Bu felaketin insanlık açısından yol açtığı büyük tehdide, yarattığı sınamalara, salgına karşı çözüm arayışlarına din çerçevesinden nasıl yaklaşmak gerekir?
Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu’nun ‘koronavirüs COVID-19’ salgınının patlak vermesinden hemen sonra daha geçen mart ayının sonunda kaleme aldığı bir yazı bu gibi sorulara yanıt vermeyi amaçlıyor.
HAYATIN ANLAMINI DÜŞÜNME İMKÂNI BULDUK
Halen İstanbul’da 29 Mayıs Üniversitesi bünyesindeki Kur’an-ı Kerim Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (KURAMER) müdürlüğünü yapan Prof. Bardakoğlu, “Doğru, salgın kapımızın önünde veya evimizin içine kadar geldi” diyor ve ne yapılması gerektiğini şöyle anlatıyor:
“Buna kahrolmak, felaket veya komplo senaryoları üretmek ya da çaresizliğe yenik düşmek yerine, bundan sonrası için tedbirli olmak, gerekli bütün kural ve uyarılara harfiyen uymak, kul hakkı ihlali yapmamak, bilim insanlarına güvenmek, aynı zamanda da Allah’ın yardım ve desteğine el açmak ve beklemek gerekir. Bütün bu esnada hayatın anlamını bir kez daha, hem de daha içtenlikle düşünme imkânı da bulmaktayız.”
Prof. Bardakoğlu, daha sonra “Evet, dışarı çıkamıyoruz, evlerimizde, odalarımızda adeta tek başınayız” diyor ve ekliyor:
“Bu da bizim esasen bu dünyaya yalnız gelip yalnız döneceğimizi ve hep yakınımızda ve yanımızda olanın yüce Mevlâ olduğunu, diğer her şeyin bu dünya hayatının süs ve eğlencesi, meşguliyet vesilesi olduğunu görmemizi sağlıyor.”
KORONA GÜNLERİN
Bugünkü yazımızda Türkiye’nin karşılaştığı koronavirüs COVID-19 salgınını kendisi de bir tıp profesörü olan Hacettepe Üniversitesi Rektörü Haluk Özen’in merceğinden değerlendirelim.
Prof. Özen, bizim için yaptığı değerlendirmede, COVID-19 salgınının Türkiye’de bugün itibarıyla “Başarılı bir şekilde kontrol edildiğini” ve bunda “Birden fazla faktörün rol oynadığını” düşünüyor. Prof. Özen, şu ana kadar alınan sonucu başlıca şu dört faktöre dayandırıyor:
1. VİRÜSÜN GEÇ GİRİŞİ HAZIRLIK İMKÂNI YARATTI: Birinci faktör, COVID-19 salgınının Türkiye’ye girişinin geciktirilmiş olması. Prof. Özen, ABD cephesinde -gerek başkan gerekse ilgili kurumların yetkilileri bile olayın ciddiyeti ile ilgisiz mesajlar verirken- Türkiye’deki Sağlık Otoritesi’nin ocak ayından itibaren Bilim Kurulu’nun da katkıları ile “zamanında etkin önlemler alarak salgını mümkün olduğunca uzun bir süre sınırlarımız dışında tutmayı başardığını” belirtiyor. Rektör, “Hastalığın ülkemize geç girişi toplumun bilgilenip hazırlanmasını, daha önemlisi Çin, İtalya ve Fransa’daki deneyimlerin bilimsel makalelere dönüşerek bizlere rehber olmasını ve etkin tedavi seçiminin kolaylaştırılmasını sağladı” diye konuşuyor.
2. BİLİM KURULU FAKTÖRÜ: Prof. Özen, ikinci faktör olarak Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın Bilim Kurulu’nu devreye sokmasını gösteriyor: “Sağlık Bakanımız liyakat ilkesine uygun olan bir kurul seçmekle kalmadı; sürekli olarak kurul üyelerinin önerileri ile yol alındığını ifade ederek aslında ülkemizde ‘bilimin’ değerini tüm toplumun indinde ön plana çıkardı.” Prof. Özen’e göre, “Bu yaklaşım sadece güncel salgında yararlı olmaktan öte bundan sonraki toplumsal sorunların çözümünde de benzer yaklaşımların benimsenmesini sağlayacak.”
“Şimdi, reis beyefendi, zatıâliniz artık feshedilmiş olan bir fırkanın belediye reisi olarak vazifenizde devam etmek istemezsiniz değil mi? İstifa ediniz, yeniden intihap (seçim) yapılsın, belki yine zatıâliniz seçilebilirsiniz...”
Tarih 22 Kasım 1930. Atatürk Samsun’u ziyaret etmektedir. Ancak gergin bir atmosfer ortalığa hâkimdir. Çünkü, Samsun’da 20 Ekim 1930 günü sonuçlanan belediye seçimini Fethi Okyar’ın liderliğindeki Serbest Fırka’nın adayı Boşnakzade Ahmet Resai Bey kazanmıştır. Kendisine 3 bin 112 oy çıkarken, CHP adayı ancak 416 oy alabilmiştir.
Seçimden iki ay kadar önce 12 Ağustos’ta kurulan Serbest Fırka, devlet gücünü yanına almış olan CHP’ye karşı girdiği bu seçimde 502 belediyeden Samsun dahil yalnızca 22’sini kazanır. Türkiye’de ilk kez belediyeler için tek dereceli seçim yapılmış, üstelik yine ilk kez kadınlara da seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
GAZİ’YE VERİLEN İLGİNÇ YANIT
Serbest Fırka’nın siyasi hayatı kuruluşundan üç ay sonra 17 Kasım 1930 tarihinde son bulur. Atatürk’ün Samsun’u ziyareti partinin kapanmasının hemen ertesine rastlamaktadır.
Masaya dönelim. Peki Boşnakzade Ahmet Resai Bey, kendisinden istifa etmesini isteyen Gazi’ye herkesin önünde ne yanıt verir? Şöyle der:
“Paşam, reisliğe o fırkanın namzedi olarak seçildiğimi kabul etmiyorum. Bu intisap halkın şahsıma karşı bir itimadı şeklinde tecelli etmiştir. Mesele sırf seçimin serbest olmasından ibarettir. Eğer bu vaziyette istifa edersem halkın bu teveccüh ve itimadına karşı küfranı nimette (nankörlük) bulunmuş olurum. Eğer bendenizin bu işte kalması arzu buyurulmuyorsa, hükümetin elinde kuvvet vardır, Şûra-yı Devlet (Danıştay) vardır, intihabı fesheder. Bendeniz de o zaman halka karşı mahcup vaziyette kalmam.”
Atatürk
Yerkürenin dört bir tarafında yüz milyonlarca insan evlerine kapanmış, derin kaygılar içinde kendisini bu ölümcül virüsten koruma derdinde.
İşte dünya bu belirsizliği yaşarken Türkiye, koronavirüse karşı cansiperane bir mücadele verdiği sırada aynı zamanda eşcinsellik, zina, ‘meydanlarda cadı diye kadınların yakılması’ gibi başlıkların ön plana çıktığı bir tartışmaya da sahne oluyor. Herhalde COVID-19 salgını döneminde böyle bir gündemle meşgul olan yerküredeki tek ülke olmalıyız.
*
Ortalığı kaplayan toz bulutunu aralarken öncelikle karşımıza çıkan çok temel bir soruna işaret etmek istiyorum. Bunu ‘terazi sorunu’ olarak adlandırmak istiyorum. Terazi ağırlık ölçmeye yarayan bir araç. Terazinin tartma işlevini yerine getirmesini sağlayan hassas ayarlarının, böyle bir zamanlamada ülkenin içinden geçtiği koşulları da hesaba katması gerekiyor.
Sonuçta herkes ağzından çıkan her sözü seçerken, bunun nereye uzanacağını bir değil iki kez tartmak durumunda, özellikle her akşam bütün bir ülkenin televizyon başında tedirginlikle günlük yeni vaka ve ölüm sayılarına ilişkin duyuruları beklediği bir dönemde.
Aslında toplum olarak yardımlaşma ve dayanışmaya bir seferberlik ruhu içinde her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan bir dönem bu. Toplumun bütün kesimlerini saracak, görüş ayrılıklarının, farklılıkların üstüne çıkacak kuşatıcı bir dil, bu zorlu dönemin aşılması açısından yaşamsal önem taşıyor.
Yeni bölünme konuları üzerinden ayrışmak içinden geçtiğimiz dönemde arzulanacak en son durum olmalı.
*
Nisan ayının ikinci haftasına girilirken bu kategoride gerilerde, 12’inci sırada olan Türkiye sonraki günlerde test sayısını belirgin bir şekilde güçlendirerek yukarılara doğru tırmandı ve bu hafta itibarıyla altıncılığa kadar yükseldi.
Küresel sıralamaya bakıldığında ilk beş içinde yaklaşık rakamlarla ABD (5.8 milyon), Rusya (3.3), Almanya (2), İtalya (1.8) ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) (1.1) yer aldığını görüyoruz. Türkiye ise dün akşam açıklanan toplam 991 bin 613 test sayısıyla 1 milyon eşiğini yakalamış sayılır. Test sayısındaki artış oranını koruduğu takdirde Türkiye’nin önümüzdeki günlerde BAE’yi geçerek ilk beş içine girmesi şaşırtıcı olmamalıdır.
TÜRKİYE TESTİN NÜFUS İÇİNDEKİ YAYGINLIĞINDA 35. SIRADA
Ayrıca, toplam sayının yanı sıra yapılan testlerin nüfus faktörü ışığında toplumdaki yaygınlığını ölçmek de konuyu değerlendirmek açısından değişik bir bakış çerçevesi sunabilir. Her bir milyon kişilik küme içinde kaç COVID-19 testi yapıldığı sorusu üzerinden bakıldığında, toplam test sayısında altıncılığa yükselen Türkiye, bu göstergede 35’inciliğe iniyor.
Türkiye’de her bir milyon kişilik küme içinde önceki günkü veriler itibarıyla 11 bin 402 test yapılmış görünüyor. Türkiye, bu performansıyla sıralamada kendisini izleyen Birleşik Krallık, Hollanda, Sırbistan, İsveç ve Fransa gibi ülkelerle yakın bir aralık içinde konumlanıyor. Fikir vermek açısından bu sayı Almanya’da bir milyonluk küme içinde yaklaşık 25 bin, Rusya’da 22 bin ve İsrail’de 39 bin dolayındadır.
Bütün bu verilere bakınca şunu söyleyebiliriz ki, test sayısını anlamlı bir şekilde artırmış olmakla birlikte, Türkiye’nin test kapasitesinin toplum içinde yaygınlaştırılması anlamında kat etmesi gereken hala önemli bir mesafe var.
TEST SAYISINDA İNİŞ ÇIKIŞLAR VAR
Tam bu noktada son iki hafta içinde sık sık günlük 40 bin eşiğini geçmiş olan test sayısının birden düşüş eğilimine girmiş olması, ardından yeniden yukarı doğru toparlaması dikkat çekici bir hareketlilik olarak beliriyor. Geçen hafta içinde genellikle günlük 38-41 bin bandında seyreden test sayısı 26 Nisan Pazar günü 30 bin 177’ye inmiş, pazartesi günü ise 20 bin 143’e gerilemiştir. Ancak önceki gün 29 bin 230’a doğru yükselmiştir. Dün açıklanan rakamda test sayısı bu kez 43 bin 498’e çıkmıştır. Bu sayı günlük test sayısında bugüne kadar kaydedilen en yüksek eşiği gösteriyor.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’nin açıklamasına göre, COVID-19 şüphesiyle tedavisine başlanan Dr. Şahin’e iki kez PCR testi yapılmıştır. Ancak her iki test de negatif çıkmıştır. Buna karşılık tomografisi ve bütün klinik bulguları COVID-19 ile uyumlu olduğu için tedavisi ve ilaç temini Sağlık Bakanlığı tarafından COVID-19 algoritmasına göre yürütülmüştür.
Peki öldüğünde ölüm raporuna ne yazılmıştır Dr. Şahin’in?
Açıklamaya göre, ölüm şekli “Doğal ölüm” olarak işaretlenmiş, ölüm nedeni kısmına ise “Viral pnömoni (zatürre)” yazılmıştır.
TTB, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya Dr. Şahin’in ölümünün her akşam düzenli bir şekilde açıklanan ölüm rakamlarına dahil edilip edilmediğini de sormuştur.
DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜ’NÜN KODLARI
Koca’nın son dönemdeki muhtelif açıklamalarından yola çıkarsak, dahil edilmediğini anlamamız gerekiyor. Bunun nedeni, Sağlık Bakanlığı’nın ancak PCR testinde ‘pozitif’ çıkan hastaların ölümünü COVID-19 vakası olarak kabul etmesidir. Bakanlık, testin ‘negatif’ çıkması halinde klinik bulguların varlığını COVID-19’dan raporlama için yeterli görmemektedir.
Bu konuda sürmekte olan tartışmayı alevlendiren, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) içinde bulunduğumuz ayın başında COVID-19’dan ölüm vakalarının raporlanmasına ilişkin belirlediği kodlar olmuştur. Bu kodlardan birincisine göre, PCR testi pozitif çıkan hastalar öldüklerinde COVID-19 tanısı üzerinden raporlanacaktır.
DSÖ’nün ikinci koduna göre, ‘test yapılamadığı’ ya da ‘testin sonuç vermediği’ ancak klinik bulguların bu virüsü desteklediği durumlarda da ölüm nedeni yine COVID-19 olarak gösterilebilecektir. Sağlık Bakanlığı ise yalnızca testin pozitif çıkmasını esas alan birinci kodu geçerli kabul ederek hareket ediyor.
Yeni konan tanılardaki azalma eğiliminin sürmesi, raporlanan günlük bazdaki ölümlerin sayıca düşüşe geçmesi, yoğun bakıma alınan ya da entübe edilen hasta sayılarındaki gerileme gibi bütün göstergeleri yan yana getirdiğimizde, kritik dönemecin aşılmakta olduğunu söyleyebilmek mümkün.
ÖLÜM VAKALARINDA DÜŞÜŞ YÖNELİŞİ
Bu iyimserliği somut veriler üzerinden göstermeye çalışırken vurgulamamız gereken faktörlerden biri, yeni vakaların artış oranının kendisini tekrarlayan bir kalıp içinde düzenli bir düşüş eğrisine girmiş olmasıdır.
Rakamların ilk günden itibaren seyrine bakıldığında, gün başına en çok tanı konan tarih 5 bin 138 vakayla 11 Nisan’dır. Sonrasında 10 Nisan kargaşasının yol açtığı geçici bir hareketlilik istisna tutulursa, yeni vakaların ortaya çıkışı 13-19 Nisan haftasından itibaren genellikle bir düşüş çizgisi izliyor. Günlük yeni tanı sayısı önceki gün itibarıyla 2 bin 357’ye kadar inmiştir. Dün akşam açıklanan rakam 2 bin 131 oldu.
Keza ölüm hadiselerinde günlük olarak en yüksek eşik 127 vakayla 19 Nisan günü kaydedilmiştir. En çok kaybın en çok vakanın tespit edildiği tarihten 8 gün sonra gerçekleşmesi dikkat çekici bir veri olarak not edilmelidir. Ancak önemli olan, günlük kayıpların bu tarihten sonra istikrarlı bir şekilde düşmesidir. Bu sayı ilk kez önceki gün itibarıyla 100 eşiğinin de altına inerek 99 olmuştur.
Burada altını çizmemiz gereken olumlu bir yöneliş, Türkiye’nin test kapasitesi güçlenirken testlerin pozitif çıkma oranının bir ara oturduğu yüzde 15’ler aralığından aşağı düşmesidir. Bu oran geçen hafta yüzde 10’un da altına düşerek yüzde 7.81’e kadar inmiştir.
ZOR DÖNEMEÇ GERİDE KALIRKEN
Karşımızdaki tabloda en ferahlatıcı gelişmelerden biri yoğun bakımdaki hasta sayısında gözlenen düşüştür. Yoğun bakımda tedavi görenlerin sayısı 19 Nisan’da 1.922’e çıkarak zirve yaptıktan sonra düzenli bir şekilde gerilemeye başlamış ve önceki gün itibarıyla 1.776’ya inmiştir. Keza ‘entübe edilen’ hasta sayısında da en yüksek eşiğe 1.087 kişiyle 14 Nisan tarihinde ulaşılmıştı. Bu sayıda geçen hafta önce bin, ardından 900 eşiklerinin altına inilmiştir.
Salgına karşı alınması zorunlu önlemler en zengin ülkelerin ekonomilerini de durma noktasına getirirken, en aşağıdan yukarı doğru bütün toplum kesimleri yaşanan sarsıntının sert darbelerine maruz kalıyor. Üretimin durması, yaygın işsizliğin katlanarak büyümesi, insanların yarın nasıl geçinecekleri sorusu en yakıcı mesele haline gelmiştir.
Dünyamız adım adım boyutlarını, derinliğini bugünden öngöremediğimiz bir belirsizlik sarmalının içine giriyor. Girdiğimiz türbülansın dünyayı nereye savuracağını bilmiyoruz. Geçmişte örneği görülmemiş olan bu çapta bir bunalımın büyük altüst oluşlara gebe olmaması düşünülemez.
*
Karşımızda beliren tehlikelerden biri, salgınla birlikte dünyada genel bir otoriterleşme dalgasının ortalığı kaplaması ihtimalidir.
Korkulan, ekonomik krizin yaratmakta olduğu sosyal koşulların, geleceğe dönük belirsizliğin geniş halk kitlelerini kolaylıkla otoriter eğilimleri desteklemeye yöneltmesidir. Bu yöndeki kaygıların ABD’li kanaat önderleri arasında kendi ülkelerine dönük olarak ifade edilmeye başlanması bile yeteri kadar düşündürücüdür.
Şu görüntüde bir paradoks yok mu? Dünyanın dört bir tarafında bilim adamları kapandıkları laboratuvarlarda zamana karşı yarışarak virüsün aşısını bulmaya çalışırken, bir başka düzlemde düşünürler, siyaset bilimciler, yazarlar COVID-19’un demokrasiye ve temsil ettiği değerlere dönük muhtemel etkilerini ölçme çabası içindeler. Bu konuda yayımlanan makaleler, analizler şimdiden yüklü bir külliyat oluşturuyor, koronavirüsle ilgili bilimsel yayınlar kadar çok olmasa da...
Bir tarafta karamsarlar var. Bu tür buhran dönemlerinin çoğunlukla içe kapanmacı, baskıcı yönetim modellerinin zemin kazanmasının önünü açtığını savunuyorlar. Bu arada, otoriterleşmeyi kaçınılmaz kabul eden görüşlerin sıkça dolaşımda olması, kendisini sürekli çoğaltmak suretiyle bu söylemin kanıksanması, içselleştirmesi potansiyelini de içinde barındırıyor.
Öte yandan, bir Avrupa Birliği ülkesi olan Macaristan’da Başbakan