Paylaş
Bundan üç yıl önce Çubuk’ta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun saldırıya uğradığı hadiseden sonra kaleme aldığımız yazımız bu tespit ile başlıyordu.
Kılıçdaroğlu sığındığı evden zorlukla özel harekât polisinin zırhlı bir aracına bindirilerek kaçırılabilmişti. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar evi kuşatan kitleyi uzaklaştırabilmek için ciddi bir çaba sarf etmişti. Olayların bir an kontrolden çıkması halinde ortalığı kaplayan gerilimin çok farklı bir istikamete yönelmesi işten değildi.
Her halükârda 21 Nisan 2019 tarihinde başkent Ankara’ya 40 kilometre uzaklıktaki Çubuk ilçesinde yaşanabilen bu hadise şimdiden siyasi tarihimizin en vahim sayfalarından biri olarak yer etmiştir.
KARAR NE ANLAMA GELİYOR?
Bu kadar korkutucu bir hadisenin soruşturma süreci ve ardından yargılama aşamasının kamuoyunda hassasiyetle izlenmesi doğaldı. Yargılama sürecinde müşteki durumundaki CHP cephesinden kuvvetli itirazların yükseldiği bir davaya tanıklık ettik.
Örneğin, dava açılırken mağdur taraf olarak Kılıçdaroğlu’nun avukatları, hadisenin bir toplu linç girişimi olduğunu belirterek davanın asliye ceza değil ağır ceza mahkemesinde görülmesini talep ettiler. Keza, Kılıçdaroğlu’na yönelen saldırının “yaralama” değil, “adam öldürmeye teşebbüs” suçuna girdiğini savundular.
Sonuçta tansiyonlu bir ortamda geçen yargılama süreci önceki gün sonuçlanmış ve Çubuk 2. Asliye Ceza Mahkemesi, alınan kararı açıklamıştır. Toplam 67 kişinin yargılandığı bu davada sanıklar en az 7 ay 15 gün ile en çok 8 yıl 6 ay 15 gün arasında değişen sürelerde hapis cezalarına çarptırılmıştır.
Sanıklar hakkındaki cezalar ağırlıklı olarak hürriyeti kısıtlama, bunun yanında adam yaralamaya teşebbüs, suç işlemeye teşvik, kamu görevlisine hakaret gibi muhtelif suçlardan verilmiştir.
Bununla birlikte, sanıkların büyük bir bölümü açısından öngörülen cezalarda yapılan iyi hal indirimlerinin yanı sıra hükmün açıklanmasının ertelenmesine ve benzer şekilde denetimli serbestlikten yararlandırılmalarına, yani hapse girmemelerine karar verilmiştir.
Görünüşte ilk bakışta saldırganların yargılanıp mahkûm edildiği, ama büyük çoğunluğunun hapse girmeyeceği bir sonuç çıkmıştır.
‘YUMRUK ATAN FAİLE HAPİS YOK’
Bu davanın en önemli sanığı, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na yumruk attığı anı gösteren fotoğrafın görüntülerinden kamuoyunun geniş bir kesiminin de tanıdığı Osman Sarıgün’dü.
Ankara’daki mahkeme, Sarıgün’ü şu üç suçtan mahkûm etmiştir: A) “Kamu görevlisini basit yaralama” suçundan (Türk Ceza Kanunu/madde 86) 12 ay 15 gün hapis, B) “Kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret” suçundan (TCK 125/1) 1 yıl 5 ay 15 gün ve C) “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan (TCK 214/1) 2 yıl 6 ay hapis cezası... Hepsini eklediğimizde Sarıgün’ün toplam hapis cezası 5 yıla ulaşıyor.
Mahkeme, bununla birlikte Sarıgün hakkında yaralama ve hakaret suçlarından hükmettiği mahkûmiyetlerde hükmün açıklanmasının geri bırakılması ve aynı zamanda sanığın denetimli serbestlikten yararlanmasına da karar vermiştir. Çünkü her iki ceza da iki yıl sınırının altındadır. Bir başka anlatımla, bu cezaları çekmek üzere hapse girmesi gerekmeyecektir.
Buna karşılık, Sarıgün’ün “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan aldığı 2 yıl 6 ay hapis cezası iki yıl sınırının üstünde olduğu için erteleme ve denetimli serbestlik düzenlemelerinden yararlanamamıştır. Ancak yine de İnfaz Yasası düzenlemeleri çerçevesinde bu süreyi hapishanede geçirmesi gerekmeyecektir. Muhtemelen cezaevine bir gün girip çıkmasıyla bu cezanın infazı da kapanmış olacaktır.
Özetle, Sarıgün hayatını bundan sonra özgür bir şekilde sürdürebilecektir.
HAPİS CEZALARI ARTIK SARIGÜN KARARI İLE KIYASLANACAK
Mahkemenin sonuçlanış şeklinin kamuoyunda adalet ve cezasızlık kültürü gibi başlıklarda hararetli bir tartışmayı tetiklemesi kaçınılmazdır.
Öncelikle, bu kadar tehlikeli bir toplu saldırı karşısında mahkemeden çıkan sonucun, kamuoyunun geniş bir kesiminin vicdanında adaletin yerini bulması açısından yeterli görülmesini beklemek güçtür.
Bu yargılamanın en düşündürücü yönü, davanın sembol ismi Sarıgün’ün aldığı cezadır. Daha doğrusu, açık bir saldırganlık eyleminde ülkenin ana muhalefet liderine yumruk atan bir kişinin bir anlamda cezasızlık olarak nitelendirilebilecek bir sonuçla elini kolunu sallayarak dolaşabilecek olmasıdır.
Tabii buradaki ana mesele, fiili bir saldırının gördüğü cezasızlıkla, Türkiye’deki yargı sisteminin başka suçlarda hükmettiği süratli tutuklamalar ve infaz edilen hapis cezaları arasında ortaya çıkan orantısızlıktır. Özellikle ifade özgürlüğü alanında eleştirel görüşler ifade edildiğinde yargı sisteminin sıkça kuvvetli yaptırımlarla devreye girmesi bu orantısızlığın temel nedenidir.
Sonuçta bu karar Türkiye’de yargı sisteminin adil bir şekilde işlemediği konusundaki kanaati güçlendirecektir. Bundan böyle vatandaşlar, mahkemelerden çıkacak mahkûmiyet kararlarını Sarıgün hakkında hükmedilen ceza ile kıyaslayacaktır. Çubuk mahkemesinin kararı, bu yönüyle sürekli karşılaştırma yapılacak bir referans işlevi görecektir.
CEZASIZLIK KÜLTÜRÜ YERLEŞİNCE
Bu yargılamayla ilgili bir noktanın daha vurgulanması gerekiyor. Yargılama süreci aynı zamanda Türkiye’deki mevzuatta önemli bir boşluğu da ortaya koymuştur. Çubuk’ta gerçekleşen saldırı hadisesi, toplu bir şekilde lince teşebbüs fiilinin birçok unsurunu içeriyor. Gelgelelim Türk Ceza Kanunu’nda doğrudan linç teşebbüsünü bir suç olarak tarif eden ve yaptırıma bağlayan bir hüküm bulunmuyor. Bu çerçevede suç toplu olarak işlenmiş olsa bile, sanıklar bu davada olduğu gibi tek tek farklı fiillerden, hürriyeti kısıtlama, yaralama, suça teşvik gibi, yargılanıyorlar.
Çubuk olayının yargılaması, en azından önümüzdeki dönemde Türk Ceza Kanunu’nda bu tür toplu saldırı suçları açısından bir düzenleme yapılması ihtiyacını göstermiştir.
Kararın düşündürücü bir başka tarafı, kasten yaralama suçlarının Ceza Kanunu’ndaki yaptırımlar itibarıyla genel bir cezasızlık durumuyla sonuçlanmasıdır. Bu da şiddetin, kaba güce başvuranların yaptıklarının yanına kâr kalması sonucunu doğurmaktadır.
Bu tür şiddet suçları karşısında ülkemizdeki hukuk sisteminde ne yazık ki ciddi bir caydırıcılığın bulunmadığını kabul etmeliyiz. Bu tablo, bir hukuk devletinin taşıyabileceği bir durum değildir. Yasalara saygılı düzgün vatandaşlar bu kadar korumasız bırakılamaz.
Paylaş