Sedat Ergin

Sonbaharda Avrupa ile bir yumuşama olabilir mi?

14 Ağustos 2019
RUS yapımı S-400 hava savunma sistemlerinin Türkiye’ye gelişi nedeniyle ABD cephesinde sert bir sarsıntı yaşanırken, Avrupa cephesinde bu konuda çok daha sakin bir iklimin hâkim olduğu dikkat çekmiş olmalıdır. Buradaki farklılık Avrupa’nın önde gelen aktörlerinin bu gelişmeye tümden kayıtsız kaldıkları anlamına gelmiyor, ancak ABD’dekine benzer bir şok halinin yaşanmadığı da aşikâr.

Bu zamanlamada çarpıcı görünen bir gelişme, Türkiye’nin S-400’ler nedeniyle ABD ile sıkıntı yaşadığı bir sırada Fransa’nın Türkiye’ye hava savunmasını desteklemek üzere bir SAMP-T bataryası gönderme hazırlığıyla meşgul olmasıdır. Zaten Kahramanmaraş’ta İtalyanlar yine SAMP-T sistemi, Adana’da ise İspanyollar bir Patriot bataryasıyla NATO dayanışması çerçevesinde Türkiye’nin hava savunmasına destek vermeye devam ediyorlar.

*

ABD ve Avrupa cephelerinde ortaya çıkan bu farklı tutumlar Türkiye açısından Batı politikasında üzerinde durulması, değerlendirilmesi gereken bir duruma işaret ediyor. Aslında S-400 sonrası dönemde Avrupa ile ilişkilerin seyrinin Türkiye için ayrı bir önem kazandığını söyleyebiliriz.

Bunun başlıca nedeni, S-400’lerin sembolize ettiği Rusya ile yakınlaşma sürecinin Türk dış politikasının ayarlarında doğurması muhtemel sonuçlarla yakından ilgilidir. ABD ile ilişkilerin gündemi Fetullah Gülen sorunu ve Suriye’de Fırat’ın doğusuyla ilgili sürmekte olan belirsizliklere, rahatsızlıklara ek olarak şimdi de S-400’ler nedeniyle içinden çıkılması, idare edilmesi iyice zorlaşan bir nitelik kazanmaktadır.

Dikkat edilmesi gereken bir başka alan, Rusya ile girilen yakınlaşmanın -Türkiye açısından enerji alanında bu ülkeye dönük bağımlılıkla da birleştiğinde- Ankara ile Moskova arasındaki ilişkinin dengesini nasıl etkileyeceğidir. Buradaki ayar Türkiye’nin elinin Rusya karşısında zayıflayacağı bir çizgiye kaymamalıdır.

ABD ve Rusya cephelerindeki bütün ihtimaller hesaba katıldığında, Türk dış politikasının belli bir dengede yürütülebilmesi bakımından Avrupa faktörü bir emniyet supabı işlevi görebilecektir. Özellikle ABD ayağının belirsizlik göstermesi gerçeği karşısında Türkiye’nin Batı dünyasıyla bağlantısını koruyabilmesinde Avrupa ayağının güçlü tutulması elzemdir.

*

Bu noktada Ankara cephesinde en azından söylem düzeyinde son dönemde Avrupa’ya gönderilen bazı mesajlar bu yöndeki bir arayışın ifadesi olarak alınabilir mi?

Yazının Devamını Oku

S-400’lerin hangi yönü daha baskın, askeri mi, yoksa siyasi mi?

13 Ağustos 2019
Geride bıraktığımız günlerde konu olarak Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almasını işleyen bir dizi yazı kaleme aldım. Bu yazılarda meselenin, sistemin alımıyla ilgili karar alma süreçlerinden 15 Temmuz faktörü ile bağlantısına, Rusya ile ilişkilerdeki işlevinden NATO çerçevesinde tetiklediği tartışmalara kadar uzanan birçok farklı yönünü tahlil etmeye çalıştım. Bugünkü yazımda bu konuda genel bir değerlendirme yapmak istiyorum.

En baştan belirtelim, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın S-400 kararını tek bir faktör ile açıklamak yerine, birden çok düşünce, saik ve siyasi hesabın bileşkesi olan bir hamle olarak görmek gerekiyor.

*

Türkiye 2015 yılı kasım ayında bir Rus savaş uçağını düşürdüğü için bu hadisenin sonrasında Rusya ile ilişkiler ciddi ekonomik sonuçlara da yol açacak şekilde dibe vurmuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2016 Haziran ayında Rusya lideri Vladimir Putin’e bu konuda gönderdiği mesajla attığı adımdan sonra, S-400 dosyasını ilişkilerin normalleşmesinin önünü açacak bir anahtar olarak da kullanmıştır.

Erdoğan, aynı zamanda Suriye denkleminde siyasi ve askeri anlamda daha geniş bir hareket alanı kazanabilmek için de Rusya ile işbirliğini stratejik bir ihtiyaç olarak görmüştür. S-400 projesi ilişkilerdeki normalleşmeyle birlikte bu işbirliğinin kapısını da aralamıştır. Bugün Suriye konusunda uluslararası alanda başat işbirliği formatı olan, Türkiye, Rusya ve İran’ın bir araya geldiği Astana mekanizmasının 2017’de kurulduğunu unutmayalım. Bu formatın ortaya çıkışıyla S-400 alımının kuvveden fiile çıkması birbirine paralel yürümüş eşzamanlı süreçlerdir.

*

S-400’lerin gelişinden söz ediyorsak, bu gelişmenin Amerikan sisteminin himayesindeki Fetullah Gülen’den kaynaklanan 15 Temmuz darbe girişimi ile olan bağlantısı da vurgulanmalıdır. Bu kalkışma, Erdoğanın tehdit algılarını köklü bir şekilde sarsmış, tehdit sıralamasında ABD’nin yerini yukarı doğru çekmiştir. Aslında 2020 ilkbaharı için tasarlanan S-400’lerin teslimatının darbe girişiminin 15 Temmuz’un üçüncü yıldönümüne denk gelecek bir zamanlamayla öne alınması, Erdoğan açısından -bu darbede taşıdığını düşündüğü sorumluluk nedeniyle- ABD’ye verilen bir yanıt da olmaktadır.

Buradaki tehdit algısını, ABD’nin PKK’nın uzantısı YPG’yi IŞİD’e karşı Suriye’de müttefiki seçerek askeri açıdan güçlü bir ordu haline getirmesinin Ankara’da yarattığı kaygılarla, ABD’nin Fırat’ın doğusunda bir Kürt devleti kurmak istediği yolundaki tehdit okumasıyla birleştirmek gerekiyor. Erdoğan’ın Suriye konusunda “Tehdit öncelikle stratejik ortaklardan geliyor” şeklindeki sözleri (NTV, 21 Nisan 2018) bu bağlamda hatırlatılabilir.

*

Yazının Devamını Oku

‘Güvenli bölge’de yanıt bekleyen sorular

9 Ağustos 2019
Türkiye ile ABD arasında haftalardır tırmanan bir gerilimin ardından Suriye sınırında bir askeri harekât ihtimalini şimdilik ortadan kaldıran bir uzlaşıya varılmış olması olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Türkiye’nin güvenlik kaygılarının ivedilikle karşılanacağının açıklanması, bunun için ABD ile ortak bir mekanizmanın kurulmasının kararlaştırılması, ABD’nin ‘barış koridoru’ hedefini taahhüt etmesi kuşkusuz Ankara açısından bu mutabakatın en önemli artılarını oluşturuyor.

Ancak yine de varılan mutabakatı bugün itibarıyla kapsamlı bir şekilde değerlendirebilecek bir noktada değiliz. Bunun nedeni, uzlaşının ayrıntılarının henüz açıklık kazanmamış olmasıdır. Dolayısıyla, yapılacak bir analizde daha çok yanıt bekleyen soruların ön plana çıkması kaçınılmazdır.

*

Bu ihtiyat payını en baştan kayda geçirdikten sonra şu gözlemleri öne sürebiliriz:

Öncelikle, bu mutabakatın “aşamalı” bir şekilde işleyeceğini anlıyoruz. Önceki gün duyurulan ortak açıklama “ilk aşamada alınacak önlemlerden” söz ediyor. İlk aşamada Ankara’nın güvenlik kaygılarının giderilmesi ağırlık kazanacaktır. Bundan, sınıra bitişik alanda bulunan PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG unsurlarının buradan uzaklaştırılması ve aynı zamanda sahip oldukları ağır silahların Amerikan tarafına devredilmesini anlamalıyız.

Güvenli bölgede Suriyelilerin dönüşünü de kapsayacak şekilde yapılacak düzenlemeler daha sonraki aşamalara bırakılmış bir hedef olarak beliriyor.

*

Söz konusu güvenli bölgenin derinliği Türkiye ile ABD arasındaki müzakerelerde en çetrefil başlıklardan birini oluşturmaktaydı. Türk tarafı 32 kilometre gibi bir derinlikte ısrar ederken, ABD tarafı derinliğin 5-14 kilometre gibi daha dar bir koridorda tutulmasını talep ediyordu. Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın önceki gün genel bir çerçevede “Muhataplarımızın görüşlerimize yaklaştığını memnuniyetle müşahede ettik” şeklinde konuşması, ABD’nin bu başlıkta esneklik gösterdiği şeklinde yorumlanabilir.

Derinlik gibi kritik olan bir başka nokta güvenli bölgenin uzunluğudur. Türkiye ile Suriye arasındaki 911 kilometrelik sınırın Fırat’ın Suriye topraklarına girdiği Karkamış’tan doğuya, Irak sınırına kadar uzanan bölümü 430 kilometreye yaklaşıyor. Başlangıçta ‘güvenli bölge’nin Fırat’ın hemen doğusundaki sınırlı bir alanı mı içereceği yoksa Irak’a kadar tümünü mü kapsayacağı hususunda açıklık yoktur.

Yazının Devamını Oku

S-400’lerde ortak üretim ve teknoloji transferi

7 Ağustos 2019
Türkiye’nin uzun menzilli füze sistemleri konusunda neden Rus yapımı S-400’leri tercih ettiği konusunda getirilen resmi gerekçelerde ‘ortak üretim’ ve ‘teknoloji transferi’ en çok vurgulanan tezler arasındadır.

Bu konuda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından pek çok örnek vermek mümkün. Cumhurbaşkanı, S-400’e ilişkin daha ilk beyanlarından birinde “Türkiye olarak biz kiminle ortak üretime girebilirsek burayı da tercih ederiz” diye konuşmuştur. (24 Temmuz 2017)

Erdoğan, bir süre önce Osaka’da Rusya lideri Vladimir Putin ile görüşmesinden sonra “Füzelerin ortak üretimi başta olmak üzere teknoloji transferini de içerecek şekilde ilerletilmesi bizim için de malum öncelik taşıyor” demiştir. (29 Haziran 2019)

Keza Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Türkiye artık pazar olmaktan bıktı. Ortak üretim yapacağız, teknoloji transferi yapacağız, biz de üretici olacağız” derken yine bu faktörü vurgulamıştır. (8 Mart 2019)

*

Peki Rusya bu alandaki işbirliğine nasıl yaklaşıyor? Başlangıç aşamasında Rus tarafında bu konuda sessizlik hâkimdi. Hatta bazı Rus yetkililerinin “teknoloji transferi olmayacağı” yolunda açıklamalarına da rastlanmıştı.

Ancak Putin, bu konu kendisine sorulduğunda “Ortak üretim ve teknoloji transferi başlığı bizim açımızdan bir güven ya da bir siyasi işbirliği meselesi değildir. Bu işletmeler arasında anlaşmaya varılacak olan tümüyle ticari bir konudur. Buna ilişkin bizim hiçbir askeri, siyasi görüşümüz ve sınırlamamız yok” şeklinde bir tutum almıştır. (3 Nisan 2018)

Rusya Cumhurbaşkanı’nın ifadesinden, bu alanlarda bir işbirliğine en azından kamuoyu önünde kapıyı kapalı tutmadığını söyleyebiliriz.

Buna karşılık

Yazının Devamını Oku

S-400’lerin gelişindeki kritik dönemeçler

6 Ağustos 2019
RUSYA’dan kalkan, S-400 parçalarını taşıyan askeri kargo uçakları geçen 12 Temmuz günü Ankara’daki Mürted Üssü’ne indikleri sırada Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan iki cümlelik açıklama bu gelişmeyi duyururken ilginç bir ayrıntıya da yer veriyordu.

Ayrıntı, S-400 Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi’nin tedarik sözleşmesinin Türkiye ile Rusya arasında 11 Nisan 2017 tarihinde imzalandığının belirtilmesiydi.

Bu bilgi, aslında iki ülke arasındaki S-400 mutabakatının Türk kamuoyunda çok da bilinmeyen bir yönünü, yani ilk imzanın 2017 ilkbaharında atılmış olduğu gerçeğini gün ışığına çıkarıyordu.

*

S-400 alımı ile ilgili süreç, bir Rus savaş uçağının Türkiye tarafından 2015 Kasım ayında düşürülmesiyle ilişkilerde patlak veren krizin 2016 Haziran ayında Ankara’nın attığı adımla aşılması ve hemen ardından 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilişkilerin süratli bir yakınlaşma sürecine girmesinin bir türevi olarak ortaya çıktı. Rusya lideri Vladimir Putin’in darbeden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a kuvvetli bir destek veren tutumu da Ankara’da havayı ısıtan bir faktördü.

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alacağı yolundaki haberlerin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 10 Mart 2017 tarihindeki Moskova ziyaretiyle birlikte sıklaşmaya başladığını görüyoruz. Putin’in sözcüsü Dmitriy Peskov, 15 Mart 2017’de İzvestiya’ya Erdoğan’ın ziyareti sırasında “S-400’lerin satışının ele alındığını, tarafların ilgili olduklarını, görüşmelerin süreceğini” bildirmiş, Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu da “Tarafların anlaşmaya varmaları halinde siparişlerin oluşturulması konusunun iki ülkenin ilgili bakanlıklarınca ele alacağını” söylemişti.

Bu açıklamalardan konunun o tarihlerde olgunlaşmakta olduğunu anlıyoruz. Bunu Milli Savunma Bakanlığı’nın geçenlerde duyurduğu üzere 11 Nisan 2017 tarihinde tedarik sözleşmesine imzaların atılması izlemiştir.

*

Bunu izleyen dönemde

Yazının Devamını Oku

S-400’ler dostla düşmanı nasıl ayırt edecek?

3 Ağustos 2019
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen hafta cuma günü yaptığı bir açıklamada Türkiye’ye gelen Rus yapımı S-400 hava savunma sisteminin devreye girmesinin zamanlaması konusunda şöyle dedi:

Montaj ve eğitim safhalarının ardından Nisan 2020’de bu sistemleri aktif olarak kullanmaya başlayabileceğiz”.

Şimdi bir an için sekiz ay sonrasına, yani Nisan 2020’ye gidelim ve Türk Hava Kuvvetleri’nin envanterindeki S-400 bataryasında -verilen komutla birlikte- düğmeye basıldığını ve sistemin çalışmaya başladığını varsayalım.

Bu bataryalar, balistik füzelerin yanı sıra konvansiyonel tehditlere, bu çerçevede uçaklardan kaynaklanacak tehditlere de karşılık vermekle görevlidir.

S-400 sisteminin işlevsel olabilmesi için öncelikle görme yeteneğini kazanması gerekecektir. Ancak en önemlisi, radarın 600 kilometreye kadar uzanabilen görüş açısında tehlike yaratan unsurları ayırt edebilmesidir.

Peki S-400 radarı havadaki düşman unsuru nasıl tespit edecektir?

*

Bu soruyla hassas bir alana giriyoruz. Şöyle ki, S-400 bataryasının radarı, Türk hava sahasında kapsama alanı içindeki uçan her şeyi fark edecektir. Hava sahasında büyük bir yoğunluk göreceği tartışma götürmez. Sivil uçaklar, askeri uçaklar, helikopterler, insansız hava araçları...

İşin püf noktası S-400 radarının yakaladığı işaretleri nasıl tanımlayacağı, kimin dost kimin düşman olduğunu nasıl ayırt edeceği meselesidir.

Yazının Devamını Oku

Çin füze savunma tercihi nasıl Rus sistemine döndü?

2 Ağustos 2019
Her şey Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın (SSM) 2009 yılında ‘Uzun Menzilli Hava ve Füze Savunma Sistemi’ ihalesini açmasıyla başladı.

2011 yılına gelindiğinde masada dört ülkeden teklif vardı. ABD Raytheon firması Patriot’lar, Rusya S-300’ler, Çin FD-2000 ve Fransa-İtalya ortaklığındaki Eurosam konsorsiyumu da SAMP-T sistemleri için teklif verdi.

SSM, sürecin ilerlediği muhtelif aşamalarda belli aralıklarla ihale koşullarında değişikliklere gitti, bu çerçevede ortak üretim, teknoloji transferi gibi yeni koşullar getirildi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık ettiği Savunma Sanayii İcra Komitesi, iki yıllık bir sürecin sonunda 2013 yılı eylül ayında bir dizi kriter üzerinden yaptığı değerlendirmeyi sonuçlandırdı ve ihalenin birincisini seçti. İhaleyi kazanan 3.4 milyar dolarlık teklifi ile Çin savunma sanayii şirketi CPMIEC oldu.

Avrupalıların teklifi ikinci, Amerikalılarınki üçüncü gelirken, Rusların S-300 teklifi elendi. İhale bedelinin 4 milyar dolar olmasına karşılık, Ruslar 8.8 milyar dolar gibi astronomik bir teklif sunmuştu.

*

Bunu izleyen dönemde Çin firmasıyla sözleşme görüşmelerine geçildi, ancak özellikle teknoloji transferi konusunda ciddi pürüzler belirdi. Çinlilerin bu başlıkta yaptıkları taahhütler muğlak, ucu açık bulunurken tam bir mutabakata varılamadı.

Bu, meselenin müzakere masasındaki teknik tarafıydı. Sorunun daha fazlası uluslararası alanda patlak verdi. Öncelikle NATO’dan Çin sisteminin ittifakın altyapısına entegre edilemeyeceği konusunda kuvvetli itirazlar yükseldi. Ayrıca Türk tarafı, Çinlilerin NATO sistemlerine erişim sağlamalarını önleyecek formüller geliştirebileceğini savunsa da NATO’daki muhataplar ikna olmadı.

Kendisi Türkiye’ye Patriot sistemlerini önermiş olan ABD’nin tepkisi daha sertti. Bu arada hiç hesapta olmayan bir durum ortaya çıktı. İhaleyi kazanan Çin şirketi CPMIEC, ABD’nin yaptırım uyguladığı kuruluşlar listesinde yer almaktaydı.

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin hava sahası üzerindeki NATO güvencesi...

1 Ağustos 2019
Dünkü yazımız ABD’nin Suriye’den kaynaklanan füze tehdidine karşı NATO görevi kapsamında Gaziantep’te bulundurduğu Patriot bataryalarını 2015 yılında -Türkiye ile herhangi bir danışmada bulunmadan- çekmesi ve bu tek taraflı hareketinin Ankara cephesinde yarattığı güven bunalımını konu alıyordu.

Aslında 2015 yılında Türkiye karşısında bu hareketi sergileyen tek NATO ülkesi ABD değildi. Bir başka NATO müttefiki Almanya da yine Suriye kaynaklı füze tehdidine karşı Kahramanmaraş’ta görev yapan iki Patriot bataryasını çekmişti.

Amerikan tarafı 14 Ağustos 2015 tarihinde açıkladığı bu karar için “modernizasyon ihtiyacı” gibi bir gerekçe getirirken, bundan bir gün sonra çekme kararını duyuran Alman hükümeti, “füze tehdidin azalması” gerekçesini göstermişti. Alman basınındaki haberlere bakılırsa, Türkiye’ye Patriot gönderilmesinin iç politikada ve kamuoyunda ciddi bir tartışmaya sahne olmasının da bu kararda etkili olduğu ileri sürülebilir.

Son tahlilde Berlin’in kararı, Türkiye’nin talebi üzerine hava savunmasına destek vermek için NATO çerçevesinde üstlendiği bir taahhütten çekilmesi anlamına geliyordu. Ancak Türkiye NATO bünyesinde hava savunması desteği talebini tekrarlayınca Almanya’nın ayrılmasıyla doğan boşluk bir başka NATO ülkesi İtalya tarafından doldurulacaktı.

HER SAVAŞTA PATRIOT DESTEĞİ

Türkiye’nin bölgedeki balistik füze tehdidine karşı etkili bir hava savunma sistemine sahip olmaması nedeniyle yakın çevresinde patlak veren her savaş ve krizde NATO’nun kapısını çalarak ittifaktan bu alanda destek istemesi son 30 yılda sıkça karşımıza çıkan bir durumdur.

Bu mekanizma ilk kez Irak’ın 1990 Ağustos ayında Kuveyt’i işgali sonrasında 1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’nda işlemiştir. ABD, Irak’ın elindeki Scud füzelerinin yarattığı tehdide karşı Türkiye’yi korumak üzere Patriot bataryaları göndermiştir.

Aynı işbirliği 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalinde de tekrarlanmış, 1 Mart’ta tezkerenin TBMM tarafından reddinin ardından AK Parti hükümeti Türk hava sahasını ABD savaş uçaklarına açarken Bush yönetimi Türkiye’ye yine hava savunmasını desteklemek üzere Patriot bataryaları göndermiştir.

ABD’nin Patriot’ları Türkiye’ye üçüncü kez göndermesi, 2012 yılında Suriye’nin Türk Hava Kuvvetleri’nin bir RF-4 uçağını Akdeniz’de düşürmesi ve Suriye hava savunma sistemlerinin Türk savaş uçaklarına kilitlenmesi gibi gelişmeler üzerine Türkiye’nin NATO’dan hava savunması için destek istemesine yanıt olarak gerçekleşmiştir. Türkiye’nin 2012 yılındaki bu başvurusuna NATO’da üç ülke karşılık vermiştir: ABD, Hollanda ve Almanya...

Yazının Devamını Oku