Sedat Ergin

10 maddede 5 Mart mutabakatının şifreleri

6 Mart 2020
Gelenek bir kez daha bozulmadı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, Türkiye ile Rusya’yı da içine alan krizin son derece tehlikeli bir şekilde tırmandığı bir süreçte vardıkları uzlaşı ile gerilimi birden kontrol altına alarak tansiyonu düşürdüler. Silahların susup barış seçeneğinin devreye girmesi sevindiricidir ve herkese derin bir nefes aldıracaktır.

Dün Moskova’da yapılan görüşmeler sonunda ortaya çıkan sonuçları özet olarak şu başlıklarda değerlendirebiliriz:

İDLİB’DE ESKİ STATÜKO BİTTİ: Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül 2018 tarihinde imzalanan  Soçi Mutabakatı ile İdlib’de şekillenen statüko, Esad rejiminin geçen mayıs ayından itibaren Rus hava kuvvetlerinin yoğun bombardıman desteğiyle elde ettiği alan kazanımlarıyla büyük ölçüde bozulmuştu. Rejim, geçen şubat ayının ikinci haftasına kadar yayılan bu dönemde İdlib’in doğusunda kuzeyden güneye doğru inen M-5 otoyolunu bütünüyle kontrolü altına almış, aynı zamanda İdlib’in güneyinden doğu-batı istikametindeki M-4 otoyoluna doğru kuzeye ilerlemeye başlamıştı. Bu harekat sonucu İdlib’in neredeyse yarısına yaklaşan büyüklükteki bir alan muhalefetten rejime geçmiştir. Dünkü mutabakatla bu durum bir şekilde tescil edilmiş olmaktadır. Özellikle M-5 aksı ve doğusu esas alındığında, yeniden Soçi Mutabakatı’nın başlangıçtaki coğrafi sınırlarına dönülmesi artık kolay görünmüyor.

VE YENİ STATÜKO GELDİ: Bunun yerine açıklanan anlaşmayla İdlib’de yeni bir statüko ortaya çıkmıştır. Yeni statüko, aslında Türkiye’nin şubat ayı başından itibaren İdlib’e yaptığı muazzam askeri yığınak çerçevesinde özellikle M-5’in batısı ve M-4’ün hemen kuzeyinde kurduğu geçici ‘mevzi bölgeler’ üzerinden fiilen yerleştirdiği düzeni de tescil ediyor. Sonuçta, yaşanan büyük çatışmalardan sonra İdlib’in doğu bölgesi ve güneyi rejim bölgesinde kalırken, bu vilayetin M-4 otoyolunun üstünde ve M-5’in batısındaki büyük bir parçasında da muhalefetle birlikte Türkiye söz sahibi olmaktadır. Bu gelişmeyi bir anlamda Türkiye’nin İdlib’in kuzeyinde, sınırlarına bitişik bir alanda bir ‘güvenli bölge’ kurmakta olduğu şeklinde de okuyabiliriz.

ATEŞKES HANGİ HATTA UYGULANACAK?  Sahada ne olacağını anlamak için mutabakatın 1’inci maddesindeki İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı” ifadesine odaklanalım. ‘Temas hattı’ndan TSK ve silahlı muhalefet ile rejim ordusunun karşı karşıya geldiği bütün sıcak temas noktalarını, öncelikle de M-5 otoyolunun batısında kuzeydeki uç noktadan  Serakib’e kadar 50 kilometre kadar inen sınır çizgisini ve özellikle de Serakib’i anlamalıyız. Sıcak çatışmalar aynı zamanda batıya doğru M-4 otoyolu çevresinde ve M-4’ün güneyinde de yaşanmaktaydı.

MEVZİ BÖLGELERDE KAYDIRMALAR: Mutabakatın getirdiği en önemli mekanizma, Serakib’den batıya, Lazkiye’ye doğru kuş uçuşu 55 kilometre kadar uzanan M-4 otoyolu üzerinde kurulacak ‘güvenli koridor’dur. Bu koridor, otoyolun her iki tarafında da 6 kilometrelik bir derinliğe yayılacaktır. Çok net ifade edilmese de, muhtemelen toplam 12 kilometrelik derinlik içinde kalan ağır silahların hattın gerisine çekileceğini tahmin edebiliriz. TSK, şubat ayı boyunca M-4’ün hem kuzeyinde hem de çok yakın zamanda güneyinde bazı geçici mevzi bölgeler kurmuştu. Yapılacak çalışmalar sonucunda bunların bir bölümünün yer değiştirmesi, bazı kaydırmaların yapılması şaşırtıcı olmaz.

REJİM M-4’ÜN ÜSTÜNE ÇIKAMAYACAK: Yapılacak ortak devriyelerle bu yolun güvenliğini Türk ve Rus askerleri üstlenecektir. Bir anlamda Türkiye ile Rusya’nın Barış Pınarı harekatıyla birlikte Fırat’ın doğusunda sınır boyunca başlattıkları ortak devriye modeli burada da işleyecektir. Bu düzenleme çerçevesinde Esad rejiminin de sivil amaçlarla bu yolu kullanmasının mümkün olacağını tahmin edebiliriz. Böylelikle, rejim bölgesindeki Halep Akdeniz kıyısındaki Lazkiye’ye bağlanabilecektir.  Buna karşılık kurulan mekanizmayla rejimin güneyden ilerleyip M-4 otoyoluna çıkışı da frenlenmiş olmaktadır. Bir bu kadar önemli olan, Türkiye’nin de Rusya ile birlikte M-4 üzerinde denetim imkanına sahip olmasıdır.

İDLİB ŞEHİR MERKEZİ MUHALEFET BÖLGESİNDE KALDI:

Yazının Devamını Oku

Erdoğan-Putin zirvesi için ne kadar iyimser olalım?

5 Mart 2020
Türkiye ve Rusya cumhurbaşkanları geride bıraktığımız yıllarda pek çok kritik zirvede bir araya geldiler.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin arasında bugün Moskova’da gerçekleşecek olan zirveyi bundan öncekilerden ayıran ve bıçak sırtında bir görüntü kazandıran birçok nokta var.

Bugünkü zirve sonuçları itibarıyla, İdlib’deki çatışmaların akıbetinden, AB’yi yakından ilgilendiren yeni mülteci dalgasına, ayrıca bu vilayetin kuzeyinde yaşanan ve 1 milyon kişiyi içine alan büyük insani felakete kadar birçok sıcak krizin bundan sonraki seyri üzerinde belirleyici olacaktır. Aynı gözlemi Türk-Rus ilişkilerinin geleceği açısından da belirtebiliriz.

Sonuçta AB’den NATO’ya, BM’ye kadar uluslararası politikanın önemli merkezlerinde, bu krizlerin etkilerine açık olan ülkelerin başkentlerinde bütün projektörler bugün Moskova’daki Erdoğan-Putin görüşmesine çevrilecektir.

Ve bugünün kritik sorusu şudur: Uluslararası camia, 17 Eylül 2018 tarihinde Soçi’de Erdoğan ile Putin arasında ilan edilen İdlib’e ilişkin ateşkes anlaşmasından sonra yaşandığı gibi, yeni bir ateşkes ilanıyla bir kez daha derin bir nefes alabilecek midir?

33 ŞEHİDİN GÖLGESİ

Bugünkü zirveyi öncekilerden farklı kılan bir başka yönü daha var. Türkiye ile Rusya arasındaki görüş ayrılıkları İdlib ve Suriye başlığında artık bastırılamayacak ölçülerde ortalığı kaplamış durumdadır.

Erdoğan

Yazının Devamını Oku

Bahar Kalkanı harekâtından yansıyan tablo

4 Mart 2020
Geçtiğimiz perşembe günü İdlib’in güneyindeki Balyun’da 33 Türk askerinin Rus ve Suriye uçaklarının beş saate yayılan bir dizi saldırısına hedef olup şehit olmasının yarattığı büyük kırılmanın ilk önemli sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin o gece yarısından itibaren Esad rejimi ordusuna vermeye başladığı ağır karşılık olmuştur.

Sahada tahakkuk ettirilen tahribatın hacmine bakıldığında şu değerlendirmeyi yapmak herhalde hata olmaz. Esad rejimi, onuncu yılına girmekte olan Suriye’deki savaşın seyri içinde en büyük ölçekteki toplu kayıplarından birini, üstelik üç gün gibi kısa bir süre zarfında yaşamıştır.

Rejim ordusu, geçen dokuz yıldır sahada düzenli bir ordu sisteminden uzak, sıkça kendi aralarında da kavga eden silahlı muhalefet örgütleriyle çatışmaktaydı. Rejim, bu çerçevede muhalif grupların çoknamlulu roketatarlar, tanksavar ve sınırlı miktarda uçaksavar sistemlerinin öne çıktığı bir silah gücüne karşılık vermek durumundaydı. Oysa geçen hafta sonu başlayan Barış Kalkanı harekâtında, Esad ordusu ilk kez düzenli bir ordunun taarruzuyla karşılaşmıştır. Üstelik, bu kez F-16 savaş uçakları ve silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) da devreye girdiği çok katmanlı bir savaş alanı söz konusudur.

Karadan ateşlenen sistemlerin etkisinin yanı sıra TSK’nın hava üstünlüğünün İdlib’deki askeri denklemi iyice tersyüz ettiği söylenebilir. F-16’lar, 80 kilometre menzilli AMRAAM havadan havaya güdümlü füzeleriyle Suriye uçaklarını İdlib üzerinde düşürebilmiştir. Görülmüştürki, F-16’lar, istihbarat yeteneğiyle birleştiği takdirde, coğrafi yakınlık sonucu Suriye hava sahasına girmeden sınıra yakın noktalardan pekâlâ etkili olabilmektedir.

SİHA’ların rejimin hava savunma sistemleri ve zırhlı savaş araçları üzerinde nokta atışlarıyla verdiği hasar Suriye ordusu açısından telafisi kısa ve orta vadede mümkün olmayan boyutlarda olmuştur. Keza 40 kilometre menzilli fırtına obüsleri de yine coğrafi yakınlık nedeniyle Suriye topraklarında belli bir derinlik içindeki pek çok hedefi vurulabilmiştir.

ÜÇ GÜNDE İKİ TUGAY KAYBETMEK

Burada önemli olan nokta, askeri uzmanlara göre Esad rejiminin -yaklaşık- iki tugayın kullanacağı ölçekte askeri araç, mühimmat ve altyapısının imha edilmiş olmasıdır. Zaten kısıtlı imkânlarla savaşmak durumunda olan Esad ordusu açısından üç gün içinde birden iki tugay ölçeğinde askeri kapasiteden yoksun hale gelmek neresinden bakılırsa bakılsın devasa bir kayıptır.

Konu iki tugayın ötesindedir. TSK’nın hedef seçimleri incelendiğinde verilen hasarın İdlib’le sınırlı kalmadığına, Suriye’nin kuzeybatısında çok geniş bir coğrafi alana yayıldığına dikkat çekmeliyiz. EDAM isimli düşünce-araştırma kuruluşunun Güvenlik ve Savunma Çalışmaları Direktörü Dr. Can Kasapoğlu ile aynı programdan Emre Kürşat Kaya’nın birlikte yaptıkları açık kaynak analizine göre, TSK’nın topçu unsurları ve SİHA’ları hedef olarak 8 alanda yoğunlaşmıştır. Analizde bu alanlar şöyle sıralanıyor:

1) Rejim ve PKK uzantısı SDF güçlerinin bulunduğu Tel Rifat, 2) Halep’in kuzeyinde Nubul ve Zehra’da İran yanlısı grupların üslendikleri noktalar, 3) Halep’teki Neyrap askeri havaalanı, 4) Yine Halep’in güneyinde Safirah’daki askeri fabrikalar, 5) M-5 otoyolu üzerinde çok sayıda çoknamlulu roketatar ve karadan havaya füze sistemleri, 6) Menbiç’in batısında rejim tarafından kontrol edilen Arimah kasabası, 7) Hama’daki askeri üs, 8) İdlib’in güneyinde tepelik alanlardaki askeri mevkiler.

Yazının Devamını Oku

İdlib’deki saldırı sırasında havada kimin uçakları vardı?

3 Mart 2020
Geçen cumartesi günü bu köşede yayımlanan ‘İdlib’deki Saldırıda Rusya’nın Sorumluluğu’ başlıklı yazıda İdlib’deki gelişmelerle ilgili olarak Rusya’nın genel anlamdaki belirleyici rolünü vurgularken söz konusu saldırının Suriye savaş uçakları tarafından gerçekleştirildiğini kaydetmiştik. Yazıdaki bu ifade perşembe akşamı yaşanan bu olayın hemen ertesinde yapılan açıklamalara, ilk haberlere dayanıyordu.

Buna karşılık sonradan sahadan gelen ve inandırıcılık taşıyan yeni bilgiler İdlib’in güneyinde gerçekleşen bu hava saldırısının Suriye ve Rus savaş uçaklarınca birlikte icra edildiğine işaret ediyor. Rusya Savunma Bakanlığı’nın bunu inkâr etmesi, sorumluluğu doğrudan Suriye’ye atfetmesi bu durumu değiştirmiyor.

Birden çok kaynak tarafından aktarılan bilgiler, İdlib’in güneyinde Balyun’daki Türk askeri konvoyuna düzenlenen ilk hava saldırısının ardından konvoydaki askerlerin buradaki binalara girerek savunma düzeni aldıklarını, buna karşılık uçakların bir süre sonra yeniden gelerek bu kez doğrudan bu binaları bombaladıklarını ve askerlerin büyük bir bölümünün bu şekilde şehit olduğunu gösteriyor.

Asker kökenli güvenlik uzmanı Metin Gürcan, Al Monitor web sitesinde bu konuda çıkan yazısında saldırılara 2 Rus Su-34 ve 2 Suriye Su-22 tipi savaş uçağının katıldığını yazıyor. Gürcan’a göre ikinci saldırıda askerlerin çekildikleri binaların üstüne muhtemelen Rus uçakları tarafından KAB-1500 L tipi tahrip gücü yüksek güdümlü bombalar bırakılmıştır.

BÜYÜKELÇİ SİNİRLİOĞLU BM’DE NE DEDİ?

Aslında bu saldırıda Rusya’nın sorumluluğunu tartışmaya açan bir açıklama Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin geçen cuma günü bu konuyu görüşmek üzere düzenlenen olağanüstü toplantısında konuşan Türkiye’nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu’ndan gelmiştir.

Büyükelçi Sinirlioğlu’nun Güvenlik Konseyi’nde yaptığı bu konuşma olayın akışına ilişkin önemli ayrıntılar içeriyor. Sinirlioğlu, bir Türk askeri konvoyunun Balyun köyü civarında beş saat süreyle bir dizi hava saldırısına hedef olduğunu anlatıyor. Uzun bir zaman dilimi içinde aynı hedefe dönük olarak tekrarlanan bir saldırı kalıbı söz konusudur.

Sinirlioğlu, “Saldırıya uğrayan konvoyun o bölgede tek başına olduğunu, bundan mantıken kasıtlı bir şekilde hedef alındığı sonucunun çıktığınıifade ediyor. Büyükelçi, ayrıca öncesinde “Konvoyun konumunun Rus askeri makamlarıyla yazılı olarak koordine edildiğini” de söylüyor.

Daimi Temsilci, ilk saldırıdan hemen sonra yapılan uyarılara rağmen saldırıların devam ettiğini de hatırlatıyor Güvenlik Konseyi’nde.

Yazının Devamını Oku

İdlib’deki saldırıda Rusya’nın sorumluluğu

29 Şubat 2020
İdlib’de 33 askerimizin önceki gün Suriye savaş uçaklarının düzenlediği saldırıda şehit olması, yakında onuncu yılına girecek olan Suriye iç savaşının seyrindeki en önemli kırılma noktalarından biri olarak hatırlanacaktır.

Her yönüyle ağır bir hadisedir ve bundan sonrası için ciddi sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.

Türkiye şehit askerleri için yas tutarken bu saldırının gerekli kıldığı misillemeyi Esad rejimine olabilecek en sert şekilde gerçekleştirmek durumundadır.

Önceki günkü saldırı ilk değildir. Daha önce 3 Şubat’ta Serakib’de rejim ordusunun açtığı topçu ateşiyle 8 askerimiz şehit olmuştu. Keza 10 Şubat’ta Taftanaz’da 5 askerimizin şehit olması yine Suriye ordusunun topçu ateşinin sonucuydu.

Önceki günkü olayda ise saldırıyı Suriye savaş uçakları gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte Esad rejimine bu cüreti savaştaki müttefiki Rusya’nın bahşettiği gerçeğini görmezden gelemeyiz. Başından beri İdlib’de izlenen askeri strateji Rus ve Suriyeli askerlerin ortak harekât planlaması çerçevesinde  ve yakın bir işbirliği içinde hayata geçiriliyor.

Ayrıca, unutmayalım ki geçen hafta perşembe günü Serakib’in 10 kilometre batısındaki Kaminas’ta bir tankın içinde iki askerimizin şehit edildiği hava saldırısını bir Rus savaş uçağı gerçekleştirmişti. Rusya Savunma Bakanlığı, aynı gün İdlib’de bir tankı havadan vurduklarını bir açıklamayla dünyaya ilan etmişti. Rusya bir taraftan Türkiye ile müzakere ederken diğer taraftan Türkiye’ye karşı sahada askeri seçeneğe de başvurabilmektedir.

İDLİB’E DÖNÜK ASKERİ VE SİYASİ HEDEFLER

Türkiye, son elim hadiseyi Suriye iç savaşında geldiği noktanın bir muhasebesini yapmak, buradan nereye gideceği hususunda soğukkanlı bir şekilde düşünmek açısından bir vesile olarak değerlendirmelidir.

Baştan belirtelim. Türk resmi makamları uzun bir süre İdlib’de verilen kayıplar karşısında Rusya’nın rolü yokmuş gibi davranıp bütün sorumluluğu

Yazının Devamını Oku

İdlib’de dengeler sürekli değişiyor

28 Şubat 2020
İdlib konusundaki gelişmeleri bir köşe yazısının sınırları içinde değerlendirebilmek giderek zorlaşıyor.

Bunun başlıca nedeni, sahadaki durumun sürmekte olan çatışmalar ve tarafların alan kazanmak için birbiri ardına yaptıkları hamlelerle muazzam bir hareketlilik ve değişkenlik içinde seyretmekte oluşu.



Öğleden sonra sahadaki duruma bakıp bir çerçeve oluşturarak yazıya başlıyorsunuz, ancak akşam saatlerinde meydana gelen kritik bir gelişme bu çerçeveyi geçersiz kılabiliyor. Bazen yazıyı ve ona eşlik eden haritayı tamamladıktan sonra yenileme ihtiyacı doğabiliyor.

Ayrıca, ertesi sabah güne başladığınızda sizi sahada dün akşam bıraktığınızdan farklı bir tablo karşılayabiliyor.

Dün sabah da İdlib’de sahadaki sınır hattına baktığımda zaten böyle bir değişiklik tablosu ile karşılaştım.

Yazının Devamını Oku

2017 yazında aldığım bir darbe telefonu

27 Şubat 2020
O gün Osman Kavala’dan gelen telefonu çok iyi hatırlıyorum. Bu telefon konuşmasının içeriğine girmeden önce gerçekleştiği dönemi kısaca hatırlatayım isterseniz.

2017 yazının büyük bir bölümünü 15 Temmuz darbe girişimini konu alan Akıncılar Üssü, Genelkurmay Çatı, Kara Havacılık Komutanlığı gibi kapsamlı soruşturmaların iddianamelerini inceleyerek ve bunlar üzerinde bir dizi yazı kaleme alarak geçirdim.

Derinlemesine okudukça, delil dosyalarına baktıkça bu darbe girişiminin Fetullahçı kriminal örgüt tarafından tasarlanıp icra edildiği konusundaki kanaatim daha da berraklaştı. Özellikle Adil Öksüz, Kemal Batmaz gibi cemaatin üst kademe sivil kadrosundan isimlerin 15 Temmuz gecesini darbe girişiminin ana harekât merkezi olan Akıncı Hava Üssü’nde geçirmiş olmaları kalkışma üzerindeki Gülen damgasını görmek açısından yeteri kadar açıklayıcıydı.

*

O günlerden birinde Osman Kavala aradı. Darbe yazılarımı ilgiyle okuduğunu, istifade ettiğini, ayrıca cemaat bağlantılarını önemli bulduğunu söylediğini hatırlıyorum.

Konuşmamızın hafızamda çok iyi yer etmiş olan bir noktası, bu yazıların İngilizceye çevrilip yurtdışında okunmasının yararlı olacağından söz etmesiydi.

Söz konusu yazıların çevirilerinin Hürriyet’in İngilizce yayımladığı ‘Hürriyet Daily News’da çıkıp çıkmadığını ya o sordu ya da o sormadan ben konu ettim. Çünkü, darbe yazılarımın o dönemde Hürriyet Daily News’un genel yayın yönetmeni Murat Yetkin’in talimatıyla ekibi tarafından İngilizceye çevrilip düzenli bir şekilde yayımlandığını Kavala’ya söylediğim de aklımda kalmış.

*

Osman Kavala

Yazının Devamını Oku

Rusya ile bıçak sırtında müzakere

26 Şubat 2020
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dün Bakü’ye giderken Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’le muhtemel görüşmesinin takvimine ilişkin yaptığı açıklama ve bu beyanına Kremlin’den gelen yanıt Suriye krizindeki belirsizliği daha da artırdı.

Erdoğan-Putin görüşmesiyle ilgili durumu değerlendirmeden önce kısaca İdlib’de sahadaki gelişmelere bakalım.

Gelen bütün haberler Türkiye ile Rusya’nın İdlib’de çatışma hattında karşı karşıya gelme riskinin ciddiyetini koruduğuna işaret ediyor.

Türkiye’nin desteklediği silahlı muhalifler ile Esad ordusu ve Rusya arasındaki çatışmalar bütün şiddetiyle devam ederken, Serakib’in hemen bitişiğindeki Neyrab yerleşiminin rejim ile silahlı muhalefet arasında sürekli el değiştirmesi savaşın en kritik cephelerinden birini gösteriyor. Lazkiye’ye doğru giden M-4 otoyolunun çıkışında bulunan Neyrab’ın kontrolü dün itibarıyla muhalefette görünüyordu.

Bu arada çatışmaların şu anki bir başka ağırlık merkezi İdlib’in güney bölgesine kaymış görünüyor. Sıcak çatışmaların yaşandığı bu bölgede TSK hafta başından itibaren yeni ‘mevzi bölgeler’ kurma yönünde bir dizi adım attı.

Buna karşılık bu bölgedeki El Bara’da tesis edilen yeni mevzi bölgeye çok yakın bazı yerlerin önceki gün Rus uçakları tarafından bombalanması sahada yaşanan gerilimin açık bir yansımasıdır. Bu arada TSK’nın gözlem noktaları ya da mevzi bölgeleri ile Esad ordusu arasında sıkça çatışmaların yaşanması İdlib’deki savaşın belirmekte olan yeni bir cephesine işaret ediyor.

İDLİB ŞEHİR MERKEZİ NE OLACAK?

Bu sırada ortaya çıkan tehlikeli bir yöneliş, Rusya ve rejimin savaş uçaklarının İdlib şehir merkezini hedef alan hava saldırılarında gözlenen artış eğilimidir.

Rejim-Rusya ikilisinin, stratejilerinin bundan sonraki aşamasında İdlib şehir merkezine yönelmesi, bölgede yaşanmakta olan insani felaketi yeni bir eşiğe taşıyacaktır.

Yazının Devamını Oku