Paylaş
Meloni, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine şiddetle muhalefet eden, bu pozisyonunu “Avrupa’nın İslamlaştırılmasına karşı olduğu” görüşü üzerinden gerekçelendiren bir bakışı temsil ediyor. Geçen yıl yaptığı bir konuşmada Türkiye’nin AB’ye tam üye adaylığı statüsünün feshedilmesini de talep etmişti.
Bu arada, geçmişte kendisinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında kullandığı eleştirel ifadelerin sert çizgiler taşıdığını belirtmeliyiz. Örneğin, Erdoğan’ın “Siyasi İslam’ı Avrupa’ya taşıdığını” ileri sürüyor Meloni. İslam karşıtlığı, zaten kendisinin dünya görüşünün önemli bir paydasıdır.
Tabii, İtalya’daki seçimin Türkiye’ye dönük muhtemel sonuçlarını değerlendirmeden önce Meloni’nin başarısının hem kendi ülkesi hem de Avrupa açısından ne anlama geldiği sorusuna da kısaca bakmalıyız. Gelecekte Türkiye’nin karşısında bulacağı Avrupa gerçekliğini okuyabilmek bakımından da gerekli bu yönelişi öngörebilmek.
GENÇLİĞİNDE MUSSOLINI’YE SEMPATİSİNİ SAKLAMAMIŞTI
Aslında İtalya’da 2018 yılı mart ayında yapılan bir önceki seçimler yabancı aleyhtarlığıyla desteklenen popülizmin yükselişine sahne olmuştu. Dört yıl sonraki erken seçim, bu yönelişi ileri götürmüş, merkezdeki partilerin daha da gerilemesiyle aşırı sağ çizginin iyice güçlendiği bir tabloyla sonuçlanmıştır.
Karşımızda en azından gençliğinde faşist diktatör Benito Mussolini’ye sempatisini gizlememiş olan 45 yaşındaki genç bir başbakan adayı var. Sonradan tevil etmeye çalışmış olmasına karşılık, Meloni AB’ye şüpheci bakan, sorgulayan görüşlere sahip. Bu nedenle AB’de bütün kaşların kalkmasına yol açmış bulunuyor.
Şu işe bakın ki bugün AB’ye vücut veren Roma Antlaşması’na 1957 yılındaki imza töreni vesilesiyle başkentinin adı verilen İtalya, bugün AB’ye dönük taahhütleri konusunda tereddütler duyulan bir ülke durumuna girmiştir.
Meloni ile AB müesses nizamı arasında önümüzdeki dönemde nasıl bir dengenin şekilleneceğini bu aşamada kestiremiyoruz. Burada çekişmeli bir ilişki ortaya çıkabilir. Elinde tuttuğu fonlar da AB’ye genç başbakan adayı karşısında kuvvetli bir pazarlık marjı sağlıyor. Ayrıca, İtalya’da sıkça değişen hükümetler gerçeği içinde güçlü kalmayı her zaman başarmış İtalyan bürokrasisinin bu süreçte oynayabileceği rolü de hiç yabana atmamak gerekiyor herhalde.
Bu noktada herkesin yanıtını merak ettiği soru, İtalya’nın AB’ye şüpheci bir çizgiye yönelmesinin Avrupa içindeki genel güç dengesini nasıl etkileyeceğidir. Genellikle Fransa ve Almanya ile birlikte AB’nin ana ağırlık ekseninde yer alan İtalya’nın, bu merkezden kopup popülist Viktor Orban’ın liderliğindeki Macaristan gibi otoriterleşmeye kayan ülkelerle birlikte bir karşı ağırlık oluşturması ihtimali, AB açısından ciddi bir sınama yaratabilir.
Özetle, Meloni’nin nasıl bir yol izleyeceği “Nasıl bir Avrupa?” sorusunun yanıtı bakımından da önemli. En azından bugün itibarıyla duyulan endişeler, yabancı karşıtlığıyla temayüz eden Meloni’nin AB içinde insan hakları, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk gibi geleneksel Avrupa değerlerinden uzaklaşma eğilimini güçlendiren bir etki yaratabileceği yönündedir.
İTALYA, AB İÇİNDE EN YAKIN ÜLKELERDEN BİRİYDİ
Türkiye açısından en başta vurgulamamız gereken nokta, yakın geçmiş dahil zaman zaman bazı iniş çıkışlar olsa da İtalya’nın bugüne dek Avrupa’da her zaman Türkiye’ye en yakın duran ülkelerden biri olduğudur. İtalya, geçen dönemde Türkiye’nin tam üyelik hedefine AB içinde destek alabildiği ülkelerden biri olmuştur.
Ayrıca Türkiye’nin İtalya ile ilişkileri, Fransa cephesinde yaşandığı gibi önyargıların, çatışan çıkarların sıkça baskın olabileceği bir yapıda değildir. Keza Almanya gibi birçok girift sorunun işleri zorlaştırdığı bir ilişki yapısından da uzaktır.
Bu arada salt Türkiye-AB ilişkileri açısından baktığımızda, şu hususu da göz önünde bulundurmalıyız. AB ile tam üyelik müzakereleri zaten durmuş olduğu için Meloni’nin iktidara gelişinin bu olumsuzluğu daha ileri götürebilmesi söz konusu değildir. Ancak yine de AB ile bundan sonrasına dönük bazı hamleler gündeme gelirse, İtalya’nın desteği açısından sıkıntı yaşanabilir.
SAMP-T SİSTEMLERİ NE OLACAK?
Bununla birlikte Meloni de başbakanlık koltuğuna oturduğunda, ülkesinin Türkiye ile ilişkilerinin gerçekçi bir muhasebesini yapmak durumundadır. Her şeyden önce İtalya ile Türkiye köklü ticaret ortaklarıdır. İtalya Türkiye’nin dördüncü büyük ihracat kapısıdır, 2021 yılındaki 11.5 milyar dolara yaklaşan toplamla. İthalatın da 11.6 milyar dolara yakın olması dengeli bir dış ticaret hacmi sağlıyor. Keza enerji alanında iki ülke arasında yakın bir işbirliği söz konusudur.
Öte yandan, İtalya-Fransa ortaklığı EUROSAM’ın ürettiği SAMP-T hava savunma sistemleri iki ülke arasında son dönemin en önemli işbirliği konularından biridir. Türkiye, Rusya’dan aldığı S-400’lerden sonra ikinci aşamada SAMP-T seçeneği ile ilgilenmektedir.
İtalya’nın teknokrat kimlikli bir önceki başbakanı Mario Draghi’nin geçen temmuz ayının başında Ankara’ya yaptığı ziyarette, bu konudaki müzakerelerin seyriyle ilgili olumlu vurgular ön plana çıkmıştı. Erdoğan, 5 Temmuz’daki görüşmeden sonra yaptığı açıklamada “Başbakan’la mutabakatımız tam. Herhangi bir sıkıntı söz konusu değil. Aynı şekilde Macron ile de mutabakatımız var. Temennim o ki, bir an önce imzaları atıp yolumuza devam edelim” diye konuşmuştu.
İtalya’nın yeni başbakanının Türkiye ile ilgili önüne gelecek ilk dosyalardan biri SAMP-T olacaktır.
LİBYA’DA AYNI İTTİFAK EKSENİ
Libya’daki krizin seyri, iki ülke arasındaki siyasi diyaloğun son dönemdeki en önemli başlıklarından biridir. Türkiye ve İtalya, Libya’daki içsavaş karşısında bugüne dek büyük ölçüde aynı ittifak ekseni içinde hareket etmiştir. İki ülke de içsavaşın patlak vermesinden sonra Rusya ve Fransa himayesindeki Halife Hafter güçlerine karşı, Trablus’ta BM’nin meşru gördüğü hükümetlerin yanında durmuştur.
Bu çerçevede geçen temmuz ayındaki Ankara ziyareti sırasında Draghi’nin Libya konusunda “İki ülke aynı bakış açısı ve aynı hedeflere sahip, bu da işbirliğini daha yakın hale getirecek. Bu yolda daha sıkı çalışma konusunda mutabık kaldık” diye konuşması bu ortak tutumun bir yansımasıdır.
DRAGHI’NİN BIRAKTIĞI YOL HARİTASI MASADA BEKLİYOR
Vurgulamamız gereken nokta, Draghi’nin temmuz ayındaki ziyareti sırasında iki ülke arasında enerjiden savunma sanayisine, ticari ilişkilerden Doğu Akdeniz’e kadar her alanda işbirliğinin geliştirilmesini öngören çok geniş bir işbirliği mutabakatına varılmış olmasıdır. Bu mutabakatın içeriği 26 maddede tam yedi sayfa tutan bir ortak bildiriyle açıklanmıştır. Bu belge iki ülke arasında geleceğe dönük kuvvetli bir yakınlaşma perspektifi getiriyor.
Gelgelelim, Draghi bu metni imzaladıktan iki hafta sonra erken seçime uzanan siyasi gelişmeler nedeniyle 21 Temmuz’da istifasını vermek zorunda kalmıştır. Meloni, başbakanlık koltuğuna oturduğunda selefi olan teknokrat başbakanın kendisine bıraktığı bu mutabakatı masasında bulacaktır.
Bütün mesele Meloni’nin işbaşı yaptıktan sonra Türkiye karşısında nasıl bir yol izleyeceği sorusunda çıkıyor. Draghi’nin bıraktığı yol haritası üzerinden mi yürüyecektir? Yoksa bu haritayı yeni baştan mı tanımlamaya kalkacaktır? Burada bir karar vermesi gerekiyor.
Tabii Meloni’nin Türkiye karşısında kullanacağı söylem de Türkiye ile İtalya arasındaki ilişkinin seyri bakımından kritik bir önem taşıyacaktır. Eski söylemini tekrarlamaya kalkması ilişkileri sıkça stres testine sokabilecektir.
Paylaş