Paylaş
1919’da yayınlanan Amasya Tamimi ile işgâl altında tutulan vatanın kurtarılması için milli mücadele başlatılması karara alınmıştı.
Uluslararası Futbol Zirvemizde de alacaklarını tahsil için sıraya girenler ve “futbolcu simsarları” tarafından işgâl edilen futbolumuzu kurtarmak için mücadele başlatılması karara alındı.
Benzerlik bu kadar kesin. Lakin Kurtuluş Savaşı’nın milletten başka mali destekçisi yoktu. Çok şükür futbolumuzun halaskâr mücahitlerinin arkasında eli açık bir telefon operatörü vardı. Artık moda olmaktan çıktığı için kalpak da takılmamıştı.
BİR ÜLKE YETER
Olayın uluslararası olması biraz kafaları karıştırdı. Avrupa liglerinden iki üç yönetici, danışman ney gelmişti.
Dünya futbolunun lokomotifi sayılan Brezilya, Fransa, İtalya, Rusya gibi ülkelerden veya dünya futbolunun kömür madenleri sayılan Afrika’dan kimse yoktu.
Biz futbolseverler bunu fazla kafamıza takmadık. Çünkü bir şeyi “uluslararası” yapmak için illa ki yedi iklim on dört diyardan temsilci gelmesi şart değildi. Bizim yaratıcı yöneticiliğimiz bu işi Kuzey Kıbrıs ile Azerbaycan’ı olaya katarak hâl etmeyi başarmıştı.
Elimizin altında bir de Mesut Barzani yönetimindeki Kuzey Irak var ki bir organizasyonu daha da görkemli hale getirmeyi kafaya takarsak onları da çağırırız.
Neyse ki bu sefer beş altı konuk bize yetti.
Bir işin ruhunu yükselten yabancı katılımın yüksek olması değildir. Milli kararlılık yeterlidir. Tersi olsaydı, bir turizm şirketi ile anlaşırdık.
llerinin altındaki turistleri “hanut” toplamak için halıcılara götüreceklerine, makul bir komisyon karşılığında bu toplantıya getirirlerdi.
Ben bu uluslararası toplantıda, bizimkiler tarafından üretilen fikirlerden çok etkilendim.
Önce dünya durdukça namı; Toros dağlarını bile geçip, teee İran sınırına yakın Zengezur yaylasına kadar gidesi Federasyon Başkanımız konuştu.
“Borç yiyen kesesinden yer” ana fikirli, son derece doyurucu ve duygu yüklü bir konuşma yaptı. Borçlanma politikasını seçen kulüplerimizi “Emmim, dayım kesem.
Elimi soksam da yesem” kafasından hayır gelmeyeceğini anlattı.
İsteseydi kendinden de örnek verirdi.
Ancak elli, altmış milyon borçla teslim aldığı kulübü beş yüz küsur borçla bir sonraki kadersiz başkana bıraktığını cümle âlem bildiğinden “lafı uzatmamak için” buralara girmedi.
Eski UEFA temsilcimizin konuşması beni fazla sarmadı. Hep bildik şeyler söyledi. Sadece tasarruf konusunda biraz ısrarcı oldu.
Eski görevindeyken iki yüz altmış kere “resmi yurt dışı gezisi” yapmış her bir gezi için on iki bin Euro'dan fazla harcırah almıştı.
Minik bir harcırah kaleminin bile, dikkat edilmediği takdirde nasıl bir müsriflik kapısı olduğunu ondan iyi kimse bilemezdi. Şahsen ibretlendim.
GÖZE ELMİŞİK
En çok Türkiye Direktörümüzün ne diyeceğini merak ediyordum.
Ben kendim şahsen hâlâ halı sahalarda futbol oynayıp, rüzgâr gibi estiğimden benim de teknik direktörüm sayılırdı.
O da borçlanma tehlikesinin altını çizdi. Konuşmasını dinleyen Kulüpler Birliği’nin uçan kuşa borç takmış değerli üyeleri “He Valla!” mealinde kafa salladılar.
O söylüyorsa doğruydu.
Teknik direktörlüğün yaptığı kulübe kırka yakın futbolcu transfer etmişti. Hepsi de kapak çıkmıştı. Herkes bunu aşırı şanssızlık haline bağladı.
Bir insan zır cahil bile olsa, rastgele transfer ettiği kırk futbolcunun içinden üç beş tane “iyi topçu” çıkardı.
Demek ki bir istemez, büyü yaptırıp, futboldaki milli gururumuzun kısmetini bağlamıştı. (Ben Yılmaz Vural’dan şüpheleniyorum)
Sen transferlerde 120 milyon Euro’ya yakın parayı sokağa atan bir kulübün 75 milyon Euro'sunu tek başına transfere harcayıp, randıman alamıyorsan bunun adı göze gelmektir.
Canı sağ olsun. Verdiğimiz 800 bin liranın üzerindeki aylık da helâl-i hoş olsun. Geçmişi çok kurcalamayalım.
Onun da söylediği gibi “That is the football. Something happened everything is something happened.”
İşin pratiğinden gelenler kurtuluş reçetesini önüme koyduklarında hem inandım hem de içim rahat etti.
İş bu risalemde bu mutluluğumu sizlerle paylaşmak istedim.
Paylaş