Sedat Ergin

Amerika 2015’te Patriot’ları çekerken neyi çatlattı?

31 Temmuz 2019
Türkiye-ABD ilişkilerinde yakın tarihteki en önemli kırılmalardan biri 2015 yazında yaşandı. Bu kırılmayı yaratan hadise, ABD’nin 2013 başından itibaren Türkiye’yi Suriye’den füze tehditlerine karşı korumak için Gaziantep’te bulundurduğu iki Patriot hava savunma bataryasını çekme kararıydı.

Kararın 14 Ağustos 2015 tarihinde açıklanmasından sonra Türk hükümetinin Patriot bataryalarının çekilmemesi yolunda verdiği mesajlar sonucu değiştirmemiştir.

Bu kararının öyküsünün not edilmesi gereken bir yönü, 2015 yılında Suriye’de DEAŞ’a karşı yürüteceği hava harekâtlarında İncirlik Üssü’nü kullanma izni için Ankara ile uzun müzakereler yürüten ABD yönetiminin, Türk hükümetinin nihai olurunu alana kadar bu niyetini muhataplarından saklamış olmasıdır.

The New York Times’ın yazdığına göre, bu konu, Başkan Barack Obama ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İncirlik’le ilgili mutabakatı sonuçlandırdıkları 22 Temmuz 2015 tarihindeki telefon görüşmesinde de gündeme getirilmemiştir. Bildirim bu konuşmadan bir süre sonra yapılmıştır.

Buradaki geciktirmenin nedeni İncirlik ile ilgili Türk tarafından beklenen iznin tehlikeye atılmaması hesabıydı.

Gazetenin ödüllü ulusal güvenlik muhabiri Eric Schmitt, karardan sonra bu konuda kaleme aldığı haberde konuştuğu dört ayrı ABD’li yetkiliye dayanarak, Türk yetkililerin Patriot’ların çekileceğini duyduklarında “büyük bir kızgınlık yaşadıklarını” yazmıştı.

*

ABD Patriot’ları Türkiye’den neden çekti?

 Amerikan tarafının yaptığı açıklamada, çekme kararı için bataryaların “

Yazının Devamını Oku

Füze savunma sisteminde Avrupa seçeneği

30 Temmuz 2019
Geçen cumartesi günü bu köşede çıkan yazımız 2014 -2018 yılları arasında Türkiye’nin NATO daimi delegesi olarak görev yapan, Türkiye’nin önde gelen NATO uzmanlarından Büyükelçi Fatih Ceylan’ın Rusya’dan alınan S-400 füze ve hava savunma sistemiyle ilgili sürmekte olan tartışmaya muhtelif açılardan bakışını konu alıyordu.

Bugünkü yazımızda Ceylan’ın ‘Ekonomik ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’ (EDAM) isimli düşünce kuruluşunun web sitesinde yayımlanan bu konudaki makalesinde dikkat çektiği, meselenin önemli bir başka boyutunu büyüteç altına yatırmak istiyoruz.

TEKNOLOJİ TRANSFERİ OLACAK MI?

Ceylan, Türkiye’nin füze savunma sistemi ihtiyacının karşılanması başlığına yaklaşırken öncelikle “temin” ve “tedarik” gibi fiillerin kullanılmasını hatalı buluyor. Ceylan, bu konuda halen devam eden sürecin “Devlet katında belirlenmiş temel altı kriter ışığında yürütülmesi ve bu kriterlerin esas alınmasının önemli olduğunu” vurguluyor.

Bu kriterler neler? Emekli büyükelçi, yalnızca “en başta gelen” üç kriteri telaffuz ediyor. Bunlar, 1) Ortak üretim, 2) Teknoloji transferinin kapsamı ve 3) Milli savunma sanayii firmalarımızın bu ortak üretimindeki pay oranıdır...

Milli savunma sanayii firmalarımız” ifadesiyle “geçmişi olan, müesseseleşme yolunda mesafe kat etmiş, kurumsal geleneklere sahip, güçlü ve bu alanda önde gelen firmaların kastedildiğini” belirtiyor.

Ceylan, yazısında diğer üç kritere ise açıklık getirmiyor. Ancak 4) Maliyet, 5) Teslimat süresi ve 6) (NATO) standartlarına uygunluğun diğer üç kriter olduğunu tahmin etmek güç değildir.

Burada ilginç olan husus, ortak üretim, teknoloji transferi ve milli firmaların pay oranı gibi faktörlerin maliyetten çok daha stratejik görülmekte oluşudur.

ÜÇ KRİTİK SORU

Yazının Devamını Oku

S-400 tartışmasına bir de bu gözle bakmaya ne dersiniz?

27 Temmuz 2019
S-400 tartışması öyle anlaşılıyor ki, daha çok uzun yıllar Türkiye’de karar vericilerin, siyasetçilerin akademisyenlerin, gazetecilerin ve sokaktaki vatandaşın, özetle bütün kamuoyunun gündemini meşgul etmeye devam edecek. Dolayısıyla, bu tartışmanın somut ve objektif bilgiler üzerinden yürütülebilmesi, Türk kamuoyunun askeri, stratejik, diplomatik, teknolojik ve mali birçok boyutu olan bu karmaşık meseleyi sağlıklı bir şekilde anlayabilmesi ve değerlendirebilmesi açısından yaşamsal önem taşıyor.

Bu nedenle bugünkü yazımda toplam 40 yıllık diplomatlık kariyerinin büyük bir bölümünü NATO konularında uzmanlaşarak geçiren, merkezde bu dosyadan da sorumlu Dışişleri müsteşar yardımcılığına kadar yükseldikten sonra 2014-2018 yılları arasında Türkiye’nin NATO nezdinde daimi delegesi olarak görev yapan büyükelçi Fatih Ceylan’ın görüşlerini aktarmak istiyorum.

Büyükelçi Ceylan’ın bu konudaki görüşleri şu bakımdan da önemli. Kendisi, özellikle 1990’lı yılların başındaki Körfez Savaşı sırasında füze saldırılarının ciddiyetinin anlaşılması ve Türkiye açısından bu tehdide karşı bir önlem alınması ihtiyacının tespit edilmesinden sonraki sürece bir bütünlük içinde bakabilecek konumda. Türkiye’nin bu alanda yaklaşık 30 yıldır süren arayışına bulunduğu görevlerde yakından tanıklık etmiş, katkı sağlamış bir diplomat.

ARAYIŞ KÖRFEZ SAVAŞI’YLA BAŞLADI

Geçen şubat ayında 62 yaşında emekliye ayrılan Büyükelçi Ceylan, bu konuda kaleme aldığı “S-400 Sorununa Kısa Bir Bakış” başlıklı değerlendirmesini 18 Haziran tarihinde ‘Ekonomik ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi’ (EDAM) isimli düşünce kuruluşunun web sitesinde yayımladı. Bu makale, S-400’lerin Türkiye’ye gelişinden önce kaleme alınmış olsa da, konuya getirdiği geniş perspektif ve yönelttiği sorularla önümüzdeki dönemi doğru değerlendirebilmemiz açısından değerli bir referans metni oluşturuyor.

Ceylan, değerlendirmesinde yola çıkarken öncelikle 1980’li yıllarda İran ile Irak arasındaki karşılıklı füze saldırılarını ve ardından ilk Körfez Savaşı’nı hatırlatıyor ve 1990’lı yılların başından itibaren devlet kurumlarının Türkiye’nin füze savunma yeteneğini kazanması ihtiyacını saptayıp çalışmalara başladıklarını anlatıyor. Ceylan, “O günlerden bu yana ülkemizin füze savunma sistemi açığı sürmektedir ve bu açığın kapatılması zorunludur” diyor.

TEHDİT DEĞERLENDİRMEMİZ DEĞİŞMEDİ

Değerlendirmeye devam edebilmek için önce meselenin kilidi olan ve kamuoyunda yanıtı merak edilen soruyu -araya girip- biz yöneltelim. Türkiye, yaptığı tehdit değerlendirmesi çerçevesinde hava savunma sistemini hangi ülkelerden kaynaklanan füze tehdidine karşı kurmak durumundadır?

Büyükelçi

Yazının Devamını Oku

İdlib’de sivil kayıplar hızla artıyor

26 Temmuz 2019
İdlib’den gelen görüntüler içinde insanı en çok üzen, hava saldırılarında yerle bir olan binaların enkazı arasında sıkışmış kalmış çocukların fotoğraflarıdır.

Hatay’a komşu İdlib’de Esad rejimi ve Rus hava kuvvetlerine bağlı uçakların son günlerde gerçekleştirdikleri bombardımanlarda ölen sivillerin sayısında önemli bir artış var.

Son saldırılarda infial yaratan bir hadise, geçen pazartesi günü İdlib şehir merkezinin güneyindeki Maaret El Numan kasabasında bir pazaryerinin havadan bombalanmasıydı. Ajanslar, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne dayanarak bu saldırıda en az 36 sivilin öldüğünü bildirdi.

AFP ajansı, önceki gün ise yine hava saldırılarında ölen sivillerin toplamını 20 olarak verdi ve kayıplardan 5’inin çocuk olduğunu duyurdu.

İdlib’deki sivil kayıpların günlük toplamları artık rutin bir haber işlemi görüyor.

*

Rusya, sivil yerleşimleri bombaladığını her seferinde tekzip ediyor. Rusya Savunma Bakanlığı, geçen pazartesi günü yaptığı açıklamada Maaret el Numan’da pazaryerine düzenlenen hava saldırısıyla ilişkisi olmadığını duyurdu.

Kremlin sözcüleri, ısrarla dikkatleri İdlib’in büyük bir bölümünü kontrolü altında tutan, BM’nin ‘terörist’ olarak tanımladığı El Kaide çizgisindeki Hayat Tahrir El Şam (HTŞ) örgütünün düzenlediği saldırılara çekiyor.

Geçen ay BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan İdlib’le ilgili bir görüşmede Rusya’nın Daimi Delege Yardımcısı

Yazının Devamını Oku

Türk-ABD ilişkilerinde büyük kördüğüm

25 Temmuz 2019
BUNDAN 30 yıl sonra Türk-Amerikan ilişkilerinin bugünlerdeki seyrini kaleme alacak olan siyasi tarihçiler, kendilerini birçok ikilem ve çelişkiyle dolu, son derece girift bir bilmeceyi çözmek durumunda bulacaktır.

Tarihçiler bugünlere ait gazete sayfalarını çevirirken, önce 22 Temmuz 2019 tarihinde ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Fırat’ın doğusunda kurulacak ‘güvenli bölge’yi görüşmek üzere geldiği Ankara’da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile birlikte gösteren bir fotoğrafla karşılaşacaktır.

Bu fotoğrafın hemen yanında bir başka fotoğraf dikkatlerine takılacaktır. ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu olan Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) başındaki en üst düzey askeri yetkili Orgeneral Kenneth McKenzie, aynı günlerde ABD’nin müttefiki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) komutanı Mazlum Kobani ile birlikte -kuzey Suriye’de bir noktada- samimi bir şekilde yürürken görülmektedir.

Sonra Kobani adındaki üniformalı bu şahsın gerçek adının Ferhat Abdi Şahin olduğunu, Türkiye’de aranan PKK’lı teröristler listesinde yer aldığını, ABD’nin de terörist olarak tanıdığı PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG örgütü üzerinden SDG’nin komutanlığını üstlendiğini öğreneceklerdir.

*

Ankara’daki ‘güvenli bölge müzakereleri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye sınırında gerçekleştirdiği ciddi bir askeri yığınağın ve Türk yetkililerin Fırat’ın doğusundaki bölgeye dönük askeri harekât söylemlerinin gölgesi altında gerçekleşiyor.

Savunma konularında uzmanlığıyla tanınan Metin Gürcan’ın Al Monitor’da yazdığına göre, TSK, Suriye sınırında Suruç’tan Akçakale’ye kadar uzanan hat boyunca ikisi mekanize, ikisi zırhlı ve ikisi de komando olmak üzere toplam altı tugay kaydırmıştır.

Yaklaşık 60 kilometkrelik bir hat üzerinde konuşlanan kolordu büyüklüğünde bir askeri güçten söz ediyoruz. Suruç’un karşısında Kobani, Akçakale’nin karşısında ise Tel Abyad’ın bulunduğunu, her iki yerleşimin de Şahin’in komuta ettiği SDG tarafından kontrol edildiğini hatırlarsak, burada yükselmekte olan tansiyonu kolaylıkla okuyabiliriz.

İlginç bir gelişme, sosyal medyaya düşen görüntülere bakılırsa, hafta başından itibaren ABD’li askerlerin hem helikopterler hem de –SDG katılımıyla- kara unsurlarıyla Fırat’ın doğusundaki bölgede sınır boyunca devriyeye çıkmasıdır.

Yazının Devamını Oku

Moskova 1952’de ‘kaybettiği’ Türkiye’yi bu kez kazandı mı?

24 Temmuz 2019
RUSYA’dan Ankara Mürted üssüne gelen askeri kargo uçaklarından çıkan S-400 hava savunma sistemlerinin görüntülerinin Batı dünyasında yol açtığı şok kolay kolay atlatılacağa benzemiyor.

NATO’nun hâlâ en önemli tehdit kabul ettiği Rusya’nın bir NATO müttefiki ile savunma alanında girdiği bu yakın işbirliği büyük bir sarsıntıyı tetikledi. Bu sarsıntının artçı dalgalarının önümüzdeki dönemde değişen şiddet dereceleriyle devam edeceğini söyleyebiliriz.

Rusya lideri Vladimir Putin’in S-400’leri Türkiye’ye satarak kendisi açısından hayati önemde bir stratejik hamle gerçekleştirdiği konusunda herkes hemfikir. Bir kere, ileri bir hava savunma sisteminin satışıyla NATO pazarına nüfuz ederek, ülkesinin bu alandaki kapasitesini bütün dünyaya etkili bir şekilde gösterebilmiştir.

Ama daha önemlisi, attığı adımla Batılı bütün strateji otoritelerinin mutabık olduğu üzere, NATO içinde ciddi bir kırılmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. NATO’nun başat aktörü ABD ile ittifakın ikinci büyük ordusuna sahip güney kanadındaki Türkiye arasındaki ilişkilerde meydana gelen çatırtının sesleri her bir taraftan duyulmaktadır. Sonuçta, Putin’in ülkesinin uluslararası alandaki profilini, çevresine yaydığı güç algısını yükselttiğini söylemek hata olmaz.

S-400’lerin satışı uzun dönemde Rusya’nın Türkiye’ye bakışını nasıl etkileyecektir? Kremlin, bu anlaşmada cesaret alarak gelecekte Türkiye’yi tümüyle yanına çekebileceğine ilişkin bir hesabın, arayışın içine girebilir mi?

*

Bu soruya yanıt ararken Ankara ile Moskova arasındaki ilişkilere tarihi bir perspektiften bakabilmek için eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı ve aynı zamanda Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin eski Politbüro üyesi Haydar Aliyev’in görüşlerinden hareket edebiliriz.

Politbüro üyeliği öncesi istihbaratçı olarak kariyer yapmış, Sovyetler Birliği’nin gizli servisi KGB’de üst düzey görevlere gelmiş olan Aliyev, örgütün Azerbaycan bölge başkanlığına kadar yükselmişti. Bir başka deyişle, Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılmasından önceki dönemde sistemin önemli bir aktörüydü.

Meslektaşımız

Yazının Devamını Oku

15 Temmuz kalkışmasından S-400’lere uzanan yol

23 Temmuz 2019
BUNDAN üç yıl önce gerçekleştirilen darbe girişiminin ana karargâhı Akıncı üssüydü. Adil Öksüz, Kemal Batmaz gibi darbenin karar alma sürecinde önemli rol oynayan FETÖ’nün sivil imamları Akıncı’da pistin kuzeydoğu ucundaki 143. Filo’da üslenmişlerdi. Ankara’nın üzerine ölüm yağdıran F-16 uçakları bu üsten havalanmıştı o gece.

Örneğin, Gölbaşı’nda Emniyet Özel Harekât Merkezi’ni bombalayarak 44 polisi şehit eden F-16 uçağı Akıncı’dan kalkmıştı.

Darbedeki sicilleri nedeniyle buradaki üç filo 15 Temmuz’dan sonra lağvedilmiş ve üssün statüsü bir tuğgeneralin başında bulunduğu ‘Ana Jet Üssü Komutanlığı’ndan, bir albayın görevlendirildiği ‘Meydan Komutanlığı’na indirilmişti. Üssün adı da Akıncı’dan 1995’e kadar kullanıldığı şekliyle Mürted’e çevrilmişti.

*

Tarihin cilvesine bakın ki, kalkışmadan tam üç yıl geçtikten sonra bu üssün dört kilometre uzunluğundaki pisti, bugünlerde Rusya’dan gelen S-400 hava savunma sistemlerini taşıyan dev askeri kargo uçaklarının iniş ve kalkışlarına sahne oluyor.

Darbenin üçüncü yıldönümünde bu üssü kullanan askeri uçakların işlevlerindeki değişim ve yeni konukların milliyeti muazzam bir sembolizm taşıyor.

AK Parti kadrolarının arkasında ABD’nin olduğuna inandıkları 15 Temmuz darbe girişiminin karargâhı olan üssün, bugün Rus yapımı S-400 sistemlerinin ilk partisine ev sahipliği yapmakta oluşu başlı başına anlamlıdır.

Kuşkusuz, zamanlama konusunda da aynı gözlemi yapmak mümkün. Hatırlanacağı gibi, Antonov An-124 tipi ilk nakliye uçağı Mürted’e 12 Temmuz Cuma günü inmişti. Sonraki günlerde Rusya’dan kargo uçağı trafiğinin sürmesi sonucu S-400 teslimatı ile 15 Temmuz anma törenleri çakışmıştı. Buradaki örtüşme kuşkusuz bir tesadüf değildi.

*

Yazının Devamını Oku

S-400’ler, Yavuz ve Midilli ile kıyaslanabilir mi?

20 Temmuz 2019
ABD’nin dış politika alanındaki en önemli otoritelerinden biri kabul edilen Prof. Walter Russell Mead’in 15 Temmuz tarihinde ABD’nin prestijli Wall Street Journal gazetesinde yayımlanan S-400’lere ilişkin yazısı, Osmanlı İmpartorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’na girmesine yol açan tarihi olayları anlatarak başlıyor.

Mead, 1914 yazında Britanya tersanelerinde Osmanlı İmparatorluğu’nun siparişiyle inşa edilmekte olan iki savaş gemisine dönemin Donanma Bakanı Winston Churcill’in el koyduğunu, bunun üzerine Almanya’nın bu ikisinin yerine geçmek üzere Osmanlı’ya (adları Yavuz ve Midilli diye değiştirilen) iki savaş gemisi gönderdiğini hatırlatıyor.

Aynı yılın ekim ayına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu, başını Almanya’nın çektiği ‘Mihver Devletleri’nin yanında, aralarında Britanya’nın da bulunduğu ‘İtilaf Devletleri’ne karşı savaşa girmiştir.

Rus silahları üzerinden bugün Türkiye ile yaşanmakta olan krizin de aynı derecede sonuçları olabilir” diyor ünlü ABD’li akademisyen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın S-400 füzelerini alma kararının “Batı’ya temel bir meydan okuma olduğunu” belirtiyor.

Mead, bu arada Osmanlı’nın parasını ödediği halde el konulan iki savaş gemisini kaybetmesi gibi Türkiye’nin de muhtemelen F-35 savaş uçaklarına sahip olamayacağına dikkat çekiyor.

*

Şimdi Amerikalı otoritenin bu örneği verdikten sonra kıssadan hisse’ bugüne dönük çıkardığı sonuca bakalım. Churcill’in kararı Osmanlı’nın Almanya’nın yanında Britanya’ya karşı Birinci Dünya Savaşı’na girmesiyle sonuçlanmıştı. Buna karşılık Mead, 2019 yılında Türkiye’nin Rusya’ya yönelmesini önleyecek bir strateji öneriyor. Zaten yazısı “Türkiye’nin Rusya’nın tarafına geçmesine izin vermeyin” başlığını taşıyor.

Prof. Mead, Türkiye’nin ABD ve Avrupa ile yaşadığı sorunları anımsattıktan sonra şöyle diyor: “Buradaki anlaşmazlık Vladimir Putin için bir imkân yaratıyor. Türkiye ve müttefikleri arasındaki bağları gevşeterek Batı ittifakına ağır bir darbe indirmiş, daha cazip ticari anlaşmalara (nükleer reaktör gibi) kapıyı açmış ve Ortadoğu’daki profilini yükseltmiştir... Türkiye gibi majör bir müttefikin taraf değiştirme potansiyeli NATO açısından büyük bir sınamadır.”

Mead

Yazının Devamını Oku