Paylaş
Geçen dört ayın bir muhasebesine girişirken ilk adım olarak işgalin insani boyutuyla yola çıkmalıyız. Önce yerinden olanlar...
Birleşmiş Milletler’in 15 Haziran tarihli resmi rakamlarına göre, işgal sonucu evlerini terk etmek zorunda kalan 5 milyon Ukraynalı bugün muhtelif Avrupa ülkelerinde sığınmacı olarak dağılmış durumda. Bu toplamın yaklaşık yarısı, savaş ve mülteci olarak yaşama gerçeğiyle küçük yaşta tanışan çocuklardır.
Yerlerinden olup ülke içinde farklı bir noktaya göç etmek durumunda kalan Ukraynalıların sayısı ise 7.1 milyon olarak hesaplanıyor. BM, yardıma ihtiyaç duyan insan sayısını 15.7 milyon eşiğinde gösteriyor.
Ayrıca, ülkenin doğu bölgesinde halen sürmekte olan savaş nedeniyle bombardıman altında evlerini terk etmek zorunda kalan insanların sayısı her geçen gün artıyor. Rusların kuşatması altındaki kasaba ve şehirlerden insani koridorlar açılarak sivillerin kurtarılması hedefleniyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 15 Haziran tarihi itibarıyla savaşta ölen sivillerin -tespit edilebilmiş- sayısını 4 bin 452 olarak açıkladı. Yaralı sayısı ise 5 bin 531 olarak gösteriliyor. Bununla birlikte, gerçek kayıp sayısının açıklanan bu rakamların çok üstünde olduğu kabul ediliyor.
Her iki taraftan ölen askerlerin sayısı konusunda çok çelişik rakamlar mevcut.
Bu arada, Rusya’nın strateji olarak sıkça sivil-asker ayrımı gözetmeksizin sivil yerleşimleri de hedef alarak savaş hukukunu açıkça ihlal eden saldırıları, şimdiden bu ülkeyle ilgili yüklü bir savaş suçları sicili oluşturmuş bulunuyor.
SAVUNMA HARCAMALARI YENİDEN YÜKSELİYOR
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin sonuçları her alanda sarsıcı olmuştur. Avrupa kıtası artık daha az emniyetlidir. Soğuk Savaş’ın 1990’lı yılların hemen başında sona ermesinin ardından geçen otuz yılı aşkın süre zarfında Doğu-Batı ilişkilerine hâkim olan göreceli istikrar ortamı ortadan kalkmış, bu ortamın dayandığı statüko kırılmıştır.
Rusya’nın bir bütün olarak Batı dünyası ile ilişkilerinde uzun süreli bir çatışma dönemine girilmektedir. Bu durumun serpintileri Avrupa ile sınırlı kalmayıp üzerinde yaşadığımız gezegenin her bir tarafına uzanıyor, Ortadoğu’dan Uzak Asya’ya, Çin’e kadar küresel ölçekte bütün güç dengelerini etkileyebilecek potansiyel sonuçlar taşıyor.
Rusya’nın işgalinin yaptığı kötülüklerden biri dünyada askeri harcamaların yeniden yükselişe geçmesidir. Ukrayna’da savaşın yol açtığı güvenlik kaygıları herkesi tedbir alma arayışına yöneltiyor. Almanya’daki Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Hür Demokratların bir araya geldiği koalisyon hükümetinin işgal üzerine 100 milyon Avro ek savunma bütçesi kararlaştırması bile tek başına savaşın bu alandaki en çarpıcı sonuçlarından biridir.
Askeri ittifakların dışında kalma gelenekleriyle temayüz etmiş olan Finlandiya ve İsveç gibi ülkelerin güvenlikleri için savunma güvencesinden yararlanmak üzere NATO’ya üyelik için başvurmaları, 24 Şubat’tan önce herhalde ancak bir film kurgusu olarak düşünülebilecek bir durum olurdu.
Avrupa’da barış ortamında eğitime, sağlığa, toplumların refahına ayrılabilecek kaynaklar şimdi askeri harcamalara kanalize edilmekte, bundan bir kez daha silah endüstrisi kârlı çıkmaktadır.
AVRUPA EKONOMİLERİ NASIL ETKİLENECEK?
Sarsıntılar her bakımdan büyüktür. Rusya’ya olan petrol ve özellikle doğalgaz bağımlılığını düşürme arayışları Avrupa’da yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelme planlarının gözden geçirilmesine yol açmakta, yeniden kömüre ve nükleer santrallere dönüş planları gündeme gelmektedir.
Rusya ve Ukrayna’nın dünya tahıl üretimindeki azımsanmayacak payları nedeniyle, savaşın patlak vermesi aynı zamanda küresel ölçekte bir gıda sorunu tehlikesini de tetiklemiştir.
Öte yandan, enerji fiyatlarının yükselmesinin ve uygulanan yaptırımların Avrupa ekonomileri üzerindeki olumsuz etkileri de şimdiden kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bu gibi gelişmeler, yaşam standartlarının gerilemesini arzulamayan Avrupa toplumları açısından iyi haber değildir.
SAVAŞ KİLİTLENMEYE DOĞRU GİDİYOR
Savaşın geçen dört ay içindeki seyrine baktığımızda, başlangıçta doğrudan Kiev’e dönük bir harekâta girişen Rusya’nın bu hesabının tutmayıp, büyük bir askeri güç olma iddiasına sahada gölge düşüren bir sonuçla karşılaşmasına tanıklık ettik hep birlikte.
Bunun üzerine bütün savaş stratejisini gözden geçiren Rusya, bu aşamada Kiev hedefinden vazgeçerek bunun yerine Luhansk ve Donetsk idari birimlerinden oluşan Ukrayna’nın doğusundaki Donbas bölgesine yoğunlaşmıştır.
Bu strateji değişikliği Rusya’nın sınıra bitişik Luhansk bölgesinde belli ölçülerde sonuç alabilmesini mümkün kılmıştır. Rus ordusu, özellikle topçu ve füze sistemlerindeki nicel üstünlüğünün sağladığı ateş gücüyle Ukrayna’ya karşı bu bölgede önemli kazanımlar elde edebilmiştir. Ancak yine de Luhansk’ın bütününde parantezi henüz tam olarak kapatabilmiş değildir Rusya. Ayrıca Donetsk’te sahada kat etmesi gereken alan oldukça geniştir.
Bu noktada Ukrayna da Batı’dan artan miktarda silah yardımı talebinde bulunmaktadır. Yardımların gelişi beklediği miktarda ve süratte olmasa da Ukrayna ordusu etkileyici bir adanmışlıkla Rusya’ya karşı esaslı bir direnç sergileyebilmektedir.
Askeri uzmanların önemli bir bölümünün üzerinde birleştiği görüş, çatışmaların uzun bir yıpratma savaşına, dolayısıyla bir kilitlenmeye doğru evrilmekte olduğudur. Bu durumda Ukrayna’nın ve bütün dünyanın uzun bir savaşa hazırlıklı olması gerekecektir.
BATI DÜNYASI DAYANIŞMASINI NE KADAR KORUYABİLİR?
Batı dünyası bakımından işin zorluğu, bundan sonraki süreçte savaşın uzaması ihtimali üzerinde beliriyor.
Muhtemelen Rusya Lideri Vladimir Putin, oyun planını Ukrayna’yı işgali ettiği takdirde Batı dünyasının kendisine karşı ortak bir tavır sergileyemeyeceği varsayımı üzerine kurmuştu. Gelgelelim Batı dünyası, tahminleri altüst edecek bir şekilde ABD’den AB’ye uzanan bir bütünlük içinde kuvvetli bir dayanışmayla hareket etmiştir. Batı, birbiri ardına gelen yaptırım paketleriyle Rusya’ya hiç hesaplamadığı ölçülerde bir zarar tahakkuk ettirebilmiştir.
En azından bütün uluslararası kuralları çiğneyerek bir başka ülkenin egemenliğine, toprak bütünlüğüne tecavüz etmenin Rusya’nın yanına kâr kalmayacağı etkili bir şekilde uluslararası camiaya gösterilebilmiştir.
Bununla birlikte, savaş beşinci ayına girerken Avrupa içinde Rusya’ya ödün vermeyen tutumun sürdürülmesini savunan görüşler ile soruna geciktirmeden bir çözüm bulunması çizgisi arasında farklı bakışların su yüzüne çıkmaya başladığı gözleniyor.
Buradaki temel bir güçlük şurada. Batılı ülkeler demokratik rejimleri nedeniyle her konuyu çok seslilik içinde tartışmak durumundalar. Hükümetler kamuoyuna hesap vermek baskısı altındalar. Oysa bütün kararların tek bir kişinin ağzından çıktığı Rusya’daki otoriter sistemde Putin’in kimseye hesap vermek gibi bir yükümlülüğü yok.
Bu durum, Rusya’nın liderini savaş uzadığı oranda Avrupa’nın dayanışmasını çözebileceği gibi bir hesaba yöneltebilir.
Bu açıdan bakıldığında Batı’nın Putin karşısında ne kadar sıkı durabileceği, bugünkü çizgisini ne kadar sürdürebileceği, aslında gelecekte nasıl bir dünyada yaşayacağımız sorusunun yanıtı bakımından da önemlidir.
Meselenin temelinde, en azından Avrupa kıtasında demokrasilerin mi yoksa kural tanımaz otoriter rejimlerin mi baskın çıkacağı sorusu yatıyor. Demokrasiye değer veren, kurallara dayalı bir uluslararası düzen idealini önemseyen insanlar açısından hayati bir sorudan söz ediyoruz.
Paylaş