Paylaş
GİRİŞ
1- İLK “İSTENMEYEN ADAM” KRİZİ 1952 DARBESİNDEN SONRA YAŞANDI
Türkiye-Mısır ilişkilerinde yaklaşık on yıl süren bir soğukluğun geride bırakılıp normalleşme adımlarının atıldığı bir dönemden geçiyoruz. Mısır’la 2013’te bu ülkede meydana gelen askeri darbe sonrasında yaşanan büyük krizle dibe vuran ilişkiler, geçen temmuz başında büyükelçilerin karşılıklı olarak yeniden atanması, ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi’nin geçen pazar günü Yeni Delhi’deki G-20 zirvesi sırasında görüşmeleriyle olumlu bir seyre yönelmiş bulunuyor.
Erdoğan’ın görüşmenin içeriğini aktarırken, “Davet konusu da gündeme geldi. Onlar tabii önce bizi bekliyorlar ama ben dedim ki, ‘Biz sizi bekliyoruz” şeklindeki sözleri, iki ülke arasında cumhurbaşkanı düzeyinde bir ziyaretin de gündemde olduğunu gösteriyor. Bu aşamada Ankara ile Kahire arasında tartışılan konu, ilk ziyareti kimin yapacağı sorusu üzerinde odaklanıyor.
***
Aslında bu ilişkilerin tarihine baktığımızda, geçmişte farklı konjonktürlerde, farklı nedenlerle de olsa benzer şekilde sancılı dönemlerden geçildiğini, bu dönemlerin bazen uzun da sürebildiğini, ancak sonuçta bu krizlerin her seferinde aşıldığını görüyoruz.
Üstelik Kahire’deki Türk büyükelçilerin Mısır tarafından “Persona Non Grata” yani “İstenmeyen Adam” ilan edilmesi hadiseleri ilk kez 2013’te de karşımıza çıkmıyor. Benzer hadiseler daha önce 1954 ve 1961 yıllarında da iki kez yaşanmış. Ancak 1950’li yılların ilk yarısında meydana gelen ve Kahire’deki Türk Büyükelçisi Hulusi Fuat Tugay’ın “İstenmeyen Adam” ilan edilmesiyle sonuçlanan ünlü “Tugay Hadisesi” ilişkilerin tarihinde özel bir yer tutuyor.
Mısır’la yaşanan son kriz, 2013 temmuz ayı başında Mısır’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin darbeyle devrilmesinden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın darbeyi ve lideri Genelkurmay Başkanı General Abdülfettah es-Sisi’yi hedef alan sert çıkışlarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı.
Erdoğan’ın özellikle doğrudan Sisi’nin şahsını hedef alan ağır eleştirileri karşısında Mısır yönetimi, 23 Kasım 2013 tarihinde Kahire’deki Türk Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı’yı “İstenmeyen Adam” ilan edince, Türkiye de misilleme yaparak Ankara’daki Mısır Büyükelçisi Abderahman Salaheldin’i aynı tasarrufa tabi tutmuş, büyükelçilerin karşılıklı olarak gönderilmeleriyle Türkiye-Mısır ilişkileri tam anlamıyla bir yüksek gerilim alanına girmişti.
***
İlginçtir ki, ilişkilerde 1953 sonu ve 1954 başına rastlayan dönemde yaşanan kriz de yine Kahire’deki bir darbenin sonrasına rastlıyor. Ancak bu kez darbe seçilmiş Cumhurbaşkanı’na değil, Mısır’ı yöneten hanedana, Kral Faruk’a karşı yapılmıştır. Yarbay Abdülnasır Cemal’in kilit konumda olduğu Hür Subaylar Hareketi, 23 Temmuz 1952’de Kral Faruk’u devirmiştir.
Cemal Abdünnâsır
Başlangıçta ön planda Kara Kuvvetleri Komutanı General Muhammed Necib’in görünmesine karşılık, bütün ipler Devrimci Komuta Konseyi’nin lideri olan Nasır’ın elindeydi. Necip 1954 yılı şubat ayında Konsey tarafından görevden uzaklaştırılacak, ardından Nasır önce başbakanlığa gelecek ve nihayetinde 1956 yılında anayasa değişikliğine giderek yüzde 99.9 oyla seçilip cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacaktır. Nasır, Cumhurbaşkanı konumuyla Mısır’ı 1970 yılında ölümüne kadar 14 yıl kesintisiz bir şekilde yönetmiştir.
Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkiler Nasır’ın ölümüne dek genellikle sancılı bir seyir izlemiştir. Özellikle 1950’li yıllarda Türkiye’de iş başında olan DP iktidarı ABD’ye, NATO’ya, Bağdat Paktı’na yakınlığı ön plana alırken, Nasır’ın dış politikada Bağlantısızlar Hareketi içinde ön plana çıkması, Sovyetler Birliği’ne yakınlaşması iki ülkeyi uzaklaştıran faktörler olmuştur.
Mısır’ın Bağlantısızlar Hareketi’nde Kıbrıs sorununda Türk tezlerine uzak durması da ilişkilerde ciddi bir sıkıntı yaratmıştır. 1960’lı yılların ortalarında Türk dış politikasında çok yönlülüğün ortaya çıkmasıyla birlikte Mısır ile ilişkilerin de düzelmesi yönünde bir hareketlilik gözlenmiştir.
2- TÜRK SEFİRESİNİN İKİ UNVANI OLUNCA
Kahire’de askeri rejimin projektörleri Türk Büyükelçiliği’nin üzerine çevrilmişti. Yalnızca rejim değil, Kahire’deki bütün kordiplomatik ve basın çevreleri de Mısır’da 1952 yazındaki ihtilalden sonra ipleri eline alan Nasır’ın liderliğindeki Devrim Komuta Konseyi ile Türk Büyükelçiliği arasında hissedilebilir bir şekilde yükselmekte olan gerilimi izlemekteydi.
Gerilimin temelinde öncelikle Türk Büyükelçisi Hulusi Fuat Tugay’ın eşi Emine Tugay’ın darbecilerin devirmiş olduğu Mısır Hanedanı’nın önde gelen bir ismi olması geliyordu. Sefire, hanedana öyle uzaktan akraba da değildir. Devrilen Kral Faruk’un kuzenidir.
Emine Tugay (sağda), Neslişah Sultan ile Kahire’de bir törende.
Aralarındaki yakın bağı şöyle açıklayalım. Emine Tugay’ın babası Osmanlı Donanma Nazırı Mahmud Muhtar Paşa’dır. Annesi Prenses Nimetullah ise Kavalalılar Hanedanı’nın temsilcisi olarak Mısır Hidivi sıfatıyla bu ülkeyi 1863-1879 yılları arasında yönetmiş olan İsmail Paşa’nın kızıdır.
İsmail Paşa’nın çocuklarından biri de Kahire’de 1917-1922 yılları arasında “Sultan”, 1922-1936 arasında da “Kral” unvanıyla tahtta oturan 1. Fuad’dır. Yani Kral, Emine Tugay’ın dayısıdır. Fuad’ın oğlu Kral Faruk ise 1936 yılında babasının ölümünden sonra 16 yaşında tahta çıkmış ve darbeyle devrildiği 1952 yılına kadar bu görevde kalmıştır.
Özetle, Emine Tugay ve Kral Faruk, Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın torunlarıdır.
Kral Faruk
Zürih Güzel Sanatlar Okulu resim bölümünü bitirmiş olan Emine Tugay, Kahire’de hem Türk sefiresi hem de Mısır Hanedanı’nın önde gelen bir temsilcisi olarak bir anlamda çift şapkaya sahiptir. Bu durum kaçınılmaz olarak Kahire’de Türk Büyükelçiliği ile Mısır’da Kral Faruk’u devirip kendisini İtalya’ya sürgüne gönderen iktidarın yeni sahibi ihtilalci subaylar arasında rahatsızlığa yol açmıştır.
İşi zorlaştıran bir başka boyutu daha var bu meselenin. Emine Tugay hanedan mensubu olarak Mısır’da çok verimli ve değerli topraklara sahiptir. Gayrimenkullerinin yönetimi için Kahire’de bir büro çalıştırmaktadır.
3- ANKARA BÜYÜKELÇİYİ ÇEKMEYİNCE SIKINTI BÜYÜDÜ
Demokrat Parti hükümeti 1950 yılı sonunda Fuat Tugay’ı Kahire’ye büyükelçi gönderirken, muhtemelen eşinin hanedandan olmasının Kahire’de Türkiye açısından bir avantaj yaratacağını düşünmüştür.
Bir anlatıma göre, kendisine Kahire’ye büyükelçi olarak gideceği bildirildiğinde, Fuat Tugay, Dışişleri Bakanı Prof. Fuat Köprülü’ye giderek bu atamaya itiraz etmiştir. Tugay, Mısır Sarayı ile evlilikten “sıhriyet” bağı ve eşinin emlaki dolayısıyla bu bağı kabul etmesinin sakıncalı olacağını belirtmiştir. O dönemde Kahire’de görev yapan Türk diplomatı Mahmut Dikerdem’in yazdığına bakılırsa, Prof. Köprülü “Eşinizin çıkarı devletin çıkarının önüne geçemez” diyerek, Tugay’ın bu itirazını geri çevirmiştir.
Mahmut Dikerdem
Eğer darbe olmasaydı ve Mısır’daki krallık rejimi sürseydi, muhtemelen Tugay’ın Kahire’de görev yapması bir soruna yol açmayacaktı. Ancak 23 Temmuz 1952 tarihinde gerçekleşen darbe yeni bir durum ortaya çıkarmıştır. Demokrat Parti hükümetinin krallık rejiminin yıkılmasının ve Kral Faruk’un yurtdışına sürgün gönderilmesinin tetiklemesi kaçınılmaz olan olumsuzlukları önemsemeyip, Türk Büyükelçisi Tugay’ı darbeden sonra görevinde tutmaya devam etmesi krize davetiye çıkartmıştır.
Üstelik Büyükelçi Tugay’ın darbecilere karşı olumsuz hissiyatını saklamaması, dahası Nasır’a herkesin ortasında açık bir şekilde tavır koymasıyla diplomasi tarihinde eşine ender rastlanan bir kriz patlak verir.
Bu krize ilişkin en geniş anlatımı, olay meydana geldiği sırada Kahire Büyükelçiliği’nde iki numaralı yetkili olarak görev yapan ve Hulusi Fuat Tugay Kahire’den sınır dışı edilince maslahatgüzar unvanıyla uzun bir süre burada Türkiye’yi temsil eden Mahmut Dikerdem’in 1977 yılında yayımlanan “Ortadoğu’da Devrim Yılları” başlıklı kitabında buluyoruz.
Hulusi Fuat Tugay - Emine Tugay
4- TÜRK BÜYÜKELÇİ NASIR’A “İNGİLİZLERLE ANLAŞ” MESAJI VERİRSE
Ancak bu krizin öyküsüne geçmeden önce darbenin kilit ismi Nasır’ın 1952 yılında yönetime el koyduktan sonra Türk Büyükelçiliği’ne yaptığı ziyareti ve bu ziyaretin Büyükelçi Tugay ile arasında çok talihsiz bir diyaloğa sahne olmasını da kısaca hatırlamak gerekir. Hatta bu hadiseyi dönemin ilk krizi olarak görmek daha doğru olur.
Şöyle ki, Büyükelçi Tugay, darbeden kısa bir süre sonra bir akşam yemeği düzenleyerek başta Nasır olmak üzere Devrim Konseyi’nin bütün üyelerini büyükelçiliğe davet eder. Bu yemeğin organizasyonunda Mısır’ın Ankara’daki askeri ataşesi önemli bir rol oynar. Danışmalar için Kahire’ye gelen ve Nasır’ın yakın arkadaşı olan askeri ataşe, askerlerle Türk Büyükelçisi arasında mesaj getirip götürerek bu yemeğin organizasyonunda rol oynar. Gelen olumlu işaretler üzerine Tugay, Nasır ve Konsey üyesi arkadaşlarını büyükelçilik rezidansında resmi bir yemeğe davet eder.
Nasır, bir yabancı sefaret davetini ilk kez kabul etmiştir. Bu ziyareti Türkiye’ye verdiği önemin göstergesidir. Aslında büyükelçinin hanedanla yakınlığını bilmesine rağmen bu jestte bulunması, Türkiye ile iyi bir başlangıç yapma, Ankara’daki Demokrat Parti hükümetine sıcak mesajlar gönderme iradesini yansıtmaktadır Nasır’ın.
Yemekten sonra büyükelçiliğin geniş taraçasına çıkılır ve siyasi konular üzerine sohbet başlar. Sıcak bir yaz gecesinde geçen bu sohbetin tanıklarından biri de büyükelçiliğin iki numaralı diplomatı Mahmut Dikerdem’dir. Sohbet Birleşik Krallık’ın kontrolünde olan Suveyş Kanalı’nın durumuna kayınca, Dikerdem’in aktarımına göre, Büyükelçi Tugay ihtilalci subaylara İngilizlerle “uzlaşmalarını” tavsiye eder.
Tugay, “İngilizlerin Süveyş kanalındaki muazzam kuvvetleri”ne dikkat çeker, ayrıca İngilizler ve müttefiklerinin yardımı olmadan Mısır’daki yeni rejimin ekonomik güçlüklere çare bulamayacağını anlatır. “Anlayışlı olmak ve İngilizleri kızdırmamak gerekir” mesajını verir.
Oysa anti-emperyalist bir dünya görüşüyle yola çıkmış olan Nasır ve arkadaşlarının en önemli siyasi hedefleri, Birleşik Krallık’ın Suveyş Kanalı üzerindeki denetimini ve Mısır topraklarındaki İngiliz askeri varlığını bir an önce sona erdirmektir. Nitekim Dikerdem, “Bu sözler genç subayların üstünde soğuk bir duş etkisi yaptı. Onlar İngiliz işgaline son vermek için gerekirse kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklarını söylüyorlardı” diye anlatıyor.
Buradaki kritik bir nokta, Büyükelçi Tugay’ın o akşam Devrim Komuta Konseyi üyeleri ile yaptığı bütün konuşmaları Dışişleri’ne hiçbir şeyi saklamadan telgrafla aynen bildirmesi ve Ankara’dan da kendisine “kutlama mesajı” gönderilmesidir. Demokrat Parti hükümeti, darbeci subaylara verilen “Birleşik Krallık ile anlaşın” mesajının isabeti konusunda Kahire Büyükelçisi ile mutabıktır.
Sonuçta Nasır, Türk Büyükelçiliği’nden gayri memnun bir şekilde ayrılır o gece.
5- YOKSA NASIR BÜYÜKELÇİLİĞE KENDİ İSTEĞİ İLE Mİ GİTTİ?
Bu arada başka büyükelçilerin hatıratlarında Nasır ile Büyükelçi Tugay arasındaki görüşmeyle ilgili farklı bir versiyon da bulunmaktadır. Nasır’ın daha sonraki iki ayrı anlatımına bakılırsa, ihtilalin hemen ardından Türk Büyükelçiliği’ne bir davet almadan inisiyatif alarak bizzat kendisi gitmiştir. Buna göre, Nasır, 23 Temmuz darbesinin ardından 26 Temmuz akşamı Kral Faruk’u kraliyet yatıyla İskenderiye Limanı’ndan İtalya’ya sürgüne gönderdikten sonra Kahire’ye dönünce doğruca Türk Büyükelçiliği’ne yönelmiştir.
Bu aktarımlardan birincisi, Nasır’ın 1958 yılında kendisine dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in mesajını getiren Büyükelçi Oğuz Gökmen’e anlattıklarıdır. Buna göre Nasır, Kral Faruk’u sürgüne gönderdikten sonra Kahire’ye döndüğünde doğruca Türk büyükelçiliğine gittiğini, ancak görüşmede Fuat Tugay’ın kendisine son derece kötü davrandığını, yanından “üzgün ve kırgın ayrıldıklarını” anlatıyor. Bu aktarım, Gökmen’in 1999 yılında yayımlanan “Bir Zamanlar Hariciye” başlıklı hatıratında yer alıyor
Eski Kahire Büyükelçisi Semih Günver’in 1984 yılında yayımlanan “Tanınmayan Meslek” adlı kitabında buna yakın bir versiyon var. Buna göre Nasır, 1965 yılında Cumhurbaşkanı iken Kahire’de kabul ettiği dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’e, benzer şekilde Kral Faruk’u sürgüne yolladıktan sonra Türk Büyükelçiliği’ne gittiklerini söylemiş, ardından “Büyükelçiliğinize geldik, ancak Tugay bizi kabul etmedi” demiştir.
Nasır, Gökmen’e ve Çağlayangil’e, büyükelçiliğe randevusuz doğrudan kendisinin gittiğini anlatıyor. Gökmen’e “Büyükelçi ile görüştüğünü”, Çağlayangil’e ise “Büyükelçinin kendisini içeri almadığını” söylüyor. 1952 darbesi sırasında Kahire’de görev yapan Mahmut Dikerdem ise büyük ölçüde kendi tanıklığına dayanarak, Nasır’ın aldığı davetle geldiği yemek olmak üzere tek bir görüşmeden söz ediyor, Nasır’ın anlattığı türde bir görüşmeye hiç değinmiyor.
Bu durumda biri Nasır’ın Türk Büyükelçiliği’ne kendi inisiyatifiyle gitmesi, diğeri Büyükelçi Tugay’ın daveti olmak üzere iki ayrı ziyaret mi gerçekleşmiştir? Yoksa farklı aktarılan tek bir görüşme mi var?
Bu aşamada bundan 70 yıl önce meydana gelen bu hadiselerin aktarımıyla ilgili söz konusu farklılıklara dikkat çekmekle yetiniyoruz. İki ayrı görüşmenin yapılmış olması da muhtemeldir.
Ancak kesin olan husus şudur. Darbe olduktan kısa bir zaman sonra Nasır’ın Büyükelçi ile bir teması olmuştur ve bu temas olumsuz bir şekilde sonuçlanmıştır. Ve Nasır her vesileyle karşılaştığı Türk muhataplarına bu olayı içinde kalan bir ukde olarak anlatmıştır.
6- TÜRK SEFİRESİNİN EMLAKINA EL KONULUNCA...
Sonraki günlerde Devrim Konseyi’nin Büyükelçi Tugay ile ilişkileri iyice soğumuştur. Türk Büyükelçisi’nin ikili görüşmelerinde darbeci subaylar hakkındaki olumsuz kanaatlerini gizlemediği Kahire’deki siyasi ve diplomatik çevrelerde bir sır değildir. Derken, Mısır basınında sürekli Türk Büyükelçisi ve eşi Emine Tugay’ı hedef alan yayınlar başlar.
Bu yayınlarda yabancı bir devletin rejim muhaliflerine yardımda bulunduğu, bu devletin Kahire’deki başka bir büyükelçilik aracılığıyla komplocularla temas sağladığı ileri sürülür. Ardından Türk-Mısır ilişkilerinin Konsey tarafından gözden geçirilmekte olduğu yolunda yorumlar yayımlanır. Bütün bu haber ve yorumlar yan yana konduğunda, komplocularla temas konusunda bütün imalar ister istemez Türk Büyükelçiliği’ne yönelmektedir.
Devrim Konseyi, bu arada Kahire’deki Türk askeri ataşesi Yarbay Sıtkı Ulay aracılığıyla Genelkurmay Başkanlığı üzerinden Dışişleri Bakanlığı’na büyükelçinin görevden alınmasını beklentisini iletir.
Ankara’da Fuat Tugay’ı başka bir büyükelçiliğe atama hazırlıklarına başlansa da sürecin ağır ilerlemesi, Dışişleri’nin Kahire’de göz göre göre gelmekte olan krizi okuyamaması, olayları kontrol edilemez bir seyre taşıyacaktır.
Büyükelçi ve eşinin Türkiye’de oldukları 9 Kasım 1953 tarihinde Devrim Konseyi “Müsadere Kanunu”nu yayımlayarak, Kral Ailesi mensuplarının tüm emlakine el koyar. Gayrimenkullerine el konanlar arasında hanedan mensubu olan, devrik Kral Faruk’un kuzeni Türkiye’nin Kahire Sefiresi Emine Tugay da vardır.
Nitekim, kararın açıklandığı gün el koyma işlemlerini yürüten memurlar Kahire’de Emine Tugay’ın emlakini idare eden büroyu basıp, kapısını mühürler. Aynı gün akşamı el koymak üzere kendisinin Kahire yakınlarındaki köşküne de giderler. Büyükelçiye vekalet eden maslahatgüzar konumundaki Dikerdem, Dışişleri Bakanlığı’na giderek diplomatik girişimde bulunur. Köşkün Türk Büyükelçisi’nin yazlık evi sayılması gerektiğini belirtir, diplomatik dokunulmazlık çerçevesinde bu tasarrufa engel olunmasını ister. Mısır hükümeti, bu talebi kabul edip köşkün mühürlenmesi işlemini durdurur.
7- BÜYÜKELÇİ MÜSADERE KARARINI ELEŞTİRİNCE
Konu Türk basınına da yansır. O sırada İstanbul’da bulunan Büyükelçi Tugay, gazetecilere açıklama yaparak, Müsadere Kanunu’nu sert bir dille eleştirir, düzenlemenin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ileri sürer. Mısır basını, bunun üzerine büyükelçi ve eşi aleyhindeki yayınların dozunu artırır. Ve nihayet 22 Kasım 1953 günü “Ahbar El Yevm” gazetesinde Nasır’ın “en mutemet adamı” sayılan ünlü gazeteci Hasaneyn Heykel’in imzasıyla bir başyazı yayımlanır. Yazı “Bu Sefir Gitmelidir” başlığını taşımaktadır. Heykel, “Tugay’ın Mısır’ın içişlerine karıştığını, Türk büyükelçiliğini Mısır hükümetine karşı bir takım toplantıların yuvası haline getirdiğini” ileri sürer.
Makaleyi Ankara’ya bir telgrafla bildiren Dikerdem, “Bu hava içerisinde büyükelçimizin artık Kahire’ye dönmeyeceğini sanıyordum” diye yazıyor. Gelgelelim Büyükelçi Tugay, Kahire’ye yayılmış olan bu hasmane havaya rağmen 26 Kasım’da Kahire’ye gelip mesaisine başlar. İlk işi kendisi ve eşi hakkındaki gazete kupürlerini alıp Dışişleri Bakanı Mahmud Fevzi’ye giderek bu yayınları protesto etmek olur. Yayınları “alçakça” bulduğunu, “bunların bir memleketin seviyesini gösterdiğini” söyler.
Buna karşılık, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’den gelen bir telgrafta büyükelçiyi hedef alan yayınlarla ilgili olarak “Protesto notası vermeyin, vaziyeti itidal ile idare edin” talimatı ulaşır.
Ankara, yükselmekte olan gerilim karşısında Tugay’ın bu saldırıları büyütmemesini, tansiyonu aşağı çekmesini istemektedir. Ancak Tugay, Köprülü’nün mesajını dinlemeyip bildiğini okuyacaktır.
Ve büyük kriz patlak verir.
Yarın: Opera’da skandal. Türk Büyükelçisi Nasır’ın elini sıkmayınca ne oldu?
Paylaş