Paylaş
Fenerbahçe yenildi, Galatasaray yenilmekten beter oldu. Coşkusu Beşiktaş’ı lider yaptı. Golü bol, kalitesi az, vukuatları sıradanlaşmış bir futbol haftası daha geride kaldı.
F.Bahçe yenildi mi medya sekiz şiddetinde deprem yemiş gibi olur. Gazete satışları “yenilgiye bağlı” olarak düşer.
Benim yöneticilik yaptığım yıllarda, Hürriyet çapında satan bir gazete için “Bir Fenerbahçe Yenilgisinin” yarattığı maddi hasar “elli bin tiraj kaybı” civarındaydı. Şimdi bu rakamlar yaşanıyor mu bilmem.
***
Sebebi mi? Fenerbahçe, bütün takımlar içinde en aktif seyirciye sahip olan takımdır da ondan.
Galatasaray’ın posterini ver, hem de kuşe kâğıda basılı olsun. O gazetenin spor tirajını yüzde yirmi oynatmaz. Fenerbahçe’nin posterini gazete kâğıdına basılı olarak ver, yüzde seksen satış artırır.
“Aktif seyirci” derken kastım budur.
FATURA KARTAL’A...
Türkiye genelinden örnek vermeyeceğim. “Budala rezervlerimiz” bütün Avrupa’ya yetecek kadar bereketli olduğundan genellemeler sonu gelmez aptal tartışmalara sebep oluyor.
Kent bazında konuşayım. Diyelim ki “filanca” kenti araştırdık.
Bu “filanca” kentte Galatasaray seyircisi Fener seyircisinin iki katı olsun. Sonuç değişmez. Takım posteri, anahtarlığı, tesbih eğer Fener’inse daha çok iş yapar.
Yenilgi durumlarında gazete satışlarının düşmesi de buna bağlı. Fener seyircisi gerçekle yüzleşmeye hevesli bir seyirci değildir. Takımı yenildiğinde, “Dur bakalım! Gazeteler ne diyor? Bizim takım niye yenilmiş ola?” deyip spor sayfalarının arasına girmez.
Tam tersine o gün evine gazete sokmaz ki mağlubiyet gözüne batmasın.
Gazete yöneticisinin burnuna gelen “tiraj kokusu” yerli cins futbol yazarının da burnuna geldiğinden her “Fener mağlubiyeti” sonrası birileri çarmıha gerilir. Bu da genellikle teknik direktör olur.
Teknik direktöre en sert biçimde yüklenen okur nezdinde prim yapar.
Kulüp yöneticilerinin akılları ile takımların başına, dünyanın parası verilerek getirilen teknik direktörlerin akılları arasında yakınlık yoktur.
Yönetici aklı daha çok futbol yazarının aklına paralel gider. Bunun için de bizim kovduğumuz teknik adamların her biri, dünyanın futbol devi ülkelerinden birinin milli takımını yönetir.
Joachim Löw gibi, Del Bosque gibi, Guus Hiddink gibi, Roberto Mancini gibi, Frank Rijkaard gibi.
Her biri bir dünya markası olan bu isimler yerli cins futbol yazarları yüzünden kovulmuşlardır.
Bizim yazarların futbola dair ürettikleri teoriler, bizim kulüplerin “bir takıma yönetici olup adını gazete sayfalarına geçirmek istemekten başka amacı olmayan” yöneticilerine daha inandırıcı gelmiştir.
***
Şimdi çarmıha gerilme sırasında İsmail Kartal var.
Kimse “Yıllık gelirleri ortalama iki milyon Euro olan futbolcuların sahada ne yaptıklarını” sorgulamayacağı için, o sorgulanıyor.
Emenike Bey, son iki maçta yarım metreden üç gol kaçırdı, hesabını İsmail Kartal verecek.
“Yıldız” diye milyonlara mal edilen aslında “çikolata yaldızı” kararında olan yetenek fukaralarının faturası İsmail Kartal’a kesilecek.
O da hâlâ kendisinden fazla kazanan futbolcularını savunup dursun, bakalım. Ben bugüne kadar kovulan hoca için “Niye kovdunuz, bütün suç bizdeydi” diye yönetime babalanan bir futbolcu görmedim.
CiMBOM’UN DURUMU
Takım 2-0 galipti. Zor görünen maç kolaylaşmış, sona doğru gidiyordu. Uzatması hariç on dakikadan az zaman kalmıştı. Ama Galatasaraylı futbolcuların kaşındığı, galibiyetin onlara battığı belliydi.
Hani vücut dili var, diyorlar ya!
Maçta, ortak vücut dilinden yayın yapan bir G.Saray Korosu vardı.
Topu getirip getirip ceza sahası dışında duruyorlar, başlıyorlar geriye veya yana vermeye. “Biz gollük orta yapmaya tövbeliyiz” der gibiydiler.
Dünya üzerinde yan paslardan zevk alan bir seyirci türü olsa, Galatasaray bu seyircinin göz bebeği olur. O kadar ki zevksiz bir top oynuyorlar.
Seyirci durumu çaktı. Islıklamalar, homurdanmalar başladı ama Olcan’ı, Yasin’i, Snaijder’i, Bruma’sı tınmıyor bile.
Tribündeki ve ekran başındaki seyirciyi sallayan olmadığından, ayağına topu alan ya yandakine ya geridekine pas veriyor. Üstelik pası verdiği arkadaşına da eliyle daha arkaları gösterip;
“Sen de benim gibi yap, arkandakine ver” diyor.
Bilet alıp maça giren veya Lig TV aboneliği ile avuç dolusu para ödeyen seyirciye bu kadar saygısızlık olabilir mi? Kafasını ancak “İskandinav tarzı çirkin saç tıraşı” için kullanan şuursuz futbolcuların varsa, olur.
Elin oğlu da iki gol atar, cezanı keser. Üçüncü golü attırmayan o efendi kalecine yat kalk dua et.
***
Seyirci baskısı açısından Galatasaray’da durum farklı, Hamza Hoca kamuoyu önünde sorunu görmezlikten gelerek geçiştiriyor ama acaba başbaşa kaldıklarında oyuncularına neler söylüyor?
Oyundan alınırken elini kolunu sallayan, hocasını tribünlere ihbar eden dünkü Yasin’e bile sarılıp “gönül alma” ihtiyacı duyduğuna göre, lafının bir ağırlığı olacağını sanmam.
Elleşmeyin Galatasaray’a, tiraja bir zararları yok!
Paylaş