Paylaş
Yazıya devam etmeden “Avrupa Konseyi Sistemi” ile neyi kastettiğimizi açalım. Bu ifade ile bir ucunda A) Strasbourg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), diğer ucunda ise B) Bu mahkemenin kararlarının uygulanmasını denetlemekten sorumlu olan Konsey’in siyasi kanadı, yani üye ülkelerin temsil edildiği Bakanlar Komitesi’nin yer aldığı bir yapıdan söz ediyoruz.
Tabii Konsey’e üye ülkelerin parlamenterlerinin bir araya geldiği Parlamenterler Meclisi (Assamble) de denkleme dahil edilebilir.
*
Avrupa Konseyi dediğimizde, bu yapı içindeki ülkelerin kayda değer bir bölümünün aynı zamanda Avrupa Birliği’ne üye olduklarını da dikkate almamız gerekiyor. O zaman Türkiye’nin AB ile ilişkileri de bu alanda yaşanan gelişmelerin etkisine açık hale geliyor kaçınılmaz olarak. Burada önemli bir geçişkenlik var.
Bu arada, Bakanlar Komitesi’nde doğrudan hükümetlerin aldıkları tutumlar söz konusu olduğundan, alınan kararlar Türkiye’nin bu kararların arkasındaki ülkelerle ikili düzeydeki siyasi ilişkilerini de yakından ilgilendiriyor.
Komite’nin gündeminde bir süredir bu dava nedeniyle Türkiye’ye uygulanması tartışılan yaptırımlar meselesinin de bulunduğunu hatırlarsak, konunun hassasiyeti daha da belirginleşiyor.
*
Bu girişten sonra Yargıtay’ın son kararının Avrupa Konseyi cephesinde yaratması muhtemel sonuçlara daha yakından bakabiliriz.
AİHM, Osman Kavala’nın tahliye edilmesi yolunda 2020 yılında biri Daire, ardından diğeri Büyük Daire düzeyinde olmak üzere iki ihlal karar almıştı.
Daha sonra Bakanlar Komitesi, AİHM’nin ihlal kararları uygulanmadığı, Kavala’nın tutukluluğuna son verilmediği gerekçesiyle Türkiye hakkında “İhlal Prosedürü”nün işletilmesini ilk olarak 2 Aralık 2021 tarihinde gündemine almıştı. Bu prosedürün işletilmesi, Türkiye hakkında yaptırım uygulanmasına kadar gidebilecek kapıyı aralıyor.
Avrupa Konseyi’ne üye 47 ülkeden 35’i bu kararı desteklemişti. (Rusya’nın çıkartılmasından sonra üye sayısı bugün 46) Söz konusu karar, aslında bu yöndeki bir niyet beyanını içeriyor ve Kavala’nın tahliye beklentisini tekrarlıyordu.
Yaptığı niyet beyanı tahliye sonucunu doğurmayınca, Bakanlar Komitesi 2 Şubat 2022 tarihinde aldığı ikinci bir kararla (bu kez 36 lehte oy) niyet beyanının ilerisine geçti ve AİHM Büyük Daire’den Türkiye’nin Kavala hakkında verdiği kararın gereğini yerine getirip getirmediğinin değerlendirmesini istedi. Bu kararında Komite, AİHM’ye Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “İhlal Prosedürü”nü düzenleyen 46’ıncı maddesini ihlal edip etmediğini sordu.
*
Bu arada, Gezi Davası’nın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde önemli bir gelişme yaşandı. Mahkeme, 25 Nisan 2022 tarihinde, o sırada casusluk suçu (TCK 328) iddiasıyla tutuklu olan Kavala’yı bu suçlamadan beraat ettirip, ancak bu kez “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” (TCK 312) suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı.
Bu karar çıktığı sırada Strasbourg’daki AİHM Büyük Dairesi, Kavala hakkında Bakanlar Komitesi’nin yaptığı başvuruyu incelemekteydi. Yani, daha önce verdiği kararın uygulanıp uygulanmadığı sorusu çerçevesinde bu dosyanın içeriğiyle meşguldü.
Büyük Daire, dosyayı son kararla birlikte inceledikten sonra Bakanlar Komitesi’nin başvurusuna 11 Temmuz 2022 tarihinde aldığı bir kararla yanıt verdi. Büyük Daire, bu kararında Türkiye’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin üye ülkelere izin verilen kısıtlamaların (tutuklama gibi)“öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı” yolundaki 18’inci maddesini ihlal ederek, “iyi niyetle davranmadığını” belirtti.
Daire, aynı zamanda Türkiye’nin Sözleşme’nin “Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler” şeklindeki 46’ncı maddesini ihlal ettiğine de hükmetti.
Sözleşme, bu ihlale hükmedilmesi durumunda Bakanlar Komitesi’nin ilgili ülke hakkında “alınacak önlemleri değerlendireceğini” belirtiyor, yani yaptırım seçeneğini gündeme getiriyor.
Böylelikle, top yeniden Bakanlar Komitesi’nin sahasına dönmüş oldu.
Sonrasında geçen bir yıl içinde, Komite, belli aralıklarla aldığı kararlarla Kavala’nın serbest bırakılması çağrısını tekrarlayarak yaptırım kartını gündemde tutmaya devam etti.
Ancak bu süreçte Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında köprülerin atılması anlamına gelecek, ciddi siyasi sonuçlar yaratabilecek yönde bir karar almaktan da kaçındı.
*
Herkesin bundan anladığı, Komite’nin bekleyerek Ankara’ya zaman tanıdığıydı. Strasbourg’da bütün projektörler, Ankara’daki Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi’nin vereceği karara çevrilmişti.
İlginçtir ki, Bakanlar Komitesi, daha geçen hafta çarşamba günü yaptığı toplantıda yine Kavala dosyasına bakmış, kendisinin tahliye edilmesi çağrısını yineleyerek, yaptırım meselesinin ele alınmasını önümüzdeki aralık ayı toplantısına bırakmıştı.
İşte Strasbourg’un da beklediği karar sonunda önceki gün çıktı. Yargıtay 3’üncü Ceza Dairesi, oybirliği ile aldığı kararda Kavala’nın TCK 312’inci maddesinde düzenlenen “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs” fiilini işlediği gerekçesiyle müebbet hapse mahkum edilmesi yönündeki birinci derece mahkeme kararını onadı.
Bir başka anlatımla, AİHM’nin ve ona dayanarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala’nın serbest bırakılması yolundaki beklentilerine olumsuz bir karşılık verilmiş oldu.
Yargıtay’ın kararı, Türkiye ile Avrupa Konseyi sistemi arasında sürmekte olan bilek güreşinde Ankara cephesinde sert bir hamle anlamına geliyor.
*
Şimdi bundan sonra ne olacak diye sorabiliriz?
Ankara’nın, AİHM’nin önceki Kavala kararlarının en son hüküm giydiği TCK 312’nci madde değil, casusluk gibi başka suçlara ilişkin tutukluluk kararlarına dayandığı, kendisinin bu suçlardan beraat ettiği, artık TCK 312’den hükümlü hale geldiği ve tutuklu sayılamayacağı, dolayısıyla serbest bırakılmasının söz konusu olmayacağı şeklindeki bir argümanla Strasbourg’un karşısına çıkması şaşırtıcı olmayacaktır.
Burada kritik husus, Ankara’nın AİHM’nin ilk dönemdeki Kavala kararlarından yola çıkarak konuyu genellikle “tutukluluk” meselesi olarak görmesidir.
Bu tezin öne sürülmesi tartışmayı bitirebilir mi? AİHM’nin geçen yılki kararının detaylarına ve Bakanlar Komitesi’ndeki dosyaya bakıldığında, Strasbourg’un tutumunda bir değişikliğe gitmesini beklemek pek gerçekçi görünmüyor.
Bunun nedeni, AİHM Büyük Daire’nin 11 Temmuz 2022 tarihinde aldığı kararda, Kavala’nın tutukluluğuna yol açan Gezi davasının delillerini inceleyerek davanın bütününe ilişkin yaptığı tespitlerden kaynaklanıyor.
Bu kararın, özellikle 172’nci paragrafına bakıldığında dikkat çekici
nokta şudur: Büyük Daire, yaptığı tespitlerin, özellikle 18’inci maddeden verdiği ihlalin, Gezi Parkı dosyasındaki suçlamalar bağlamında verilecek her türlü kararı “geçersiz kılacağını” belirtmiştir.
*
Altı çizilmesi gereken bir nokta, Bakanlar Komitesi’nin Kavala dosyasına bakarken her seferinde Büyük Daire kararının bu bölümüne atıfta bulunması, yani pozisyonunu AİHM’nin bu hukuki tezi üzerinden ortaya koymuş olmasıdır. Bakanlar Komitesi, daha geçen haftaki Kavala kararında bu tutumunu bir kez daha tekrarlamıştır.
Özetle, Kavala hakkındaki birinci derece mahkeme kararının bu kez Yargıtay tarafından onanması karşısında, Strasbourg cephesinde bir tutum değişikiği ihtimali kolay görünmüyor.
Bu çerçevede önümüzdeki dönemde asıl yanıt aranması gereken soru, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Kavala dosyasının kilitlenmesi karşısında, bundan sonraki tutumunu yaptırım adımına kadar götürüp götürmeyeceğidir.
Her halükarda, Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında daha da sıkıntılı bir sürece giriliyor.
Paylaş