Bu yıl rekor Oncosem Onkoloji’nin. 3 Ocak’ta 17.50 TL’den işlem görmeye başlayan Oncosem’e o tarihte 1 TL yatıran yatırımcının bugün 12.5 TL’si var. Hisselerin tavan üzerine tavan yapması ve kısa sürede değerini en azından ikiye katlaması iştah kabartıyor. Bu gidişle bazı halka arzlarda yatırımcı sayısı halka arz edilen hisse adedini geçecek. Bu durumda önce isteyen hisseyi kapacak.
Borsa İstanbul’da son dönemde halka arz rüzgârı esiyor. Dile kolay. Bu yıl yapılan halka arzlara yaklaşık 42 milyon yatırımcı katıldı. Halka açılan şirketler toplam 43 milyar lira topladı. Dahası da var. Verileri inceledim. Yılbaşından bu yana BIST İstanbul Halka Arz Endeksi yüzde 101 değer kazanmış. Yani halka arz edilen hisselere yatırım yapanlar ortalamada parasını ikiye katlamış.
Son bir yılda halka açılan şirketlerinin hisselerinin getirisi ise ortalamada yüzde 316’yı bulmuş. Borsa İstanbul Endeksi ise aynı süreçte yüzde 144’te kalmış. Özetle halka açılan şirketlerin performansı borsayı da ikiye katlamış.
TAVAN ÜSTÜNE TAVAN
Son dönemde ne zaman bir şirket halka arz edilecek olsa talep yağıyor. Satılacak hisse miktarının kat kat üzerinde talep geliyor. Bu yoğun ilginin ardında halka arz edilen şirketlerin borsadaki performansı var. Şirket ilan edilen fiyat üzerinden halka açılıyor, hisse borsada işlem görmeye başlıyor. Arka arkaya her gün tavan fiyata yükseliyor. Borsada hisse senetleri bir günde en fazla yüzde 10 değer kazanıp değer kaybedebiliyor. Yüzde 10 değer kazan fiyat tavan, yüzde 10 değer kaybında ulaşılan fiyat ise taban olarak adlandırılıyor. Halka açılan şirketin hisseleri arka arkaya günlerce tavan fiyata ulaşıyor. Yüzde 100-200 arasında ne zaman ki kurumsal yatırımcılar satışa geçiyor, o zaman değer kazanımı ya duruyor ya da duraksıyor.
YATIRIMCI YAĞIYOR
Yıl başından bu yana yapılan halka arz sayısı 33’ye ulaştı. Aralık ayı sonunda talep toplayan 2 şirketin hisselerinin de ocak ayında işlem görmeye başlamasıyla bu yıl borsa tablolarına şimdiden 34 şirket eklendi. Geride bıraktığımız 8 ay için olağan üstü bir performans.
Türkiye’nin tanıtımı için milyonlarca dolar harcasak bu kadar başarılı olamazdık. Kadınlarımızla ne kadar gurur duysak, onlara ne kadar teşekkür etsek az... Bu milli başarıdan feyz alarak bir konuda daha adeta milli seferberlik duygusuyla hareket etmemiz gerektiğine dikkat çekmek isterim.
Yılın ilk 8 ayında ihracatımız 164.9 milyar dolar oldu. Ticaret Bakanı Ömer Bolat 2023 yılı için Türkiye’nin ihracat hedefini 385 milyar dolar olarak açıklamıştı. Gidişat bu hedefin tutabileceğini gösteriyor. Peki ya daha fazlası mümkün mü? Türkiye’nin önümüzdeki birkaç yıl içinde 500 milyar dolarlık ihracatı yakalaması hatta aşması olası mı? Kesinlikle evet. Bunun için önümüzde büyük bir fırsat var. Ama sıkı bir hazırlık döneminden geçmemiz şart. Kamu ve özel sektörün zaman kaybetmeden kolları sıvaması, mevzuat, teşvik, planlama, denetim gibi evreleri adım adım hayata geçirmesi büyük önem taşıyor. İhracatçı ülkeler arasındaki yeni yarışın kilit noktası karbon ayak izi olacak.
ÖNCE MALİYET SONRA AVANTAJ
Karbon ayak izi, bireylerin veya kuruluşların çevreye ne kadar karbondioksit bıraktıklarını gösteren ölçü. Karbon ayak izi, iklim değişikliği ve çevresel sürdürülebilirlik açısından kritik önemde. Çünkü bizim yani insanların çevreye olan etkisini anlamamıza yardımcı olduğu gibi karbondioksit salımını azaltmaya yönelik çözümler geliştirmemizi de sağlıyor. Üstelik bunu yaparken başta ortaya çıkan maliyet artışları olsa da bir süre sonra önemli tasarruf avantajları da sağlıyor.
Sınırda karbon vergisi, ihraç ürünlerin üretim sürecinde yayılan karbon emisyonları hesaba katılarak, bu ürünlerin ithalatında ek bir vergi veya ücret uygulamasına deniliyor.
TÜKETİCİ TERCİHİ YÖNELECEK
Sınırda karbon vergisi, çevre dostu üretimi teşvik etmek ve karbon salımını azaltmayı odağına almış durumda. Böylece düşük karbon salınımına sahip ürünler teşvik edilirken yüksek karbon salınımına sahip ürünler daha maliyetli hale getiriliyor ve tüketicilerin tercihleri de yönlendiriliyor.
AVRUPA İLK KITA
Son olarak Japonya büyük bir tartışmaya imza attı. 2011’deki büyük deprem sonrası meydana gelen tsunamide zarar gören Fukuşima Nükleer Santrali’ndeki radyoaktif atık su, okyanusa boşaltılıyor. Japonya’nın bu hamlesiyle, atık maddelerin uzun vadede kıyılarda birikmesi sonucunda balıkçılığın ve dolayısıyla insanlığın etkileneceği düşünülüyor. Nükleer atık suyun, 57 gün içinde Pasifik Okyanusu’nun çoğunu etkileyeceği ve çevre katliamına yol açacağı iddia ediliyor.
‘ÖNLEM ALDIK’
Titizlikleri ile bilinen Japonlar tüm tedbirleri aldıklarını, operasyonun tamamen zararsız olduğunu söylüyorlar. Bu işe başından beri karşı çıkan Çin, Japonya’dan yapılan her türlü su ürünü ithalatını askıya aldı. Çin Ekoloji ve Çevre Bakanlığı da, Japon hükümetinin bu davranışını kınayarak Japonya’nın uluslararası toplumun kaygılarına cevap vererek, radyoaktif atık suyu bilimsel, güvenli ve şeffaf bir şekilde ele alması, uluslararası denetimlere açık olması çağrısında bulundu.
SUŞİ SATIŞI DÜŞER
Suşileri ile ünlü Japon restoranlarının da bu operasyon sonrası zorlanacağını tahmin edebiliriz. Eğer Japonlar ve ülkeye gidecek turistler, gerçekten alınan tedbirlerin yeterliliğine ikna olursa balık ve diğer su ürünlerinin tüketimiyle ilgili problem yaşanmaz. Aksi halde satışların düşmesi olası gözüküyor. Peki Türkiye Japonya’nın bu hamlesinden nasıl etkilenir?
‘BİZDE SORUN YOK’
Öncelikle belirtmemde fayda var. Bizim Japonya’dan su ürünü ithalatımız yok denecek kadar az. Suşi ve diğer Uzakdoğu yiyeceklerinde yerlilerin yanı sıra çoğunlukla Çin menşeili ürünler tercih ediliyor. O yüzden Türkiye’deki Uzak doğu restoranlarının ya da menüsünde Uzakdoğu yemeklerini bulunduran restoranların etkilenmesi beklenmiyor.
İhracatımızın nasıl etkilenebileceğini ise işin Türkiye’deki en uzman isimlerinden biri olan
Merkez Bankası bankalara vadesi dolan KKM hesaplarını TL mevduata dönüştürme için hedef getirdi, cazibe yaratmak için de TL mevduat faizini yükseltmelerinin önünü açtı. Hedefi tutturamayan banka düşük faizli tahvil alıp fatura ödemek zorunda kalacak. Atılan adımla mevduat faizlerinin yüzde 40-45’lere yükselmesi bekleniyor.
Peki bu adımlar vatandaşa nasıl yansıyacak? Parası olan ne yapacak? KKM hesapları yenilenmeyecek mi? KKM’deki para TL mevduata mı dövize mi gidecek? Doğrudan olmasa da aslında tüm bu ve benzeri soruların yanıtını önceki gün Bloomberg HT’ye konuşan İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran verdi. Bakın neler söyledi...
Hakan Aran’ın en önemli demeci şuydu:
“KKM’ye rakip bir ürün çıkararak yeni bir maceraya girmek doğru olmaz. Dövizden dönen KKM hesabı sahiplerine bu üründe devam etmelerini önereceğiz. Ancak müşteri devem etmek istemezse elimizde tutmaya yeterli faizi uygulayacağız.”
MERKEZ İLE ÇELİŞMİYOR
İlk bakışta Hakan Aran’ın açıklaması hafta sonu Merkez Bankası’nın aldığı kararlarla çelişiyor gibi görünüyor. Son iki gündür bu yönde yorumlar okudum. Ancak unutmamak lazım ki Merkez Bankası’nın ilk hedefi KKM hesaplarındaki mevduatı azaltmak değil öncelikle yerinde saydırmak. Yani artışı durdurmak. Bu yüzden aslında Hakan Aran’ın açıklamalarının Merkez Bankası’nın hedefleriyle paralel olduğunu söyleyebilirim.
Hakan Aran
KKM CAZİBESİNİ
Merkez bu tebliğde yayınladığı kararlarla kur korumalı mevduat hesaplarında biriken 3.4 trilyon liraya ulaşan paranın dövize yönelmemesi için bankaların vadeli mevduatı daha cazip hale getirmesini hedefliyor.
Dün Hürriyet’te yayınlanan haberimizde ayrıntılarıyla verdik. Bankaların vadeli mevduat faizini yüzde 40-45 bandında çekmesi bekleniyor. Merkez Bankası’nın hedeflediği tutarlara ulaşamayan bankalar düşük faizli tahvil alıp bedel ödemek zorunda kalacak. Amaç devlete maliyeti ağırlaşan kur korumalı mevduat hesaplarında artık frene basmak hem de buradan çözülen paranın dövize yönelip kurları tırmandırmasını engellemek. Özetle Türk Lirası’nın cazibesinin artmasına çalışılıyor. Yeni planın başarılı olup olmayacağı önümüzdeki dönemde netleşecek.
Dünya ekonomisi çalkantılı bir süreçten geçiyor. Kendine has zorluklar da yaşan Türkiye de bundan nasibini alıyor. Böyle dönemlerde şirket yönetmek orta ve uzun vadeli kararlar almak da çok zor.
Kamuda uzun yıllar üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra özel sektöre geçen M. Cengiz Göğebakan geçtiğimiz günlerde bir gönderi yollamış ve tecrübesi ışığında şirketlere bazı tavsiyelerde bulunmuş.
İŞTE ŞİRKETLERİN ALABİLECEĞİ TEDBİRLER:
- Uygulanan finansal model ve kabullerin yeniden değerlendirilmesi,
- Kur ve faiz riski yönetimine yönelik finansal ürün alternatiflerinin kullanılması,
- Etkin gider ve maliyet yönetiminin ön plana çıkarılması,
"ŞİRKETİMİZ faaliyetleriyle hayata değer katarken sonraki nesillere daha iyi bir dünya bırakmak için de çalışıyoruz. Bu amaçla teknolojik yeteneklerimizle yeni iş modelleri kurgulayıp toplumumuza ve dünyamıza fayda yaratmak için çalışıyoruz. Hizmet verdikleri toplumlara değer katan şirketler olarak sesimizi çoğaltmalı, farkındalığı artırmalı, finansal başarılarımız kadar sürdürülebilirlik faaliyetlerimizi de sık sık anlatmalıyız.”
Devir değişti. Kendi finansal çözümlerini geliştiren, kendi TV, müzik platformlarını kuran mobil operatörler şimdi de kendi elektriklerini üretmeye başladı. Yukarıdaki sözlerin sahibi Turkcell Genel Müdürü Murat Erkan. Şirketinin 2023 ikinci çeyrek finansal ve operasyonel sonuçlarını ‘sürdürülebilirlik’ temalı bir basın toplantısı ile açıkladı.
Türkiye’nin elektriğinin binde 3'ünü tüketen Turkcell kendi enerjisinin tamamını üretmek için kolları sıvadı. Turkcell Genel Müdürü Murat Erkan, gelecek üç yıl içinde 300 MW kurulu güce sahip güneş enerjisi santrallerini (GES) devreye alacaklarını ve 2026’da tükettikleri elektriğin yüzde 65’ini, 2030’da ise yüzde 100’ünü yenilenebilir kaynaklardan sağlamayı hedeflediklerini söyledi.
Dünyada her yıl veri talebinin yüzde 25 arttığını belirten Erkan,
Dün İcra Kurulu Başkan Yardımcısı Hasan Süel ile bir basın toplantısı düzenleyen Vodafone Türkiye CEO’su Engin Aksoy’un yukarıdaki sözlerini duyduğumda iki nedenle çok şaşırdım. Öncelikle mevcut durumda GSM teknolojileri bakımından kapsama ve internet kapasitesinin yeterli olduğunu düşünüyordum ama durum hiç de öyle değilmiş. İkincisi güçlü bir frekans olan 700 MHz bir süredir boştaymış. Hatta 11 ili sarsan deprem sonrasında bu illerde üç ay süreyle kullanılmış. Deprem sonrasındaki kurtarma ve yardım çalışmalarında haberleşme açısından çok işe yaradığına şüphe yok. Bu 11 ilde üç ay sonra 700 MHz’nin fişi çekilmiş.
Belli bir süre içerisinde sabit bir yerden geçen dalgaların (titreşim) sayısına frekans deniliyor. Radyo, telsiz yayınlarının yanı sıra GSM teknolojisinde de sesli görüşme ve veri aktarımı için de frekans kullanılıyor. Frekansın birimi Hertz, yani (hz). 1000 MHz’nin altındaki frekanslar geniş bir kapsama alanı taşıyor. Bu yüzden de çok kıymetliler. İşte Türkiye’de boşa çıkan ve 5G ihalesi için elde tutulan 700 MHz de bu kıymetli grupta.
‘ÜÇ OPERATÖRE KİRALANSIN’
Vodafone yetkilileri 5G ihalesinin ne zaman olacağının henüz belirlenmediğini, bu süreçte 700 MHz’nin üç operatöre kiralanabileceğini söylüyor. Hem kapsama alanı hem de hız artacaksa üstüne bir de devlet kiralamadan para kazanacaksa bana çok mantıklı geldi ama bakalım kamu ve diğer iki operatör bu öneriye ne diyecek?
DİJİTAL TÜRKİYE 2030 RAPORU
Aslında dünkü basın toplantısının sebebi Vodafone’un Türkiye’nin dijitalleşme yolculuğunu mercek altına alan yeni bir rapor yayınlamasıydı. Vodafone’un Politika Analiz Laboratuvarı (PAL) işbirliğiyle hazırladığı “Dijital Türkiye 2030 Raporu”nda Türkiye’nin dijital dönüşümdeki durumu, potansiyel gelişim alanları ve olası ekonomik etkiler gelişmiş ülkelerle karşılaştırmalı bir perspektifle değerlendiriliyor. Raporda, ülkenin dijital dönüşüm süreci ve bu sürecin hızlandırılması için önerilen politika adımları Dijital Toplum, Dijital Şirket, Dijital Devlet ve Dijital Altyapı başlıkları altında inceleniyor.
Toplantıda konuşan Vodafone Türkiye CEO’su Engin Aksoy, dijitalleşmenin ekonomik ve sosyal gelişimin temeli olduğunu hatırlatarak şunları söyledi:
“Bir yandan Türkiye’nin dijitalleşmesi için çalışırken, bir yandan da bu alanda gelişim fırsatlarını inceleyen, kamu politikası için önemli veriler sağlayan analizlerin üretilmesine çalışıyoruz. Dijital beceriler vatandaşların günlük aktivitelerini kolaylaştırırken akademik olanakları iyileştirmede, kamu hizmetlerine ve iş olanaklarına erişmede de önemli rol oynuyor. Türkiye’de bireylerin yüzde 30’u en az temel düzeyde dijital beceriye sahipken, AB’de bu oran yüzde 54. AB’nin resmi hedefi 2030’da bunu yüzde 80’e çıkarmak. AB’nin bu hedefine erişebilmemiz için 30 milyon kişinin temel dijital becerileri edinmesini sağlayacak bir hamleye ihtiyacımız var.”
Aslında bu geminin hikâyesi antik döneme kadar uzanır. Asırlar önce Mısırlılar’ın bu gemilerle Mısır’dan yola çıkıp Boğazlar’ı, ardından Karadeniz’i aşarak Tuna Nehri’ne kadar uzanan bir ticaret hattını kullandıkları ve teknik seviyelerinin bunun için yeterli olduğu varsayılır.
İşte 2019’da Varna’dan yola çıkıp Antalya’da Patara Limanı’na demirlemeyi hedefleyen geminin amacı bu varsayımın doğru olduğunu kanıtlamaktı. Alman Arkeolog Dr. Dominique Görlitz’in 1993’te Nübye Çölü’ndeki kazılarda rastladığı antik döneme ait kaya resimlerinden esinlenerek tasarlanan ve kamıştan yapılan antik gemi replikasına “Abora-IV” adı verilmişti. Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Avrupa Birliği (AB) Başkanı Büyükelçi Faruk Kaymakcı’nın girişimleriyle, Abora IV’ün Patara’ya vardıktan sonra kalıcı olarak Patara Antik Limanı’nda sergilenmesi kararlaştırıldı.
Alman Arkeolog Dr. Dominique Görlitz’in yönetimindeki ekibin Mısır Medeniyetinin İzinde: Karadeniz’den Akdeniz’e” deneysel arkeoloji projesi için replikasını ürettiği gemi 14 metre uzunluğundaydı. Sadece papirüs adı verilen özel kamıştan yapılan gemide iki adet 62 ve 40 metrekarelik keten yelken ve bir de ağaçtan yapılmış tahta direk vardı.
12 TON SAZ KULLANILDI
Antik yelkenli, iki kilometre ip kullanılarak 12 ton sazın birleştirilmesi ile oluşturulmuştu. Günümüz Mısır’ındaki sazlıklar artık antik çağdaki kadar uzamadığı için, Bolivya’da Titikaka Gölü›nden yetişen totora sazları kullanılmak zorunda kalınmıştı.
Barış ve Uluslararası Anlayışa Yelken Açmak “Sailing for Peace and International Understanding” sloganıyla yola çıkan gemide yedi ayrı ülkeden 12 mürettebat bulunuyordu..
Gemi maceralı bir yolculuktan sonra önce İstanbul’u sonra Çanakkale Boğazı’nı geçerek Ege’ye açılmış en sonunda Kaş’a demirlemeyi başarmıştı. İstanbul Boğazı’nda Kıyı Emniyeti’nden yardım alan gemi bir ara Ege rüzgârlarına kapılıp Meis Adası’na doğru sürüklenmiş Yunanlılar’ı heyecanlandırmışsa da sahil güvenliğin yardımıyla Kaş’a çekilmişti. Geminin kaptanlığını da üstlenen Arkeolog Görlitz düzenlenen törende şunları söyledi:
“Böyle bir projenin gerçekleşmesinde başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere emeği geçenlere teşekkür ederiz.