Paylaş
Tanıdık geldi değil mi?
Sanki Türkiye’nin AB ile 60 yıllık ilişkisini anlatıyor.
Britanya’nın geçen hafta yayınladığı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde Türkiye için “NATO’nun doğu ve güney kanatlarının kesişiminde kilit bir müttefik” deniyor.
İngiliz Dışişleri Bakanı Lammy, iki gün önceki Türkiye ziyaretinde de benzer ifadeler kullandı.
Aslında “Kilit müttefik” kavramını iki ülkenin AB ile serüveniyle ilişkilendirmek mümkün.
Türkiye ve Britanya AB’nin iki sınır noktasını oluşturuyor.
İkisi de uzun yıllardır tıpkı şarkıdaki gibi ne içinde çemberin ne de büsbütün dışında.
İngiltere, Brexit’le birlikte yeni bir safhaya geçti. AB’den çıktı.
Şimdilerde Avrupa’yla ilişkisi bakımından Türkiye’yle hemen hemen aynı noktada.
İki ülke bu tarihten itibaren savunma sanayiinden serbest ticarete önemli ortaklıkların içine girdi.
Özetle son yıllarda çizdiği zikzaklarla kendi içinde büyük bir zafiyet yaşayan AB, galiba biraz da Britanya’yı Türkiye’ye doğru ittirmiş oldu.
ABD-ÇİN SAVAŞINDA YENİ CEPHE: DOKTOR FRANKEŞTAYN
DÜNYANIN gözü çatışma alanlarına çevrilmiş olsa da şu an en büyük savaş Çin ve ABD arasında sürüyor.
Bu iki büyük güç bir süredir çok boyutlu, çok katmanlı bir egemenlik mücadelesi içinde.
Çatışma alanlarından biri, insan ömrünü teoride 150 yıla kadar uzatabilecek “genetik terzilik” konusu.
İngilizcede CRISPR kısaltmasıyla anılan bu teknoloji kabaca insan DNA’sını kesip biçip en ölümcül hastalıkların doğumdan itibaren elimine edilmesine dayanıyor.
2020 yılında Nobel Kimya Ödülü bu terziliği yapan Fransız ve Amerikalı iki bilim insanına gitti.
Ama konunun dünya çapındaki en tartışmalı ismi 41 yaşındaki Çinli biyofizikçi He Jiankui.
Doktor He, 2018 yılında dünyanın genetik terzilikle doğmuş ilk ikizlerinin kendi laboratuvarından çıktığını duyurdu.
Lulu ve Nana ismi verilen çocukların DNA’larının HIV’e karşı düzenlendiği açıklandı. Yani bu iki çocuk ömürleri boyunca AIDS hastası olmayacak.
Tabii, bu yeni teknolojinin insanlar üzerinde uygulanması konusunda büyük bir ahlaki tartışma konusu.
Doktor He’nin yaptığı gibi embriyo üzerinde çalışmalar çok kısıtlı tutuluyor. He, bu yüzden Çin’de 3 yıl hapis cezası aldı ve tıp dünyasında adı Doktor Frankeştayn’a çıktı.
Geçenlerde bir Hong Kong gazetesinde bu doktorla yapılan bir söyleşiye denk geldim.
Meğer Çin bilim çevrelerinden dışlanan He’yi Amerikalı biyoteknoloji girişimcileri bağrına basmış.
Doktor, çalışmalarını Teksas Austin’de sürdürebilmesi için bir laboratuvar açmış, embriyo konusundaki yasakların etrafından dolanabilmek için Güney Afrika’da ofis kurmuş.
ABD’den de Yeşil Kart almış... Ve fakat Çin, Doktor Frankeştayn’ın pasaportunu sebep göstermeden iptal etmiş.
Çin pasaportu olmadan ülkeden çıkış yapamayan He, “Yıldız akademisyenler sadece kamu fonlarını harcıyor bense milyonların geleceği yararına çalışıyorum” dese de Çinli yetkilileri ikna edememiş.
Amerikalılar bekliyor, Çinliler bırakmıyor. Savaşın genetik cephesinde işler kızışıyor.
Çinli biyofizikçi He Jiankui
DÜNYANIN EN ÜNLÜ MİMARI YEŞİL ENERJİYE NEDEN KARŞI
NORMAN Foster dünyanın en ünlü mimarlarından biri.
Birkaç eserini sayarsam neden öyle olduğu daha kolay anlaşılır.
Berlin’deki Reichtag binası, Londra’daki Wembley Stadı, Kaliforniya’daki Apple binası Foster’ın ikonik işlerinden birkaçı.
Geçen hafta Foster’ın Kraliçe Elizabeth için yapılacak anıtı inşa edeceği açıklandı. 90 yaşındaki mimar şahsen tanıdığı Kraliçe’nin anısına iki heykel, bir aile bahçesi ve cam bir köprü inşa edecek.
Fakat dünyanın en ekoloji-dostu tasarımlarını yapmasıyla ünlü bu mimar yakın zaman önce Telegraph gazetesine verdiği söyleşide şaşırttı.
Foster, hem elektrikli araçların hem de güneş ve rüzgâr enerjisinin sanıldığı kadar doğa dostu olmadığını söylüyor:
“Bence enerji konusunda dengeli olmalıyız. Belki rüzgâr türbinleri doğayı tahrip ediyor. Ömrü en fazla 20 yıl olan güneş panellerini nasıl geri dönüştürebiliriz bilmiyoruz. Dünya çapında elektrik, en çok fosil yakıtlar kullanılarak üretiliyor. Yani elektrikli araçlara binince fosil yakıt kullanmamış olmuyorsunuz.”
Foster, yenilenebilir enerji karşıtı olmadığını ama bu konuda bir denge kurulmasını öneriyor. En ekolojik enerjinin hâlâ nükleer enerji olduğunu ama Avrupa’daki siyasetçilerin oy korkusuyla bu konuya giremediğini iddia ediyor.
Norman Foster
SAKALLI BEBEK WASHİNGTON’DA
ÇOCUKLUK travmaları kolay unutulmuyor. Ailenin en küçük çocuğunun sabahları ekmek-gazete almak için bakkala gönderildiği kuşağa mensubum.
Henüz ilkokula başlamamıştım. Sıcak bir yaz günü uflayıp puflayıp bakkala ulaştım. Gazetenin birinci sayfasındaki resmi görünce ödüm koptu. Bakkalın okuduğu haber, en az resim kadar korkunçtu: Sakallı bebek panik yarattı!
80’lerdeki asparagas gazeteciliğinin en rafine ürünlerinden Sakallı Bebek sanırım sadece benim değil, bir neslin de kâbusudur.
Onunla korku eşiğini aşan çocuklar için Hollywood’un Chucky’si filan ancak çoluk çocuk eğlencesi olmuştur.
Ama bu sakallı bebek öyle bir kâbustur ki ara sıra bir boşluk bulur hemen kendini hatırlatır.
Geçen pazar Yunus Paksoy’un yazısında ABD Başkan Yardımcısı Vance’in photoshoplu fotoğrafını görünce, beynimin tozlu raflarındaki sakallı bebek dosyası tekrar açıldı.
Bakkala yollanmış çocuk gibi irkildim. Meğerse bizim Sakallı Bebek büyümüş, Washington’da önemli görevlere gelmiş. Hayırlı olsun ama evlerden ırak dursun.
ALMAN SUCUĞU DİYE DE BİR GERÇEK VAR
MENEMEN, pastırma, simit anketleriyle tartışma yaratan Vedat Milor’u sucuk konusuna el atmaya davet ediyorum.
Türkiye’de artık lezzetli bir market sucuğu bulmak kolay değil. Diyelim ki tağşişli ürün listelerindekileri en baştan eledik.
Ama elde kalan 40 yıllık sucuk markalarının tadı da bence eskisi gibi değil.
İngiltere’deki mevzuat gereği ülkeye sadece Avrupa’da üretilen Türk sucukları geliyor.
Son zamanlarda Almanya’da üretilen Türk sucuklarını deneme şansım oldu. Birbirinden farklı markalar, fiyatları Türkiye’dekiyle aynı ama o da ne? Hepsi çok lezzetli.
Bildiğimiz eski sucuklar gibi lezzetli.
Sanırım artık dönerden sonra bir de Alman sucuğu diye bir gerçeğimiz var.
Paylaş