Kumluca’daki seracı işinin başında. Edirne’deki çiftçi çeltik yerini hazırlıyor. Adana’da pamuk ekimi sürüyor. Kumluca’da, Finike’de, Alanya’da, seralarda sorun yok. Bandırma’da tavukçular üretime devam ediyor. Karacabey’de kırmızı et üreticileri ‘Sıkıntımız yok’ diyor... Kısacası Türk çiftçisi, köylüsü, seracısı toprağı harıl harıl işlemeye, hayvanına bakmaya devam ediyor, üretmeyi sürdürüyor.
İller bazında kurulan pandemi kurulları tarım için de çok olumlu olmuş. Her bölgenin hatta her ilin kendine göre özellikleri, ihtiyaçları var. Bu kararları merkez yerine yerelde almak büyük avantaj sağlayacak. Pandemi kurullarının aldıkları yerel kararlar, sadece o bölgede yaşayanları, çiftçileri, tarım işçilerini, nakliyatçıları, hal esnafını değil evlerimize kapanan, büyük şehirlerde yaşan bizleri de etkileyecek. Tarımsal üretimimizi sürdürmek zorundayız.
Hiçbir ülkenin milyon tonlar seviyesinde stoğu yok. Aylarca evlere kapanıp hem ürün tedarik zincirinin devam etmesini, hem de fiyatların yerinde saymasını bekleyemeyiz. Domatesi çiftçi nisan ayında toprağa ekmek zorunda ki yaz aylarında domates evlerimize kadar gelebilsin. Çiftçi pirincini buğdayını biçecek, sanayici üretimini sürdürecek ki hayatımızı sürdürebilelim.
Türk çiftçisi işinin başında Türkiye, hepimiz için...
Bu yüzden sen #evdekal...
TÜRKİYE’NİN DÖRT BİR TARAFINDAN TARIM MANZARALARI
KONYA (TAHIL)
Türkiye’nin tahıl deposu Konya’da çiftçiler işinin başında. Ziraat Mühendisleri Odası Konya Şube Başkanı Prof. Dr. Süleyman Soylu çiftçinin ayçiçeği, mısır, pancar, patates ekimi için hazırlığını önceden tamamladığını söyledi. Ekim sürecinin mayıs sonuna kadar süreceğine dikkat çeken Soylu, “Mevsimlik işçilerle ilgili önlem alınırsa hiçbir ürünün yetiştirilmesinde sıkıntı olmaz. Yabancı uyruklu işçilerin yaz aylarında kontrollü bir şekilde büyükşehirlerden bölgemize dönüşünün sağlanması gerekebilir. Elektrikle sulamada çiftçimizin ekstra destek talebi var” dedi.
Malum zor günlerden geçiyoruz. Üstelik ne kadar sürecek, ne zaman bitecek bilmiyoruz. Koronavirüs hayatın her alanını etkilemiş durumda. Eğitim uzaktan yapılıyor, işler büyük oranda eve taşınmış durumda. Bilinçli vatandaşlar evlerinden dışarıya adım atmıyor. İşte böylesine bir ortamda günlük hayatın zorluklarının ekonomiye yansımaması için büyük bir çaba var. Ekonominin çarkları dönmeye devam etsin, bugün aksaklıklar yaşansa da kimse işini kaybetmesin, virüs sonrasında kaldığımız yerden devam edelim diye hükümet karar üzerine karar açıklıyor. İşveren ve çalışanın bu dönemi en az hasarla atlatması için toplumun büyük bölümü de elini taşın altına koymuş durumda. Kimi kira almıyor, kimi alacağından vazgeçiyor. Çünkü bu dönemde hem şirketlerin hem de bireylerin yani vatandaşların ödeme dengesini sürdürmesi kritik önemde.
KAMU BANKALARI ÖNCÜ
İşte böylesine kritik günlerde Ziraat Bankası liderliğindeki kamu bankaları oldukça cesur bir adım attı ve kredi ödemelerini kolaylaştırdı. 6 aya kadar ödemesiz dönemden tutun da 12 aya kadar ilave vade verip hem bireysel hem de ticari müşterilerine ‘bu dönemde bir de kredi ödemeni kafana takma’ dedi. Sadece bununla da kalmadı kamu bankaları. Maaş müşterilerine 3 aylık maaş kadar kredi, çek ödemelerinde kolaylık, kredi kartlarında limit artışı gibi imkanlar da sundu.Ekonomi yönetimi kamu bankalarının attığı bu adımlara vurgu yapıp özel bankaları da destek vermeye davet etti. Özel bankalarda ilk cesur adım İş Bankası’ndan geldi. Sonrasında diğerleri de peş peşe ‘destek’ kararlarını açıkladı.
‘MIŞ’ GİBİ YAPANLAR VAR
Özel bankaların bir bölümü gerçekten vatandaşa destek olacak kararlar açıklarken bir bölümü ne yazık ki ‘miş’ gibi yaptı. Bu bankalar 2-3 aylık kredi taksit ötelemeyi, EFT ücretini geçici kaldırmayı ve ATM’den para çekme limiti artırmayı vatandaşa destek gibi sundu. Bana ulaşan şikayetlerden anlaşılıyor ki 2-3 aylık taksit erteleme için bile bin dereden su getiren, müşteriye ekstra faiz, masraf çıkaran bazı özel bankalar var. ‘Mış’ gibi yapan bankalar ‘kâr’ kaygılarını bir tarafa bırakıp iş yerini açamayan, evden dışarıya çıkamayan müşterilerine keşke daha fazla destek olabilseydi. Bu dönemde çarklarının dönmeye devam etmesi için ekonominin tüm aktörlerinin elini taşın altına sokması şart.
Gün fırsatçılık değil fedakârlık günü...
TAKSİT ERTELEMENİN BEDELİ
Dünya eve kapandı desek yanlış olmaz. Koronavirüs nedeniyle çalışma ve eğitim hayatı eve taşınınca internet trafiğinin rotası da değişti. İnternet başında geçirdiğimiz süre kaçınılmaz şekilde arttı. Peki ama sanal alemin yolları internet trafiğindeki bu beklenmedik yükü kaldırabilecek durumda mı?
Arkadaşımız Güven Özalp’ın haberinde ayrıntısıyla okuyacaksınız Avrupa Birliği Netflix ve YouTube’dan görüntü kalitelerini düşürmesini talep etti. Bu talebin başlıca nedeni aşırı yüklenme nedeni ile internetteki yavaşlama ve kesintiler. Avrupa Birliği’nde internet altyapısında sıkıntı olduğu aşikar. Türkiye’de ise şu ana kadar herhangi bir sıkıntı yaşanmadı. Dün üç büyük mobil servis sağlayıcı ile de görüştüm. Şirketten şirkete değişiklik görülse de internet trafiğinde sabit hatlarda yüzde 50’ye, mobil hatlarda ise yüzde 30’a varan oranlarda artış olmuş. Çeşitli uygulamalar üzerinden yapılan görüntülü görüşme süresi 3 kat artmış. TV platformlarından dizi ve film izlenme sayısı 2 katına ulaşmış.
Buna rağmen Türk servis sağlayıcıların yıllardır devam eden yatırımları sayesinde altyapı olarak koronavirüs krizinden başarıyla çıkması sürpriz olmayacak.
PAZARTESİYE DİKKAT
Milli Eğitim Bakanlığı açıkladı. Evdeki öğrenciler TV’den yapılacak yayınların yanı sıra internet aracılığı ile eğitim süreçlerini sürdürecek. Bu yüzden internet trafiğinde yeni bir dalgalanma muhtemel. Ancak dün görüştüğüm şirket yetkilileri yine de bir sorun yaşanmasını beklemiyor. Öğrencilerin çok büyük bölümünün zaten boş zamanlarında çeşitli platformları kullandığına dikkat çeken yetkililer, “Öğrenciler eğitim zaman dilimlerinde bu platformlar yerine eğitim platformlarına yönelecek. Data kullanımında çok büyük bir aksilik yaşanmaz” diyor.
Özetle Türkiye’nin internet altyapısı koronavirüs nedeniyle uzaktan çalışmaya da uzaktan eğitime de hazır gözüküyor. Yine de çalışma ve eğitim hayatımızın haftalarca devam edeceği olasılığına karşı, kaliteli internet kullanımımızın sürmesi için vatandaş olarak bizlerin de sorumlu davranmayı sürdürmemiz kritik önemde.
İNTERNET TRAFİĞİNİ SIKIŞTIRMAMAK İÇİN BUNLARA DİKKAT!
* Sadece gerekli dokümanları indirin.
“Maske takmanız, yeterli değil! Maske sizi virüsü kapmaktan korumaz. Sadece siz hasta iseniz virüsü başkalarına bulaştırmanıza engel olabilir. Maskeye değil, el temizliğine güvenin. Maskenizi değil, elinizi temiz tutun.”
Bu sözlerin sahibi Hürriyet yazarı Osman Müftüoğlu...
Ülkenin neredeyse tek bir gündemi var: Koronavirüs... Müftüoğlu virüsten korunmanın sadece virüse indirgenmesinin yanlış olduğunu çok net vurguluyor. Ancak medikal kuyrukları gösteriyor ki maske talebi kısa vadede dinecek gibi değil.
ECZANELERDE MASKE YOK
Dün İstanbul’da hastaneler bölgesi olarak adlandırılan Fındıkzade, Millet Caddesi bölgesini dolaşıp maskelerle ilgili son durumu yerinde görmeye çalıştım. Eczanelerin tamanına yakınında maske yok. Medikallerde ise ateş pahası. Virüsten hemen önce tanesi 30 kuruşa satılan üç katlı basit maskelerin tanesi 4 TL’ye fırlamış.
Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin yerli tohum seferberliği çağrısı Balıkesir’in Gönen ilçesinde yankı buldu. Bölgede tohumculuk yapan 3 büyük şirketin yöneticileri, “Yerli tohum geleceğimizdir. Bakanlığın başlattığı ‘Atadan Toruna Tohum Seferberliği’ni destekliyoruz. Bu alanda verilen destekler çok olumlu. Eğer Ar-Ge için de yeni bir destek stratejisi oluşturulsa çalışmalarımız hız kazanır” dedi.
Gönen, sertifikalı tohumculuk bakımından Türkiye’nin önde gelen bölgeleri arasında. Verimli toprakları sayesinde çeltik başta olmak üzere tarımsal ürün deposu konumundaki ilçe son yıllarda tohumculuk çalışmalarıyla da dikkat çekiyor. İri taneli kaliteli pilavlık pirinç olarak bilenen ‘baldo’nun başkenti konumumdaki Gönen’de tohumculuk yapan 3 firmanın yöneticisiyle bir araya geldik.
‘SANAYİCİ SAYILALIM’
Tarla bitkileri, endüstri bitkileri, çayır-mera ve yem bitkileri ile baklagil, sebze ve çim tohumlarının üretimi ile yeni ıslah metotları kullanarak çeşit araştırma, geliştirme çalışmaları yapmak üzere kurulan Alfa ve Alfagro Tohum şirketleri halen 7 türde 500’ü aşkın hatta ıslah çalışmalarını sürdürüyor. Yetkilendirilmiş ıslah ve araştırma kuruluşu statüsündeki şirket kamu araştırma kuruluşları ile ortak projeler de yürütüyor. Alfa ve Alfagro Tohum Genel Müdürü, Ziraat Yüksek Mühendisi Şinasi Coşkun, “Tohum süreklilik, gelecek, soyun devamı demek. Türkiye’de tohum stratejik bir alan. Ak Parti hükümetleri tohuma daha önceki hükümetlerden daha fazla önem verdi. Özel sektör gelişmeye başlayınca bu hükümet politikası haline geldi. Destekler arttı. Hükümetin attığı son destek adımları da sektörümüz açısından kritik önemde” diye konuştu.
Hak ettikleri desteklere kavuşabilmeleri için Türkiye’de tohumcuların sanayici sayılması gerektiğine dikkat çeken Coşkun, “Adımızda sanayici geçiyor. Ancak sanayi sicil müdürlüğüne müracaat ettiğimizde sanayici sayılmıyoruz. O zaman kamunun açıkladığı bazı kaynaklardan faydalanmamız için statümüz uygun düşmüyor. Ar-Ge desteklerine ulaşmakta zorluk çekiyoruz. Ürettiğimiz değerli madde sanayi malı sayılmıyor. Balıkesir Sanayi Odası ‘AB fonlarından destek var’ dediğinde bizim ürettiğimiz ürünün sanayi malı olduğunu oradaki bürokrasiye anlatamıyoruz. Sektörümüzün bu önemli sorununun giderilmesini talep ediyoruz” dedi.
MÜHENDİS DESTEĞİ İSTİYORUZ
Gönen’de 1994 yılından bu yana faaliyet gösteren Sarıköy Tarım ise 2000’li yılların başında tohum üreticisi firmaların azlığı nedeniyle kaliteli tohuma ulaşmak zor olduğu için bu alana yatırım yapmaya başlamış. 2012 yılında sertifikalı tohumluk üretimine başlayan şirket 2016 yılı itibari ile de tohumluk araştırma ve ıslah çalışmalarına yönelmiş. Özel sektör tarımsal araştırma kuruluşu olarak tescil edilen Sarıköy Tarım’ın Yönetim Kurulu Başkanı, Kimya Mühendisi Mustafa Avcı 2017 yılında iki adet baldo, 1 adet osmancık tipi çeltik tohumu üretim izni aldıklarını söyledi. Bulgaristan menşeli iki adet tohum için çalışmalarının devam ettiğini belirten Avcı, “2020 yılı ve sonrası için diğer hububat türleri ile ilgili tohumluk ıslah araştırmalarına başlamayı planlamaktayız” diye konuştu. Tohum üretiminin yıllar alan meşakkatli bir süreç olduğuna dikkat çeken Avcı, “Biz 150 yıl geriden geliyoruz. Gen bankamız çok zayıf. Bir kuruluşun benim gen bankam var demesi 30-40 yıl. 13-14 yıl durağan bir tohum yakalamaya uğraşıyor küçük kârlarla çalışıyoruz. Ar-Ge’ye çok fazla para ayıramıyoruz. Küresel firmalar Ar-Ge’ye müthiş kaynak ayırıyor. Onlarla rekabet edebilmemiz ve dışa bağlılığı kırmamız için daha fazla Ar-Ge yapmamız lazım. Önerim tarımsal araştırma kuruluşlarında çalışan mühendislere devlet ciddi bir katkı versin. 225 civarında özel sektör tarımsal araştırma kuruluşu var. Yani sayıları çok fazla değil. Bu şirketlerde çalışan 3-5 ziraat mühendisinin aylığının 3-5 bin TL’sini devlet versin, kalan kısmını biz ödeyelim. Bu insanlar daha iyi para kazanır ve bizde yani şirketlerinde kalırlar. 2-3 yıl çalışıp verdiğimiz para yetmediği için başka taraflara yöneliyor. Oysa bu işler devamlılık isteyen işler. Başarı için bir mühendis uzun yıllar aynı şirkette çalışabilmeli. Devletimizden bu konuda destek talep ediyoruz” dedi.
SERTİFİKALI TOHUM EKENE ÖZEL DESTEK
Bugünkü konumuz zor bir kentsel dönüşüm problemi ve vatandaşın hakkı. Kentsel dönüşümün kendisi zor zaten biliyorum. Riskli yapıda oturmasına rağmen çoğunluğun kararına uymayan, payını daha fazla paraya satmak ya da müteahhitlerden daha fazla pay kopartmaya çalışan uyanıklar olduğunu biliyoruz. Bu sorunu aşmak için özellikle hak sahiplerinden 2/3’ün kararını ön plana alan birçok düzenleme yapıldı, bunu da biliyoruz. Peki ya azınlıkta olmasına rağmen göz göre göre payı ederinden ucuza alınmak istenenlerin hakkı? Peki ya yine göz göre göre hayatında hiç inşaat yapmamış sermaye yoksunu firmalar ile sözleşme imzalamaya zorlananların hakları? Son dönemde kıyı şeridinde, kentlerde, deprem bölgelerinde yapılan düzenlemelere ön ayak olan Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un çalışmaları takdirle karşılanıyor. Kurum’un özellikle kentsel dönüşümde hak sahiplerinin mağduriyetine neden olan uygulamalar konusunu da hassasiyet gösterdiğini biliyoruz. Belki bu yazdığım problemlerle ilgili de düzenlemeler yapılır, mahkemelerde aylarca hatta yıllarca sürecek davalara gerek kalmaz, kamu otoriteleri yok yere meşgul edilmez.
BİR MAĞDURİYET ÖRNEĞİ
Bakırköy İncirli Caddesi üzerinde 3 bin metrekarelik 3 katlı 36 daireli bir bina riskli olduğu gerekçesiyle yıkıldı. 2/3’lük çoğunluğun aldığı kararla bir müteahhitle anlaşıldı. Riskli bina, yıkım kararı, sözleşme süreci gibi süreçle ilgili muhalif maliklerin açtığı ve süren birçok dava var. Muhalif malikler müteahhitle imzalanan sözleşmeyi imzalamamış. Gerekçeleri taraflara düşeceği kararlaştırılan arsa payının hileli hesaplandığını, arsa payının bağımsız bölümlerin değerine göre değil emsal inşaat miktarına oranına tespit edildiğine dikkat çekiyorlar. Örneğin sitenin en son bloğunda yer alan 80 metrekare bir daire ile caddeye bakan cephede 80 metrekare asma katlı, bodrumlu bir dükkanın arsa payının aynı gösterildiği iddiasındalar. Yani paylaşımların titizlikle değil gelişi güzel yapıldığını iddia ediyorlar. Ama daha da önemlisi sözleşmenin tarafı konumundaki müteahhit firmanın bugüne kadar hiç inşaat yapmadığına, bakanlık tarafından istenen kriterlere sahip olmadığını öne sürüyorlar. Ben de bu hafta, aylarca, yıllarca süren davalara neden olan ve binlerce vatandaşı ilgilendiren bu konuyu mercek altına aldım.
İTİRAZI OLANLARI ADLİ YARGIYA YÖNLENDİRİYORLAR
Mevcut düzenlemelere göre, bakanlığın kişilerin özel hukuktan kaynaklanan sorunlarını adli yargıya yönlendirdiğini belirten Avukat Kiraz, şunları söyledi: “Vatandaş bu konuda sözleşme iptali veya uyarlama davası, sebepsiz zenginleşme davası, alınan kararların iptali davası gibi davaları Asliye ve Sulh Hukuk Mahkemelerinde açmaktadır. Bu davalarda herhangi bir ihtiyati tedbir kararı alınamazsa süreç durmayacaktır. Açık arttırma ile satış öncesinde satışın durdurulması veya sonrasında payı satılan kişi bu satışın hukuka aykırı olduğu iddiası ile idari yargıda dava açabilir. Bu her iki durumda da eğer idari yargı yürütmeyi durdurma kararı vermezse, buradan da bir sonuç alınamaz. İşlemler devam eder. Öncesinde ise satış ihalesi yapılır, sonrasında ise ihalenin gereği tapu sicilinde yeni malike tapu geçer. Eğer yürütmeyi durdurma kararı verilir veya davada 1/3 arsa payı malikleri tarafından lehine karar oluşursa mevcut ihale işlemleri öncesinde ise ihale yapılmaz. Açık arttırma yapıldıktan sonra açılan davada kabul halinde ise ihale iptal olur geriye dönük olarak yapılan tapu tescil işlemi iptal olur ve bu işleme yönelik tüm işlemler de iptal olur.”
3 KRİTİK SORU
Konumuzun daha net anlaşılması için önce 3 soru sormama izin verin.
Bir maske furyasıdır esiyor. Çin’de ortaya çıkan ardından dünyanın dört bir tarafına yayılan yeni tip koronavirüs (2019-nVoc) salgını son dönemde medikal sektöründe bütün dengeleri değiştirdi. Kuyumcusundan müteahhite, galericisinden marketçisine herkes maske peşinde... Sanmayın ki ihtiyaçtan. Bütün dertleri piyasadan maske toplayıp Çin başta olmak üzere talep gelen ülkelere toplu satış yapmak ya da fahiş fiyattan vatandaşa satmak. Bakın nasıl...
29 Ocak’ta Hürriyet’te Emre Eser imzasıyla ‘Çin’de stoklar tükendi Türkiye imdada yetişti’ başlığıyla Çin’den gelen 2 milyonluk maske siparişini haberleştirdik. Ardından Anadolu Ajansı 31 Ocak’ta İzmir’de maske üretimi yapan bir firmanın ortağına dayandırdığı haberinde Çin’in tek seferde 200 milyon adet maske talebinde bulunduğunu duyurdu. Türkiye’nin yıllık maske üretiminin 150 milyon adet olduğuna vurgu yapılan haberde Çin’den gelen talebi karşılamak isteyen üreticilerin mesai kavramı gözetmeksizin çalıştığına da vurgu yapıldı.
ÜRETİCİ 24 SAAT MESAİYE GEÇTİ
6 Şubat’ta Hürriyet’te arkadaşımız Ece Çelik Zonguldak’tan geçtiği haberinde 214 çalışanı ve yılda 45 milyon maske üretme kapasitesiyle Avrupa’nın en büyük üreticilerinden biri olan şirketin, başta Çin olmak üzere tüm dünyadan gelen talepleri karşılayabilmek için kapasitesini yüzde yüz artırdığını duyurdu. 3 vardiyaya çıkarak 24 saat üretime geçtiklerini söyleyen şirket, Çin ile 2 milyon adetlik anlaşma yapmıştı. Geçen çarşamba günü de Milliyet tanesi 250 TL’ye satılan maskeleri Aylin Rana Aydın imzası ve ‘Maskeli Vurgun’ başlığıyla manşetine taşıdı.
MASKE SİMSARLARI PİYASAYA ÇIKTI
Bu haberleri maske talebinin nasıl çılgın bir şekilde patladığını anlamamız için paylaştım. Firmaların doğrudan Çin ile yaptığı anlaşmalar bir tarafa hastalığın ciddiyetini her geçen gün artması ile birlikte ortaya bir de maske simsarları çıktı. Depo depo, eczane eczane gezen simsarlar iç pazardaki maskeleri çılgın gibi toplamaya başladı. Salgın öncesi 20 kuruşa satılan sıradan 3 katlı maskelerin fiyatı bugün İstanbul’da 5-6 liraya kadar yükselmiş durumda. Üstelik birçok eczanede tükenmiş durumda.
WHATSAPP GRUPLARI SİPARİŞ HATTI GİBİ
Son günlerde bazı Whatsapp gruplarının ortak bir özelliği var: MASKE... Bir kısmı gerçekten ihtiyaçtan, bir kısmı ise ‘satmak’ için çılgınca maske arıyor. Elinde toplu miktarda maske olan, ya da üreticilerden, depolardan maske sözü olan bazı tedarikçiler bu Whatsapp gruplarında açık arttırma düzenliyor. Örneğin 500 bin adet, 1 milyon adet için yapılan pazarlıklarda maskelerin tanesi 3 lira 10 kuruştan alıcı bulabiliyor. Burada sipariş adedi ve maskenin kalitesi, markası etkili oluyor. Üstelik gözler önündeki pazarlık anlaşmayla sonuçlandığında alıcıya 1-2 saatlik zaman tanınıyor. Saat dolduğunda satıcı malı başka birine sattığını açıklıyor.
“Hem faiz kaleminde hem de komisyon kaleminde önemli bir iyileşme yaşadık. Bunun iki sonucu olacak. Birincisi iş dünyasının hareket kabiliyetini sınırlayan geçmiş yüklerinin hafiflemesini sağlayacak. İkincisi de işletmelerin bütçesinde göz ardı edilemeyecek bir yer tutan finansman maliyetleri azalacak ve artık yatırımlara kanalize olacak. Bu da daha fazla üretim, daha fazla istihdam demek. İstanbul Ticaret Odası olarak bizim de Yatırım Yılı ilan ettiğimiz 2020 yılı hedeflerine ulaşmamız kolaylaşacak. Finansman iklimi artık bunu destekleyecek makul düzeylere inmiştir.”
Bu sözlerin sahibi İstanbul’da 410 bin firmayı temsil eden İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç. Avdagiç bu açıklamayı Merkez Bankası’nın 19 Şubat’ta politika faizini 50 baz puan daha düşürerek 10.75’e çekmesinin hemen ardından yaptı. Advagiç gibi iş inşaları da sokaktaki vatandaş da faizlerin hızla, keskin bir biçimde düşmesinin etkilerini hissediyor.
ŞOK FAİZ İNDİRİMİYLE YENİ DÖNEM BAŞLADI
Aslında her şey Murat Uysal, 6 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığına atanmasıyla başladı. Uzun bir süre faizlerin düşürülmesi konusunda elini sıkı tutan Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasıyla birlikte Uysal başkanlığındaki Merkez Bankası keskin bir politika değişikliğine gitti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Merkez Bankası’na yönelik ‘faiz sebep, enflasyon neticedir. Faiz düştükçe enflasyon da düşer’ eleştirilerini de dikkate alan Uysal daha ilk ayında 425 baz puanlık şok bir indirim gerçekleştirerek göreve başladı. Uysal’a ‘faiz avcısı’ yakıştırmalarına neden olacak indirimler Merkez Bankası’nın peşi sıraki 7 toplantısında devam etti. Sonuçta, Merkez Bankası politika faizi Temmuz 2019’daki yüzde 24 seviyesinden tam 1325 baz puan aşağıya çekilerek 10.75 puana indirilmiş oldu.
HEM YAPILANDIRMA HEM YATIRIM FIRSATI
Faizlerin bu kadar düşmesinin iş dünyasına iki ayrı etkisi olacak. Birincisi önceden yapılan borçların maliyeti düşürülebilecek. Yüksek faiz döneminde alınan krediler yeniden yapılandırılarak ödenecek faizde ciddi indirimler alınabilecek. İkincisi bir süredir frenli bir şekilde ilerleyen yatırımlar ciddi ivme kazanacak. Düşük faizli uzun vadeli krediler yatırımın önünü tekrar açacak. Yatırım ikliminin teşviklerin de etkisiyle desteklenmesi ekonominin büyümesine çok önemli katkı sağlayabilecek.
MALİYET DAHA AZ TALEP ARTIYOR