Ülke ekonomilerinde büyük yaralar açan, iş ve eğitim yaşamını felç eden salgının dünya genelinde en erken 2021 son çeyreğinde kontrol alınabileceği tahmin ediliyor. Yani en az bir yıl daha virüs belasıyla baş başayız. 10 ayda 35 milyon kişiyi hasta edip 1 milyondan fazla insanı öldüren bir beladan söz ediyoruz.
35 MİLYON YENİ HASTA
Salgın bir yıl daha süreceğine göre yaklaşık 35 milyon yeni hasta ve 1 milyon kişinin daha hayatı söz konusu. Aramızdan herhangi biri bu hastalardan ya da hayatını kaybedeceklerden biri olabilir. Örneğin, geçen haftaki virüs kurbanlarından İzmirli Dr. Mehmet Ali Baran’ın çok sevilen biri olduğunu ölümünden sonra yapılan sosyal medya paylaşımlarından anlıyoruz. Ama virüs iyi, kötü, başkan, temizlikçi ayırmıyor. Kimin ağzından burundan girebilirse ister doktor olsun, ister başbakan hayatı tehlikeye giriyor.
Sevindirici bir haber. Servis yatak doluluk oranı yüzde 47.9, yoğun bakım doluluk oranı yüzde 74.5, ventilatör doluluk oranı ise yüzde 46.6 olarak açıklandı. Anlaşılan işin ciddiyetini anlayınca İzmirliler korunma yöntemlerini artırmış. Ancak, dünyada 34 milyon hasta ve 1 milyondan fazla ölüme neden olan bir salgın var. Eğitim, iş hayatı, eğlence, hatta giyim kuşama kadar yaşamı biçimimizi, alışkanlıklarımızı değiştiren bu mikrop karşısında hiç gevşememek gerek. Düşünün, dünyanın en fazla korunan insanı ABD Başkanı Trump’ın bile içine girebilen bir virüsten bahsediyoruz.
Tarih boyunca salgın hastalıklar dünyanın yeniden şekillenmesinde büyük rol oynamış. Bu salgın bittiğinde de öyle olacak. Belki de ilk örneğini 3 Kasım’daki ABD seçimlerinde göreceğiz. Şimdi, dünyayı değiştiren en büyük 11 salgını hatırlayalım:
Jüstinyen Vebası (6. yüzyıl): Bizans İmparatoru I. Jüstinyen’in saltanatı hıyarlı veba salgınıyla sarsıldı. Bundan bin 500 yıl önce başlayan salgında o zamanki dünya nüfusunun yarısı 30 ile 50 milyon kişi öldü. Salgın nedeniyle ticaret durunca Bizans İmparatorluğu zayıfladı. Asya, Ortadoğu, Afrika’daki topraklarını kaybetti.
Kara Ölüm (1347-1351): Veba 5 milyon kişiyi öldürdü. Avrupa ancak 200 yıl sonra eski nüfusuna çıkabildi. Salgın derebeyliklerin zayıflamasına neden oldu. Mistik ve dini değerler güç kazandı.