Paylaş
Kaybettiği oğlu ile ilişkisi olan, oğlunu çağrıştıran her şey onun için o kadar değerliydi ki o an...
Oğlunun “ortaokula yürüyerek gitmesi” konusu şuydu: İzmir’in Bergama ilçesinin Kozak Yaylası’ndaki Çamavlu köyünde dünyaya gözlerini açan Bilal Çetin’in, ilkokulu köyde okuduktan sonra Yukarıbey nahiye merkezindeki ortaokula gidebilmesi ciddi bir güçlük oluşturuyordu. Küçük bir çocuk olarak her gün üstesinden gelmesi gereken 10 kilometre kadar zorlu bir ulaşım sınavı onu bekliyordu.
Fatma Teyze’ye göre bazı günler taşıt bulunabiliyordu. Civardan bir şey almaya ya da getirmeye gelen bir kamyon denk gelirse onunla gidiyordu okula. Çamavlu köyünde bu durumda olan toplam dört ortaokul öğrencisi vardı. Ama çoğunluk bir taşıt bulunamıyordu. O zaman köy ile nahiye merkezinde bulunan okul arasındaki mesafeyi yürüyerek kat etmesi gerekiyordu Bilal’in, diğer üç arkadaşıyla birlikte.
Ardından Bergama Lisesi’ne gitti. Ulaşım sorununa karşı aile Bergama’da küçük bir ev satın aldı ve üç yıl boyunca burada kendisine bakan babaannesi Kâzıme Hanım ile birlikte oturdu. Bunu gazetecilik eğitimi almak üzere Ankara Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’na kaydolmak için başkente gitmesi izledi. Sonra gazeteci olarak kaldı Ankara’da.
CUNDA ADASI’NDA DENİZE BİTİŞİK EVDEKİ SOHBET
Önceki gün Bilal Çetin’in cenaze törenine katılmak için gittiğim Cunda Adası’nda denize bitişik evinin giriş katında annesi 85 yaşındaki Fatma Çetin’le sohbetim, beni arkadaşımın çocukluk yılları hakkında bilmediğim bir çok şeyi öğrenmeme de vesile oldu.
Ahalisinin çoğu çam fıstığı üretimi ve hayvancılıkla geçinen bu Türkmen köyünde oldukça mütevazı koşullarda başlayan yaşam öyküsü, onu Basın-Yayın Okulu’yla birlikte önce Ankara’nın ekonomi gazeteciliği alanında müessese isimlerinden biri olmaya, ardından muhtelif gazetelerde yöneticilik görevlerine ve köşe yazarlığına taşıyacaktı.
HASTA YATAĞINDAN YÖNELTTİĞİ SORU
İki hafta önce kansere yakalandığını duyduğumda, tedavi görmekte olduğu İstanbul’daki Koç Üniversitesi Hastanesi’nde ziyaretine gittim. Çok kilo vermişti. Güçlükle konuşabiliyordu. Buna karşılık, bakışları ve zorlukla ağzından çıkan ve işitmekte zorlandığım ifadelerinden zihinsel melekelerinin yerli yerinde olduğu belliydi.
Hatta bir ara “Oksijen’i nasıl buluyorsun?” diye sordu, haftalık gazeteyi kastederek. Keza, kendisi gibi gazeteci olan eşi Semra Çetin’in de katılımıyla yaptığımız ve geçmişten Ankara siyasetiyle ilgili eski konulara girdiğimiz sohbeti yüz ifadesiyle yakın bir ilgiyle takip etti.
Şu an tam hatırlayamıyorum ama Semra ile bir konuya farklı yaklaştığımızda, baş hareketleriyle ve eliyle işaret ederek benim yorumuma katıldığını hissettirdi.
Geçen cumartesi entübe edildiğini o gün akşam saatlerinde Semra’dan öğrendim. Pazartesi günü durumunu sormak üzere aradığımda, Semra’dan biraz önce öldüğü haberini aldım. Ve önceki gün Cunda Adası’nda Bilal’i son yolculuğuna uğurladık.
AYNI KUŞAĞIN GAZETECİLERİ
Bilal ile aynı yaş aralığındayız. Gazeteci olarak aynı kuşağı temsil ediyoruz. Kariyerlerimiz birbirine yakın çizgilerde seyretti. Örneğin, benim 1979 yılı başında Türk Haberler Ajansı’nın Ankara Bürosu’ndan ayrılıp Cumhuriyet’e geçmemden bir süre sonra Bilal bu ajansa katıldı. Daha sonra 1980’li yılların ortalarında Cumhuriyet Ankara Bürosu’nda buluştuk kendisiyle.
Hürriyet’in Ankara Temsilciliğini yaptığım 1993-2005 yılları arasındaki dönemin önemli bir kesitinde Bilal de önce Yeni Yüzyıl, ardından Sabah ve en son olarak uzun yıllar Vatan gazetelerinin Ankara Temsilciliği görevlerinde bulundu. Bir ara Radikal’de köşe yazarlığı da yaptı.
Kendisiyle o dönemde Türkiye’nin gündemine damgasını vuran olayları birlikte ama rekabet ederek izledik, ‘devlet büyükleri’nin birçok yurtiçi ve yurtdışı gezisine beraber katıldık.
Bilal’ın ölüm haberini aldıktan sonra eski fotoğrafları karıştırırken, birinde dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in 1998 yılı mayıs ayında Ukrayna’yı ziyareti sırasında geziyi izleyen gazeteciler olarak topluca parlamento binasının önünde çektirdiğimiz bir fotoğrafla karşılaştım.
Bir diğer fotoğrafta Bülent Ecevit’in muhtemelen 1999 seçim kampanyası ya da 2000’li yılların başlarında bir yurtiçi gezisinde parti otobüsünün arkasında birlikte sigara içerken çektirdiğimiz bir fotoğrafı buldum. Bugün aramızda olmayan gazeteci Esen Ünür de var o fotoğrafta.
Kiev, 1998 Mayıs ayı
KALBUR ÜSTÜ BİR EKONOMİ MUHABİRİ
Bilal’in Ankara gazeteciliğinde temayüz etmesi, uzun yıllar Ankara Temsilciliği görevinde bulunmasından çok önce ekonomi muhabirliği alanında ortaya koyduğu başarılı mesai ile olmuştu. 1980 ve 1990’lı yıllarda Ankara’nın kalbur üstü ekonomi muhabirlerinden biri olarak haklı bir şöhret yapmıştı Bilal, özellikle makro ekonomi ve finans alanlarına dönük haberciliğiyle.
En çok iz bırakan özel haberlerinden biri, Turgut Özal’ın başbakanlığı sırasında ülke içinde döviz alım satımını serbest bırakan 7 Ağustos 1989 tarihli ünlü “Türk Parası Kıymeti Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar”dı. O dönemin koşullarında bir devrim gibi görülen bu kararın alındığını, açıklanmasından önce yazarak herkesi atlatmıştı.
Keza, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) ekonomiye ilişkin “hizmete özel” raporları üzerinden yaptığı atlatma haberler de büyük ses getirirdi.
Zaten o yıllarda Ankara’da makro ekonomiyi izleyen ekonomi muhabirleri için IMF raporlarını bulup yazmak en kayda değer performans ölçütlerinden biriydi. IMF’nin her bakımdan Türk ekonomisi üzerinde belirleyici bir rol oynadığı o yıllarda, bu raporların basında haberleştirilmesi ülke çapında yankılanır, bu haberler hükümetin ekonomik gidişatının değerlendirilmesinde referans alınırdı.
Resmi belgelere dayanarak yazdığı, 1989 yılında yayımlanan “Soygun/Hayali İhracatın Boyutları” başlıklı kitabı, bir dönem Türk ekonomisinde en önemli yolsuzluk yöntemlerinden biri olan hayali ihracat konusunda önemli bir başvuru kaynağı olma özelliğini bugün de koruyor.
EKONOMİ BÜROKRASİSİNİN GÜVENDİĞİ GAZETECİ
Bilal’in muhabir olarak en önemli hasletlerinden biri, dürüstlüğü, objektifliği ve uzmanlığıyla özellikle ekonomi bürokrasinin güvenini kazanmış olmasıydı. Eski Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez, dünkü sohbetimizde Bilal Çetin’i “Konularına son derece hâkimdi ve neyi soracağını çok iyi bilirdi. Bizler için her zaman güven duyduğumuz, dürüst bir gazeteciydi” diye anlattı.
Daha sonra Ankara Temsilciliği yaptığı yıllarda da aynı ölçüleriyle, siyasilerle mesafesini koruyabilmiş saygın bir gazeteci olarak kendisini gösterdi.
Tabii temsilciliği döneminde ekonomi dışında siyaset başta olmak üzere birçok alanda yazdı. Örneğin, 2004 yılında Sedat Simavi Gazetecilik Haber Ödülü’nü Bilal’le paylaştık. Ben 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedilmesine giden süreci anlattığım “Bizden Saklananlar” dizisi, Bilal ise “Yazılmayan 28 Şubat: Rejimin Bıçak Sırtı Günleri” başlıklı dizisiyle ödülü almıştık.
Bilal Çetin’in cenazesi Cunda Adası’ndaki evinin önünden duayla uğurlanırken.
Geriye dönüp baktığımda, Bilal’in sessiz, sakin, çatışmadan uzak duran kişiliği ön plana çıkıyor belleğimde. Konularına bütün hakimiyetine karşılık, yüksek ses perdesinden konuşarak, sert vurgularla, köşeli cümlelerle bulunduğu ortamlara damgasını vuran biri hiç olmadı. Kendisini hep dengeli, ölçülü bir çizgide ifade etti.
Kariyerlerinin belli bölümlerinde kendisi gibi gazeteci olan ve 1981 yılında Basın Yayın Okulu’nda öğrenciyken evlendikleri eşi Semra Çetin ile aynı kurumlarda çalıştılar. Sabah’ta ve Vatan’da Temsilci ünvanıyla görev yaptığı yıllarda, Semra Haber Müdürü olarak Bilal’in sağ koluydu. Ama rolleri değiştikleri de olmuştu. Semra, 1990’lı yılların başlarında Cumhuriyet Ankara Bürosu’nda İstihbarat Şefi pozisyonunda Bilal’in yöneticisi konumundaydı.
SAKİN BİR EMEKLİLİK HAYATINI TERCİH ETTİ
İkisi de son on yıldır kendilerini kenara çekerek Cunda Adası’nda sakin bir emeklilik hayatı yaşamaktaydı.
Geçen çarşamba günü Bilal’in cenazesi önce adanın Ayvalık’a bakan güney kıyısındaki evinin önüne getirildi, biraz ilerdeki Cunda Hamidiye Camii’nde kılınacak öğle namazına götürülmeden önce.
Deniz, o an düz bir tabaka gibi hareketsizdi, yüzeyi o dinginlik anında ayna gibi gökyüzünün ışığını, bulutları yansıtıyordu. Lodosta evin camlarına kadar vuran deniz ve gökyüzü, sessizlik ve hareketsizlik içinde tanıklık ediyorlardı bu vedaya.
Paylaş