Paylaş
Kuşkusuz, bu yönde adımların atılması ve 911 kilometre uzunluğunda bir sınırı paylaşan iki komşu ülkenin, aralarındaki sorunlar ne kadar zor ve karmaşık olursa olsun, üçüncü tarafların aracılığı üzerinden konuşmak yerine doğrudan diyalog yoluyla temas kurmaları tercihe şayan bir durumdur.
Ancak yolun başındayken karşımızdaki tablonun gerçekçi bir muhasebesini de yapmak gerekiyor. Siyasi diyalog kurulduğu takdirde, çözümü son derece zor, çok sıkıntılı meseleler bekliyor Türkiye ve Suriye’yi.
BM’NİN YOL HARİTASI UYGULANABİLİR Mİ?
Öncelikle, iki ülke arasında yeniden bir barış ve dostluk ikliminin tesis edilebilmesinin temel koşullarından biri, Suriye’deki krize bütün tarafları tatmin eden kapsamlı, kalıcı bir siyasi çözüm bulunmasıdır. Gelgelelim böyle bir çözüm şimdilik ufukta görünmüyor.
Suriye’de siyasi çözümü sağlayacak yol haritasını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararlarında buluyoruz. Buradaki güzergâha bakarsak, önce BM gözetiminde yürütülecek görüşmelerde hükümet ile muhalefet arasında yeni bir anayasa üzerinde uzlaşıya varılacak, ardından ülkede “özgür ve adil seçimler” yapılacaktır.
BMGK’nin 2254 sayılı kararına göre, sayıları 7 milyona yaklaşan diasporadaki Suriyeliler de oy kullanacaktır seçimde. Yani Türkiye’deki yaklaşık 3.7 milyon sığınmacı içinde seçmen olma ehliyetine sahip olanlar da...
Halihazırda çok sayıda dışarıdan aktörün de sahada olduğu, üstelik herkesin elinin silahın tetiğinde beklediği bir ortamda BM’nin öngördüğü yol haritasının eksiksiz bir şekilde uygulanabilmesi, bu aşamada kâğıt üstünde iyi niyetli, soyut bir tasavvurdan ibarettir.
Aslında Astana formatında Türkiye ve Rusya’nın da faal oldukları bir süreç sonunda müzakereleri yürütmek üzere Anayasa Komitesi oluşturulmuş ve 30 Ekim 2019 tarihinde BM gözetiminde Cenevre’de görüşmelere başlanmıştır. Görüşmelerin sekizinci turu geçen haziran ayında tamamlanmış, temmuz ayı sonunda yapılması tasarlanan dokuzuncu tur ise ertelenmiştir. Geçen üç yıla yakın zaman zarfında anayasa yazım sürecinde anlamlı bir mesafe kat edildiğini söylemek zordur.
Muhtemeldir ki çözüm olacaksa, bunun kapısı öncelikle Suriye’de sahadaki durum ve bunun dayandığı uluslararası ve/ya da bölgesel güç dengelerinin belirleyici olacağı bir süreç içinde aralanacaktır. Müzakere masasındaki çözüm bu düzlemlerdeki oyun değiştirici hamlelerin, gelişmelerin bir uzantısı olarak şekillenecektir.
Toplam 11 yılı geride bırakan içsavaşta ülkenin üçte ikisi üzerinde kontrolü önemli ölçüde tesis etmiş olan Esad rejiminin, Arap dünyası ile ilişiklerini belli ölçülerde normalleştirmekte olduğu bir sırada konjonktürün lehine işlediğini düşünerek çözüm konusunda zamana oynaması şaşırtıcı olmaz.
ÇÖZÜM OLURSA ÖSO NE OLUR?
İşi asıl zorlaştıran, sahadaki parçalanmışlıktır. Esad rejimi, Rusya, ABD, Türkiye ve İran’ın askeri güçleriyle sahada oldukları, silahlı muhalif örgütler, El Kaide türevi cihatçı gruplar, PKK uzantısı YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) gibi çok sayıda devlet dışı aktörün de boy gösterdiği, alan tuttukları son derece karmaşık bir jeopolitik denklemden söz ediyoruz.
Fırat’ın doğusundaki bölgede, kuzeyde TSK’nın kontrolündeki 155 kilometrelik “Barış Pınarı” harekât bölgesi hariç, alan hâkimiyeti büyük ölçüde ABD’nin himayesindeki SDG’nin elindedir. Bütün bu bölgede fiilen özerk bir Kürt yönetimi işbaşındadır.
Kuzey sınırının bütününe baktığımızda, yaklaşık üçte ikisinde TSK, ÖSO unsurlarıyla birlikte sınırın Suriye tarafında tesis ettiği güvenlik koridorlarında operasyonel durumdadır. Fırat’ın batısındaki 442 kilometrelik sınırın Hatay’ın en uç noktasına kadar tümünde sınıra çizgisine bitişik topraklar TSK’nın harekât bölgesidir.
Buradaki güvenli bölgelerde yeni adıyla Suriye Milli Ordusu (SMO) eski adıyla Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) faaldir. Türkiye’nin ılımlı muhalefet kategorisinde değerlendirdiği bu grupların kontrolünde 40 bin dolayında bir silahlı gücün bulunduğu tahmin ediliyor.
Suriye sorununa herkesin üzerinde mutabık olduğu nihai bir çözüm bulunduğu takdirde, Türkiye’nin bu bölgelerden çekilmesi de gündeme geleceğinden, söz konusu silahlı ÖSO unsurlarının ne olacağı sorusu karşımıza çıkacaktır. Tasfiye mi edilecekler, yoksa başka bir formülle Suriye Genelkurmay Başkanlığı’nın emir komutası altında ulusal orduya mı davet edileceklerdir?
İDLİB’DEKİ HTŞ YÖNETİMİ NE OLACAK?
“Ilımlı muhalefet” olarak nitelendirilen bu örgütlerle bir uzlaşı sağlandığı varsayılsa bile, Hatay’a bitişik İdlib’in ne olacağı ayrı bir soru işaretidir. Çünkü burada BM Güvenlik Konseyi tarafından “terörist” kategorisinde kabul edilen Heyet Tahrir eş Şam’ın (HTŞ) kontrolünde kendini “hükümet” olarak adlandıran köktendinci bir idare işbaşındadır. Üstelik buradaki yapı dünyanın dört bir tarafından gelmiş cihatçı grupları da bünyesinde barındırıyor.
İdlib’deki HTŞ yönetimine yeni Suriye tasavvuru içinde bir yer bulunabilir mi?
Unutmayalım ki İdlib, aynı zamanda DEAŞ ve El Kaide’nin de barınak bulduğu bir coğrafyadır. DEAŞ’ın son iki lideri Ebu Bekir el Bağdadi ve Ebu İbrahim el Kureyşi’nin geçen bir yıl içinde ABD tarafından İdlib’de öldürülmüş olmaları yeteri kadar düşündürücüdür.
ANKARA HANGİ SEÇENEĞİ ARZULUYOR?
Suriye’nin geleceğindeki en kritik sorulardan biri de Fırat’ın doğusunda vücut bulmuş olan ABD’nin himayesindeki özerk Kürt yönetiminin akıbetidir. Birçok sorunun düğümü belki de burada çözülecektir. Rusya’nın sınırlı bir özerkliğe kapıyı aralayan bir model üzerinden bu yapının Şam’daki merkezi otoriteye eklemlenmesine sıcak baktığı biliniyor. Söz konusu yapının silahlı unsurlarının, yani SDG’nin Suriye Ordusu’na bağlanması konuşulan formüllerden biridir.
Gelişmeler Rusya’nın teşvik ettiği ve ABD’nin de pekâlâ destekleyebileceği bu istikamette ilerlerse, o zaman şu soru da gündeme yerleşecektir: Esad rejimi Suriyeli Kürtler için sınırlı bir özerkliği kabul etmeye yanaşırsa, ağırlıklı olarak PKK’nın Suriye’deki uzantılarını barındıran bu yapının sisteme entegre olmasını Türkiye nasıl karşılayacaktır?
Ankara’nın bu seçeneğe sıcak bakmayacağını tahmin etmek güç değil. Ankara’nın tercihinin Esad rejimi ile muhalefetin bir şekilde uzlaşarak Fırat’ın doğusundaki özerk yapının üzerine gitmeleri olduğu bir sır değil. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçenlerde rejim ile muhalefet arasında uzlaşı gereğini vurgulayarak, “YPG/PKK’nın tek amacı Suriye’yi bölmek. Suriye’nin bölünmesini engellemek için Suriye’de güçlü bir yönetimin olması lazım. Toprakların her köşesine hâkim olabilecek bir irade ancak birlik ve beraberlikle olur” şeklindeki sözleri bu bakışı yansıtıyor.
Ankara, Esad rejimi ve muhalefet arasında bu yöndeki bir amaç birliğine dönük üçlü bir mutabakat şekillenebilir mi? En azından kısa dönemde bu ihtimal kolay görünmüyor. Bu arada ABD ve Rusya faktörlerini de hesaba katmak gerekecektir.
Bu noktada bir varsayım olarak Şam’daki rejimin Kürt gruplarla bir mutabakata vardığını kabul edelim. Fırat’ın doğusu için federe bir model üzerinde uzlaşı belirirse, bu model pekâlâ ülkenin kuzeyinde Türkiye’ye bitişik koridorda muhalefetin kontrolündeki bölgeler için de emsal oluşturmaz mı?
GEÇİCİ STATÜKO YERLEŞEBİLİR
Bu gibi soruları artırmak mümkündür. Ancak bugün itibarıyla bütün bu sorunların yanıtlarının ucu açıktır. Gözlenen yöneliş, bugünkü parçalanmışlık tablosunun en azından gözle görülebilir bir gelecekte sürecek olmasıdır.
Bir başka anlatımla, tarafların sahadaki pozisyonlarını koruyarak mevcut kilitlenmeye dayalı statükoyu bir süre daha devam ettirmeleri yabana atılmayacak bir senaryodur. Sonuçta içinde bulunduğumuz 2020’li yılları Suriye’ye ilişkin bu soruların yanıtlarıyla meşgul olarak geçirebiliriz.
Tabii bütün bu hadiseden çıkartacağımız çok temel bir ders var. Bir ülkenin çözülmesi, özellikle çok sayıda dış faktör de işin içine girdiğinde pekala kısa bir zaman süresinde gerçekleşebiliyor. Ancak dağılan bir ülkeyi yeniden toparlayıp ayakları üzerinde doğrultabilmek o kadar kolay olmuyor.
Paylaş