KKTC’nin bağımsızlık ilanı 40 yıl önce, 40 yıl sonra

BUNDAN tam 40 yıl önce bugün sabah saatlerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ilanının açıklandığını duyarak güne başladığımızda ne kadar şaşırdığımızı çok iyi hatırlıyorum.

Haberin Devamı

Türkiye’de 6 Kasım 1983 seçimlerinin yapılmasının üstünden tam dokuz gün geçmişti. Sandıktan askerlerin desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi değil, Turgut Özal’ın ANAP’ının birinci çıkması büyük bir sürpriz yaratmıştı. Ankara’da bütün gözler Cumhurbaşkanı ve MGK Başkanı Kenan Evren’in Özal’a hükümeti kurma görevini ne zaman vereceği sorusuna çevrilmişti.

Herkes o sırada belirsizlik içinde görünen bu randevuyu beklerken, hiç hesapta olmayan bir şekilde KKTC ilan edilmişti. Lefkoşa’da Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi’nin bağımsızlık deklarasyonunu oybirliğiyle kabul etmesi, seçimde tek başına hükümeti kurma yetkisini almış olan Turgut Özal açısından tam bir emrivaki olmuştu.

Sonradan gün ışığına çıkan bütün bilgi ve belgeler, KKTC’nin bağımsızlık ilanı konusunda aslında seçimden bir süre önce Milli Güvenlik Konseyi ile KTFD Başkanı Denktaş arasında mutabakata varıldığını, Dışişleri Bakanı İlter Türkmen ve bakanlıktan çok dar bir kadronun başından itibaren sürecin içinde olduğunu ortaya koymuştur.

*

Haberin Devamı

Bütün sorun, seçimi MDP’nin kazanması beklenirken hesapta olmayan bir şekilde sandıktan Özal’ın çıkması olmuştur. Bu nedenle Milli Güvenlik Konseyi, KKTC’nin ilanıyla ilgili planı uygulamaya geçirip geçirmeme konusunda bir süre tereddüt geçirmiş, ancak sonunda her şeye rağmen aynen uygulanması kararı baskın çıkmıştı.

Evren, Özal’a hükümeti kurma görevini bağımsızlık ilanından üç hafta kadar sonra 7 Aralık tarihinde vermiştir.

KKTC ilan edildiği gün yanıtı en çok merak edilen soru, uluslararası camiaya katılan bu yeni devletin tanınıp tanınmayacağıydı.

Hazırlıklar sırasında Ankara, Pakistan ve Bangladeş’ten yeşil ışık almıştı. Plana göre, Denktaş’ın sabah yapacağı bağımsızlık duyurusundan sonra gün içinde önce bu iki ülke KKTC’yi tanıyacak, ardından Türkiye üçüncü ülke olarak arkadan gelecekti. Böylelikle, Türkiye ilk tanıyan olmayacaktı.

Ancak ABD ve Birleşik Krallık’ın bütün güçleriyle yüklenerek bu iki ülke üzerinde kurdukları muazzam baskı sonucu Pakistan ve Bangladeş, Türkiye’ye söz verdikleri halde bu adımdan vazgeçmiştir.

Haberin Devamı

Akşam saatlerine kadar beklenmiş ve bu iki ülkeden tanıma gelmeyeceği kesinleşince, Türkiye’nin KKTC’yi tanıma kararını açıklamaktan başka bir seçeneği kalmamıştı.

Dışişleri Bakanı Türkmen’in akşam saatlerinde tanıma açıklamasını yapmak üzere düzenlediği basın toplantısını izleyen gazetecilerden biri de o tarihte Cumhuriyet gazetesinin diplomasi muhabiri olan bu satırların yazarıydı. Türkmen’e KKTC’yi kaç ülkenin tanıyacağını sorduğumuzda, kendisinden “İstatistikleri yanında getirmemişim” şeklinde esprili bir yanıt almıştık.

*

Aradan tam 40 yıl geçmiştir. Önümüzdeki temmuz ayında da Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’nci yıldönümü kutlanacaktır.

Tabii 40 yıllık zaman kesiti bir muhasebe yapmak açısından önemli bir vesiledir. Yapacağımız bir değerlendirmede, yola çıkarken tanınma konusunda beslenen umutların, beklentilerin karşılıksız kaldığını teslim etmek durumundayız.

Haberin Devamı

KKTC’yi bugün resmi düzeyde bağımsız devlet kimliğiyle Türkiye dışında hiçbir ülke tanımamaktadır. Bununla birlikte, KKTC bir dizi uluslararası örgütte “Gözlemci Üye” statüsünde sahneye çıkabilmektedir. Örneğin KKTC öncesindeki KTFD döneminden itibaren İslam İşbirliği Teşkilatı’na “Kıbrıs Türk Müslüman Cemaati” kimliğiyle “Gözlemci” statüsüyle katılmıştır. Bu örgüt, 2004’teki Annan Planı referandumundan sonra “gözlemci”yi bu plandaki adıyla “Kıbrıs Türk Devleti” kimliğiyle tescil etmiş, KKTC demekten kaçınmıştır.

Buna karşılık, KKTC’nin geçen yıl Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) İşbirliği Teşkilatı’na da gözlemci üye olarak katılması son zamanlardaki kaydedilen en önemli gelişmelerden biri olmuştur. Üstelik bu kuruluş, İslam Örgütü’nden bir adım ileri giderek KKTC’yi kendi adıyla kabul etmiştir.

Haberin Devamı

Gelgelelim, bu adım uluslararası alanda geniş tepkilere yol açmıştır. Muhtemelen bu tepkilerin de sonucu olarak, geçen 3 Kasım’da Kazakistan’da düzenlenen TDT Zirvesi’ne KKTC gözlemci üye olmakla birlikte davet edilmemiştir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da zirveye hitabında “Müteakip zirvemizde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni karar verdiğimiz şekilde gözlemci üye statüsüyle aramızda göreceğimize inanıyorum” diyerek, bundan sonrası için Ankara’nın beklentisini duyurmuştur.

Geçen hafta Özbekistan’da yapılan ve Türkiye, İran, Pakistan, Azerbaycan, Afganistan ile beş Orta Asya ülkesinin katıldığı Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) Zirvesi’ne ise KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar gözlemci üye olarak katılabilmiştir. Erdoğan, bu kez konuşmasında Tatar’ın katılımından memnuniyetini belirtmiştir.

Haberin Devamı

Bu arada, yakın zamanlarda çok değerli bir jest Azerbaycan’dan gelmiştir. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar Azerbaycan’da düzenlenen “Kıbrıs Türk Günleri” etkinliklerine katılmıştır. Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 14 Ekim’de Tatar’ı Bakü’deki resmi ikametgâhında kabul etmiştir. Azerbaycan’ın resmi haber ajansı, görüşmenin haberini verirken Tatar’ın unvanını “Şimali Kıbrıs Türk Republikası Prezidenti” olarak duyurmuştur.

Bütün bu haberler de gösteriyor ki, dünyada çok sayıda ülke KKTC’yi resmen tanımasa da bir şekilde onunla temas içindedir. Bu duruma Batı ülkelerinden de örnekler verilebilir.

*

Tabii geçen 40 yılın muhasebesinde, KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durabilmesi anlamında arzulanan bir konuma gelemediği objektif bir olgudur. Bu sonucun kuşkusuz içten kaynaklanan bir dizi nedeni vardır.

Ancak tanınmama sorununun da burada baskın bir rol oynadığını teslim etmemiz gerekir. Tanınmaması, ambargolara, yaptırımlara hedef olması, KKTC’nin kendi kendine yetebilmesine izin vermemiştir. Tanınmayan bir ülkeye Türkiye dışında kim yatırım yapacaktır? En basitinden havaalanlarına Türkiye kalkışlı olanlar haricinde uçak inmeyen bir ülkenin, sahip olduğu muazzam turizm potansiyelinden tam olarak yararlanabilmesi mümkün müdür?

Bu koşullarda KKTC, kaçınılmaz olarak Türkiye’nin ekonomik ve siyasi desteğine dayanmak durumunda kalmıştır.

Karşılaştığı sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, KKTC’nin geçen 40 yıl içinde gösterdiği en kayda değer başarılarından biri, canlı, güçlü bir demokrasiyi yaşatabilmiş olmasıdır. Dünyanın tanınmadığı bu küçük ülke demokratik olgunluğuyla bulunduğu coğrafyada hâlâ demokrasiyle tanışmayı bekleyen bütün ülkelere gerçek bir rol modeli olmuştur.

*

Geçen 40 yılın muhasebesini yaparken KKTC’nin maruz kaldığı çok büyük bir haksızlığı da vurgulamamız gerekir. Konu, BM’nin hazırladığı Annan Planı referandumudur.

BM’nin hazırladığı ve Kıbrıs sorununa bir federasyon çatısı çerçevesinde çözüm getiren Annan Planı 24 Nisan 2004 tarihinde BM gözetiminde düzenlenen referandumda KKTC tarafından kabul edilirken, Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilmiştir. KKTC’de oylamaya katılanların yüzde 64.91’i ‘evet’ derken, Rum kesimi yüzde 75.83 çoğunlukla ‘hayır’ demiştir.

Kıbrıslı Türkler, bağımsız devletlerinden feragat ederek bir federasyon çatısı altında Rumlarla birlikte yaşama iradelerini ortaya koyarken, Rumların iradesi aksi yönde şekillenmiştir.

Böyle bir durumda BM’nin, Batı dünyasının, geniş ölçekte uluslararası camianın beklentisini karşılayan, esneklik gösteren, uzlaşan tarafın ödüllendirilmesi; uzlaşmaz tarafın da yaptırım görmesi gerekmez miydi?

Hakkaniyetli bir tutum kuşkusuz bu sonucu gerektirirdi. Oysa bunun tam tersi bir durum yaşanmıştır. Referandumdan tam bir hafta sonra
1 Mayıs 2004 tarihinde AB’nin genişleme dalgası içinde Kıbrıs Rum Yönetimi diğer dokuz aday ülkeyle birlikte tam üye olarak AB’nin kapısından içeri adım atmıştır.

Yani, bir anlamda BM planını reddedip, AB tam üyeliğiyle taçlandırılmıştır.

*

Zaten referandumda sonuç hangi yönde çıkarsa çıksın AB’ye tam üye yapılacaklarını bildiklerinden, Rumların BM planına ‘evet’ demeleri için bir neden kalmamıştı. Tam üye olmalarıyla birlikte KKTC’yi, Türkiye’yi daha çok sıkıştırabilmelerinin önü açılıyordu.

Bu arada, Annan Planı’nı kabul ettikleri için KKTC’ye izolasyonun kaldırılacağı, yaptırımlara son verileceği yolunda AB tarafından yapılan bütün vaatler de yerine getirilmemiştir.

AB’nin 2004’te bu tutumuyla ne kadar büyük bir kötülük yaptığı, aslında Kıbrıs sorununu çözümsüzlüğe mahkûm ettiği gerçeği bugün çok daha iyi anlaşılıyor.

Geçen yirmi yıla yakın süre zarfında, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Yunanistan’ın da desteğiyle, AB içinde tam üye olarak bütün imkânlardan ve oybirliği ilkesinden yararlanarak, Türkiye’nin AB ile ilişkilerine her türlü engeli çıkarması, bu ilişkileri ipoteği altına alması AB’nin bu büyük günahının bir başka boyutudur.

*

Annan Planı Rumlar tarafından reddedildiğinde, federasyon seçeneğinden iki devletli çözüme doğru yönelişin önünün açılması için bir fırsat doğmuş, ancak bu imkân o dönemde değerlendirilmemiştir.

AK Parti iktidarı, o dönemde tam üyelik müzakerelerinin başlamasını olumsuz yönde etkileyeceği kaygısıyla bu adımı atmaktan kaçınmıştı. İki devletli çözüm yoluna gidilmese bile, hiç olmazsa referandum sonucunun KKTC’nin izolasyonunu sona erdirecek bir fırsata tahvil edilemediği, bu anlamda başarısız kalındığı bir gerçektir.

Türkiye, çok sonra 2021’de Kıbrıs’ta iki devletli çözüm seçeneğine yönelmiştir. Ancak bu kez uluslararası alanda elverişli bir konjonktür söz konusu değildi.

Son tahlilde KKTC tanınma sorunuyla yaşamakla birlikte, 40 yıldır bağımsız bir devlet olarak bekasını pekala sürdürmüştür. Bulunduğu coğrafya yakından tanık olduğumuz üzere savaşlar, istikrarsızlıklarla çalkalanırken 1974’ten bu yana Kıbrıs’ta barış var. Uluslararası camiaya, özellikle de Batılı ülkelere düşen, bu tabloya bakıp barış ortamının değerini teslim etmek olmalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları